Kültür Bakanlığı’nın Özel Tiyatrolara Desteğinden ‘Yara’lananlar II

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Şenay Tanrıvermiş’in unlimitedrag sitesinde yayınlanan söyleşisini paylaşıyoruz.

Kültür Bakanlığı’nın özel tiyatrolara verdiği destek her zaman bir miktar tartışma yaratır ancak bu kez ardı ardına kapandığını ilan eden özel tiyatro haberleri eşliğinde, mesele çok daha üzücü bir hal aldı. Her kapanma haberi ülkenin kültür sanat alanına derin bir darbe vurdu ve ağır bir yara açtı. Bu yara kanar, acır ve sektör can çekişirken, konuya dair fikirlerini ve deneyimlerini alandan beş değerli tiyatrocumuza sormaktan başkaca bir şey yapamamanın hüznüyle onlara sorular sorduk ve de bu hafta, aldığımız cevapları derlediğimiz yazı dizimizin ikinci bölümünü paylaşıyoruz. Konuklarımız BGST Tiyatro’dan Cüneyt Yalaz ile Tiyatro Biteatrel’den Ayşe Lebriz Berkem.

Cüneyt Yalaz BGST Tiyatro’nun, yazarlık, yönetmenlik, oyunculuk alanlarında renkli, cesur ve yenilikçi yapımlarına ruh veren değerli bir sanatçı ve sorularımıza verdiği cevaplarla bizi bu konuda aydınlattı.

Kültür Bakanlığı destekleri neden bu sefer her zamankinden daha fazla tartışmaya neden oldu?

Bunun iki nedeni var. Birincisi dağılım hiç bu kadar şeffaflıktan uzak ve adalet duygularını rencide edici biçimde yapılmamıştı. Tiyatro alanından olmayan şirketlerin ya da henüz bir iki ay önce kurulmuş şirketlerin yardım alması, pandemi yüzünden borçlu olan çok nitelikli toplulukların kapsam dışında kalması, uzun süredir gündemde olan “kara liste”nin hala işlemesi, dağıtılan yardımların adaletsiz oranlarda paylaştırılmış olması, vb. Belki de bu durum uzun süredir böyle ama bu sene daha çok tepki çekti; bu da bizi ikinci nedene getiriyor. İkinci neden de pandemi koşulları nedeniyle bu desteğin tiyatrolar için hiç olmadığı kadar hayati öneme sahip olmasıydı. O yüzden çaresizlik ve beklenti büyüktü ve öfke de, şaşkınlık da, tartışma da büyük oldu. