Hazal Şahin
Ekin Tunçeli yakın zamanda adını sıkça duyacağımıza inandığım genç sanatçılarımızdan. Hacettepe Tıp Fakültesi’nden Mimar Sinan Üniversitesi Çağdaş Dans’a uzanan yolculuğunu ve içinde bulunduğu sektörü anlattı.
‘’Kim karar veriyor buna? Bu benim üretimim, benim ifade şeklim, benim kurduğum dünyada tutarlı ise tabii ki yaparım. Bu kadar kurallara bağlı kalacaktıysam bilim yolunda gitmeye devam ederdim. ‘’
HAZAL ŞAHİN: Öncelikle, senin Tıp fakültesi geçmişin beni çok meraklandırdığı için orayla ilgili bir soru sormak istiyorum. Mezun olup okuduğu bölümü yapmayan çok fazla arkadaşımız var ama doktorluktan vazgeçmek başka bir şey olmalı diye düşünüyorum?
EKİN TUNÇELİ: Kolay bir karar olduğunu söyleyemeyeceğim. Hatta aslına bakarsan “vazgeçemedim” de, komple bırakmaya cesaret edemedim, mezun oldum ve o defteri kapattım ama her an geri dönebilme ihtimalim var, açık kapı bıraktım 🙂 Çünkü altın bilezik ya, burası Türkiye… Bir de şeyi çok duydum insanlardan “senin yerinde olmak isteyen milyonlarca insan var, herkes bunu yapmak istiyor sen nasıl bırakırsın”. Üzerimde devasa ölçekte bir mahalle baskısı vardı diyebilirim o yüzden de zor bir karar oldu.
Yani aslına vazgeçebilmemde etkin olan bir sürü faktör var. Zaten çok büyük kafa karışıklıkları ile başlamıştım okula ve ilk senelerim çok büyük sorgulamalarla ve gözlemlerle geçti. Ne bileyim bazen kendime şeyi diyorum, eğer Hacettepe’yi değil de daha düşük puanlı bir okulu kazanmış olsaydım belki bırakamazdım. Sevme ihtimalimi hep bir sonraki adıma ertelerdim. Olabilecek en iyisinin bile bana göre olamayacağını görmüş olmanın da vazgeçebilmemde etkisi büyük. Bir de aslında doktor olduğunda sana sunulan hayat çok belirli. Galiba bu kadar belirli, sürprizlere kapalı bir hayat istemedim. Belki ölüm olgusu ile çok erken yaşta tanışmanın da getirdiği farklı bir olgunluğun etkisi de olmuştur kararlarımda. Bu bilginin üzerine ben intörn dr. iken asistanım Orçun Abi ile geçen diyaloğumuz ve sonrasında onun yaşadıklarının da etkisi büyük. Kendisi kalp ve damar cerrahisi son sene asistanıydı, çok severek yapmıyorum, para için de yapılmaz bu meslek, para her türlü kazanılır, asistanlığımı bitirir bitirmez bırakıcam bu mesleği demişti, böbrek kanseri teşhisi aldı ve 6 ay içinde vefat etti. Yani aslında her şey bu kadar basit.
Bir de tabi ikinci bir lisans eğitimi almaya cesaret etmem var ki bunu yapabilmemi sağlayan kahramanlar da var. İntörnlük senemde Ankara’da bir müzikal topluluğuna girdim ve aslında hayatım o noktada değişti. Ben o topluluğa gittim bir gördüm ki insanlar makine mühendisi, ekonomist, savuma sanayide çalışıyor vs ama müzikal yapıyorlar (Lemur Sanat’a burdan saygılar ve öpücükler). Ve Lemur Sanat bağlantısı olan, okudukları bölümün mesleğini yapmayan insanları görünce dedim demek ki böyle de bir hayat mümkün, hayat fakülte-zorunlu hizmet-uzmanlık-zorunlu hizmet kombosundan ibaret değilmiş. ( tabi Denizlili, fen lisesi mezunu ve hemen Ankara’da tıp fakültesi’ne başlamış bir insanın aslında ne kadar az yaşam tarzı ihtimaliyle karşılaşmış olabileceğini göz önünde bulundurmanızı isterim. O zamanlar internet bu kadar hayatımızda değildi, hiçbir şeyden, çeşitlilikten haberimiz yoktu)
“İkisini birden yaparsın neden bıraktın?” diyen de çok oldu. Ama hekimlik öyle bir meslek değil ki. Yani aslında bir yaşam tarzı. Yarı zamanlı hekimlik yapma gibi bir sistem de ancak zorunlu hizmeti ya da uzmanlığı bitirince var. Yaş da geçiyor 🙂 Dedim ben tam olarak odaklanmak istiyorum sahne işlerine ve o defteri kapattım.
H.Ş: ‘’Şimdi bir performans izleyeceğiz’’, ‘’performatik bir oyun’’ denildiğinde kafamızda ne canlanması gerekiyor. Ya da bir şey gerekiyor mu? Alıştığımız tiyatro oyunlarından nasıl ayırırsın?
E.T: Ah……. Yani o kadar sorunlu bir nokta ki orası. Performans kelimesi girince kafalar bi karışıyor. Bir kere performans sanatı ile karışma hali var. Dans desen tür olarak, insanların kafasındaki dans algısı bambaşka, onunla uyuşmayan bir şey izlediklerinde o da bir hayal kırıklığı ve hüsran oluşturuyor. Bakacak olursan her oyun performatik aslında :), canlı bir performans var ortada. Alıştığımız tiyatro oyunlarından ayırmak için ben metin temelli olmayan sahne üretimleri olarak düşünmeyi tercih ediyorum ve böyle anlatmaya çalışıyorum, bu beni rahatlatıyor. Ama en güzeli kafada hiçbir şey canlandırmadan önyargısızca gidip izleyip keyfini çıkarmak, en azından insanlara bunu önerebilirim.
H.Ş: Sen çağdaş dans mezunusun. Diğer dans bölümleriyle bir arada düşününce sanki çağdaş dans daha kuralsız gibi geliyor kulağa. Sence sadece algısı mı böyle?
E.T: Aslında kuralsız değil, kurallarını kendin koyduğun bir alan ve ben de işte tam olarak o yüzden seviyorum 🙂 Bu dediğim üretim süreci için, eğitiminde, tekniğinde tabi ki belirli kurallar var. Hiçbir çerçeve çizilmezse zaten kaostan başka bir şey elde edemeyiz, hoş bu bile bir tercih olup kullanılabilir. Dansı bir üretim aracı olarak gördüğüm için aslında sadece dans ile değil diğer sahne pratikleri ile de sık sık karşılaştırıyorum. Mesela ben arkadaşlarımla muhabbet ederken şoktan şoka giriyorum. “Clown’da asla böyle bir şey yapılmaz.” ya da “O hareket öyle yapılmaz.”, “Seyirciye asla arkanı dönemezsin.“ Kim karar veriyor buna? Bu benim üretimim, benim ifade şeklim, benim kurduğum dünyada tutarlı ise tabii ki yaparım. Bu kadar kurallara bağlı kalacaktıysam bilim yolundan gitmeye devam ederdim. Bu sanat, üretim, zaten heyecanı yeni ve farklı şeyler denemekte bence.
H.Ş: Bir dansçı olarak bedeninle/bedenlerle ilişkini merak ediyorum. Biz göğüslerimiz büyürken onları saklamak uğruna kamburu çıkmış kızlarız. Sence bedenlerimizle ilişkimiz nasıl?
E.T: Rus bir arkadaşım bir gün “Neden sizde bu kadar çok fıtık var? Her Türk fıtık.” demişti. O kadar farkında değiliz ki bedenimizin, hor kullanıyoruz, içeride neler oluyor fark etmiyoruz ve bolca sakatlanıyoruz 🙂 Biz şehir insanlarının bedeniyle ilişkisi çok az. Kendimizi dinlemiyoruz, içerde ne oluyor bitiyor kulak vermiyoruz, o sesler şehir hayatının hızında biraz cılız kalabiliyor. Kendimden örnek verecek olursam, ben hayatımın büyük bölümünü beyinden ve kafadan ibaret olarak yaşayan, masa başında oturup zihinsel olarak çalışarak geçirdim. ( göğüsleri çok büyümemiş bir kadın olarak oradan referans veremiyorum 🙂 ) Eskiden beri bedenimi çok dinleyen bir insandım mesela ama hep bundan ötürü mızmızlık sıfatı üzerime yapışmıştı. Tabii dans ve hareketin hayatıma girmesi, ve yaşadığım sakatlanmalardan sonra anladım ki bedeni ve zihni ayrı düşünmek imkansız. Bütün bedenim zihnimin uzantısı, hareketlerim, duruşum, kas tonusum zihnimin şekli ve düşünme mekanizmalarımı etkileyen şeyler.
H.Ş: Yeni doğmuş bir bebek büyütecek olsaydın, bedenle ilgili bu bilinçli halinle ona neleri yapmıyor olurdun? Neleri öğretiyor olurdun?
E.T: Kesinlikle bol bol çıplak ayakla dolaşmasını isterdim. Bir de bedenine karşı daha şefkatli yaklaşmasını öğretirdim. Ben çok yaramaz bir çocuk ve ergendim ve nedense o dönem sakatlıkları birbirimize bir savaş yarası gibi anlatma modası vardı. Acıya rağmen devam etmek, ayağın ağrısa da o maçı bitirmek, dizin şişse de koşmaya devam etmek çok cesurcaydı. Şu an o dönemin getirdiği cengaverliklerin sıkıntılarını hala çözmeye çalışıyorum desem yalan olmaz. Çocuğuma bir sakatlığı olursa o iyileşene kadar dinlenmenin ve ona zaman vermenin ne kadar önemli olduğunu anlatırdım. Çünkü beden öyle bir şey ki, bir yolunu bulup yapmaya devam edebiliyor ama o “bir yolunu bulma” aşamasında çok yanlış mekanizmalar geliştirebiliyor ve uzun vadede çok başka sıkıntılara yol açabiliyor.
H.Ş: Peki biraz sahneye dönecek olursak; sence nasıl bir seyirci kitlesine sahipsiniz?
E.T: Gördüğüm kadarıyla dar bir çevreye hitap edebiliyoruz. Dans ile uğraşanlar, onların arkadaşları, dans işlerini merak eden tiyatrocular gibi çok dar bir çember aslında. Bunu genişletmek en büyük isteğim, işlerimi üretirken de bu faktörü çok göz önünde tutuyorum. Bir kitleniz olabilmesi için devamlılığınızın olması gerekiyor ki, insanlar gelsin, izlesin, sevip sevmediklerine karar versinler. Pr çok önemli bir faktör kitle edinmede. Sosyal medya sağ olsun her bağımsız sanatçı gibi kendi pr’ımı kendim yapmaya çalışıyorum. Fakat gösteri tarihlerinin her ayın son haftasında son anda belli olduğu, ileriye dönük bir programlama yapamadığınız bir sistemde bunu duyurmanız da mümkün olmuyor. Yaşadığımız şehir İstanbul, insanlar programlarını 2-3 hafta öncesinden yapıyor, mekan size 1 hafta sonraya tarih verdiğinde insanlar gelemiyor, böyle işlemez bir durum vardı pandemi öncesinde. Öyle olunca da kendi dar çemberinizden öteye çok erişemiyorsunuz. Mesela bir arkadaşım aracılığıyla bir dergide “bir şey”in tanıtımı için bir yazı yazacaktık. Normalde yazı yazılır, merak edenler için yazının sonuna isterseniz şu tarihte şurada izleyebilirsiniz eklenir değil mi. İşte ne o mekan ne o tarih yazı yayınlanacağı zaman belli olmayınca yine insanlara tanıtamıyorsunuz. İçinden çıkamadığım bir durum vesselam.
H.Ş: Yaptığın işler kolay sahne bulabiliyor mu? Yeterince sahnemiz var mı? Ve yine bu sorula bağlantılı olarak çalışma alanları yeterli mi?
E.T: Çok kolay bulabildiğimi söyleyemeyeceğim. IKSV Tiyatro Festivali’nde yer almış olmamın olumlu etkisi olmuştur belki biraz ama genelde zor. Mekan bulsan da kiralar çok yüksek, dans olunca otomatikman ortalama bir tiyatro oyunundan daha az seyirci geliyor, ve bunu cepten karşılamak baya zorlayıcı oluyor, hele ki solo iş yapınca. Biz dansçılar için tiyatroya kıyasla sahne boyutu çok daha önemli. Çünkü kanvasımız mekan. İşinizi bambaşka bir şeye dönüştürebiliyor hem iyi anlamda hem kötü anlamda. MSGSÜ Çağdaş Dans ASD’nin sahnesi çok büyük ve çok güzel, muhtemelen orada çok çalışma şansım olduğu için de diğer sahneler hep bana küçük geliyor. Büyük ve güzel sahneler yok değil ama onların programına girmek de mümkün olmuyor. İstanbul’da okul dışında dans için uygun, genç sanatçılara alan açan aktif bir sahne olduğunu düşünmüyorum. Çalışmak isteyince her yer çalışma mekanı olabilir tabi ama yine de içime sinecek geniş güzel erişebildiğimiz yeterli alan yok bence.
H.Ş: Türkiyede Kültür Sanat politikası ile ilgili ne düşünüyorsun?
E.T: Kültür sanat bu ülkede benim yaşadığım dönemde hep lüks, ekstra olarak görüldü. Üzerine düşünülen planlanılan bir şeyden çok bir alışkanlık olarak yürütüldüğünü hissediyorum. İhtiyaca yönelik değil de, böyle geldi böyle gidecek tutumu var gibime geliyor. Bir de tabi insanların kültür sanata yaklaşımı üzerinden konuşacak olursam, kimse yeni, alternatif, farklı bir şeyler görmeye açık değil. Farklı bir şeye bütçe ayırmak istemiyor, biletler ucuz değil, bilete o kadar para verip bir de bir sürü yol geliyor, o parayı verip tatmin olmak istiyor, en ufak bir tatminsizliğinde acımasızca siliyor ve o alana bir daha şans vermiyor.
H.Ş: Sektörde bir şeyi değiştirebilecek olsan neyi değiştirirdin?
E.T: Şu dönemde bu soru o kadar uzak geldi ki. Pandemiden öncesi şu an mazi, sağ çıkabilirsek neler kalacak elimizde onu da kestirmek mümkün değil. Ama tabi ki isterim ki gençlere daha çok alan açılsın. İnsanlar eleştiriye açık olsun, eleştirileri kişisel almamayı öğrensin ve bunu sorunları çözmek için bir fırsat olarak görsünler, sorunları rahatlıkla dile getirebilelim. Her yerde aynı isimleri görmeyelim, çeşitlilik olsun, insanlar işlerini özenli yapsınlar. Celebrity tiyatrosu yapmasınlar demiyorum, yapsınlar ama onun da rejisini iyi yapsınlar, yapıyı ince ince özenle işlesinler, zaten satıyoruz diye kolaya kaçmasınlar.
H.Ş: Arada, acaba doktorluğa geri dönsem dediğin oluyor mu?
E.T: Pandemi olunca bir ara dedim acaba geri mi dönsem.. Yani aslında ekonomik kaygılar sebebiyle hep orayı yangın çıkışı gibi tutuyorum ama umarım hiç geri dönmek zorunda kalmam.
H.Ş: Tıp fakültesinden çağdaş dansa uzanan eğitiminde, analitik düşünme yetisi sana neler kattı?
E.T: O analitik düşünme yetisi bana çok acılar çektirdi çağdaş dans eğitimimde 🙂 Bambaşka bir zihin yapısıyla yaklaştım, çok zorlandım, ama yeni bakış açıları da ekledim tabi ki kendime. Ama günün sonunda beni iyi bir problem çözücü yaptığını düşünüyorum. Sanatsal üretimlerimde de aslında bundan sıkça faydalanıyorum, süreçlerimde kendime beni heyecanlandıran problemler yaratıyor ve bunları artistik olarak çözerek yapıyorum üretilerimi.
H.Ş: Bundan sonra, kendi alanınla ilgili neler yapmak istiyorsun? Disiplinler arası çalışmaların var mı?
E.T: Ben hep kafası disiplinlerarası çalışan bir insan oldum. Her şeyin başına dönecek olursam benim ilk aldığım sanat eğitimi müzik, halk danslarıyla uğraştım, müzikalle yoluma devam ettim, sonra çağdaş dans geldi. Disiplinleri çarpıştırarak problemler yaratıp onları çözmek çok keyifli geliyor bana, pandemi sürecinde dijital canlı bir performans üretme şansım oldu, bol bilgisayarlı görselli bir iş oldu. Daha bütüncül düşünüp üretebildiğimi hissediyorum disiplinlerarası çalışınca. Yine pandemi şartlarında hayal kurmak bile zorlaştı ama kendi alanımla ilgili; yurtdışında bir projede dansçı olarak yer almak isterdim.
H.Ş: Okullardaki eğitimi yeterli buluyor musun?
E.T: Okul size bir kapı açar, o kapıdan ilerlemek o yolda derinleşmek günün sonunda öğrenciye bağlı.. Dans eğitimimi galiba en iyi şöyle anlatabilirim, kendimi gözleri kapalı aşure yedirilmiş biri gibi hissediyorum. Doydum mu doydum, beslendim mi tabi ki evet, ama keşke aşurenin içinde neler var, ne ne kadar konulmuş, nasıl karıştırılmış nasıl pişirilmiş, neden bu miktarlar bu şekilde koyulup bu şekilde pişiriliyor öğrenebilseydim.
