Boğaziçi Üniversitesi’nden İzlenimler…

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Dikmen Gürün

Geçen haftalarda (12 Ocak 2021) Cumhurbaşkanı tarafından Boğaziçi Üniversitesi’ne, bu üniversitenin geleneklerine aykırı bir biçimde rektör atanan Prof. Melih Bulu’ya karşı, bir demokratik hak olarak, kampus içinde başlatılan protestoları, ünlü koreograf William Forsythe’in genç dansçılarla gerçekleştirdiği ve hayli etkileyici bulduğum; insan haklarına, demokrasiye dair güçlü söylemler içeren gösterisi “İnsan Yazıyor/İnsan Hakları” adlı çalışması üzerinden okumaya çalışmıştım. Zamana, zemine uygun bir okumaydı bu kanımca.

NEREYE GİDİYORUZ ÜLKE OLARAK?

O günden bugüne hızla tırmandı olaylar. Çığırından çıktı. Gençlerin barışçıl eylemleri ve sorgulamalarının üstüne şiddetle gidildi. Bu doğrultuda ilk adım üniversite kapısına vurulan kelepçe ile olmuştu. Dünyada bir ilk! Bu arada, öğrenciler yerlerde sürüklendi, tekmelendi, dövüldü ve de fişlendiler. TOMA’lar ise Boğaz sahillerinde de halen nöbetteler. Bir Kâbe resmi bahane edilerek “kutsalımız aşağılanıyor” patırtısı koparıldı, öğrenciler rektörlüğe saldıracaklar diye çatılara silahlı polisler konuldu. Hele bu nasıl yapıldı, inanmak zor! Evet, şu günlerde yaşananlara ve bu ülkenin pırıl pırıl gençlerine, Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerine uygulanan şiddete, tutuklamalara şahit oldukça, onların bizzat Cumhurbaşkanı tarafından “terörist” olarak suçlandıklarını gördükçe, bir grubun cinsel tercihleri nedeniyle aşağılandığını işittikçe “sözün bittiği yerde miyiz” diye sormadan edemiyorum kendi kendime: Hangi çağda ve nasıl bir ülkede yaşıyoruz? Bu ülkenin Cumhurbaşkanı’nın, İçişleri Bakanı’nın, onların emrinde olan çeşitli kademeden yöneticilerin geleceğimizi teslim edeceğimiz bu gençleri kindar söylemlerle nasıl tehdit ettiklerini, polislerin nasıl büyük bir iştiyakla hem Boğaziçili öğrencilere hem de onlara destek veren diğer üniversitelerden gençlere saldırdıklarını izledikçe, okudukça düşünmeden edemiyorum: Nereye gidiyoruz ülke olarak? Şunu da hemen belirtmeliyim; bu süreçte Boğaziçi Üniversitesi’nin akademik kadroları öğrencilerinin arkasında dimdik durdular ve durmaya devam edecekler kuşkusuz.

Ve şimdi de teamüller, daha da önemlisi, yasalar hiçe sayılarak, tepeden inme ya da akşamdan sabaha diyelim, iki fakülte kurulduğunu okuyoruz Boğaziçi Üniversitesi’nde: Hukuk ve İletişim. Atanacak hocalarıyla Rektör Bulu’nun arkasında duracak iki fakülte. Olabilir mi böyle bir şey? Bu nasıl bir restleşmedir böyle! Umalım ki yanlışlardan bir an önce dönülsün…

SORGULAMALAR

Yüzümü yine tiyatroya dönüyorum: Edward Bond’un oyunları, yazıları arasında dolaşıyorum aklımda yine bu olaylar. Türkiye’yi yönetenlerin bir karış suda bilinçli olarak kopardıkları fırtınalar… Ne kadar doğru bir genelleme, bir saptama yapmış Bond: “Yönetenlere baktığımızda şiddetin sokaklara taşmasını beklemek olağandır” diye… Üniversite kampusunda, sokaklarda öğrencilere karşı uygulanan polis şiddeti işte böyle bir saptamanın uzantısı değil midir? Yazar, “Bizler içgüdülerimizle değil, kültürümüzle varız… Kültür insan yapısının mantıksal yaratısıdır, insanın ekonomik, politik, sosyal tüm etkinliklerinin mantıksal bütünüdür” derken sağlam bir toplumsal düzenin gerekleri olan bilimsel, siyasal, ekonomik, sosyal altyapıların geliştirilmediği, eğitimin bilinçli olarak yörüngesinden saptırıldığı toplumlarda önyargıların ve şiddetin iç içe geçmesinin kaçınılmazlığını vurgular. Evet, cehaletin beslendiği, özgürlüklerin kısıtlandığı ortamlarda sorgulamalara belki yer yoktur. Ama nereye kadar? Bu noktada, bir başka tiyatro insanının; Belçikalı yönetmen Guy Cassiers’in yıllar önce yaptığımız bir konuşmadaki sözlerine atıf yapıyorum. “Güç ve iktidar metabolizmasını irdeleyen” oyunlar baskıcı yönetimlerin ve kaygan zeminler üzerinde yürüyen ilişkilerin yaman bir sorgulamasıdır…

Cumhuriyet

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Dikmen Gürün

Yanıtla