H.Ş: Bir dansçı kendini geliştirmeye nasıl devam edebilir? Neler yapmalı?
E.T: Bol bol doğaçlama ve hareketin dışında okumalı, izlemeli, dinlemeli, her şeyi yapmalılar. İnsanın düşünceleri, zihni gelişince bedeni de gelişiyor, belki musküler seviyede değil ama oluyor 🙂
H.Ş: Yabancı prodüksiyonlara verilen bu fazla ilgi seni rahatsız ediyor mu?
E.T: Etmez olur mu. Bana ikiyüzlülük gibi geliyor. Yani yerel sanatçılarını desteklemezsen bir yere gelemezler. İnsanların severek izlediği yabancı prodüksiyonlar da bir anda o yerlere gelmiyorlar ki… Bir de şöyle bir seyirci kitlesi var, “offf dans işlerine bayılıyorum” diyip Türkiye’deki işlerin varlığından hiç haberi olmayan. Halbuki izlese sevebileceği şeyler bulabilecek. Tabi bu seyircilerin neden Türk yapımlardan haberi yok? Bu da büyük bir sorunsal. Yabancı prodüksiyonlar gelsinler, görelim, izleyelim ben çok mutlu oluyorum ama kaynakların yönetimi adına yabancı prodüksiyonların gelmesi için harcanan paralar yerel sanatçılara prodüksiyon bütçesi olarak bile verilmiyor. Haliyle düşük bütçelerle de bir yere kadar iş yapılabiliyor. Bizler de yerel sanatçılar olarak 5-0 geride başladığımız bir karşılaşmaya tabi oluyoruz yabancı prodüksiyonlar karşısında. Şimdiye kadar oturmuş olan bu kısır döngüyü kırmak için hem seyirciye hem bizlere hem de kaynakları yöneten kişilere iş düşüyor.
H.Ş: Ülkemizde büyük prodüksiyon örneklerini daha fazla görür müyüz sence?
E.T: Umarım görürüz. Ama yine pandemiden ötürü insanlar uzun süre kapalı yerlerde kalabalıklara girmeye çekinecekler bence ve o yüzden de büyük prodüksiyon üretimleri daha çok ekran üretimlerine kayacak maalesef.
H.Ş: Senin bölümünle ilgilenenlere tavsiyelerin nelerdir?
E.T: Hareket etmenin kendileri için ne anlama geldiğini bulsunlar. Bol bol yoga yapsınlar, hareket etmeyi hiç bırakmasınlar, bedenlerini sevsinler, doğaçlasınlar, hareket etmekten keyif alsınlar.
H.Ş: İşini yaparken kendini değerli ve değersiz hissettiğin anlar hangi anlar ?
E.T: Yönetmenler ya da koreograflar ya da reji aslında çalıştığınız insanlar sizin de bir insan olduğunuzu, fikirleriniz ve bir geçmişinizin, deneyiminizin olduğunu ve bir takım temel ihtiyaçlarınız olabileceğini umursamayınca gerçekten kendimi kötü hissediyorum. O zaman “Ekin” olarak benim burada olmama ne gerek vardı diye düşünüyorum hep. En değerli hissettiğim anlar da genelde seyircilerden aldığım yorumlar ile oluyor. Hatta şöyle bir şey yaşamıştım ve kendimi çok iyi hissetmiştim, 2015’te SELFIE diye bir solo yapmıştım. Bir arkadaşımın dans dersinde bir öğrencisi SELFIE’yi izledikten sonra çok sevip çağdaş dansı merak ettiğini ve o derste o yüzden bulunduğunu söylemiş. Bu bana çok iyi hissettirmişti , birilerine dokunabildiğimi hissetmiştim.
H.Ş: Şu sıralar hayalini kurduğun, seni çok heyecanlandıran şey nedir?
E.T: Kendime ait bir stüdyomun, çalışma alanımın olması, tabi bir de sahnemin olması. Güzel güzel işler üretip bunları seyirciyle paylaşmak 🙂 Hatta bir gün büyük bir müzikal yönetmek. Şu aralar zaten hayal kurmaktan daha fazlası elimizden de gelmiyor, hayallere devam..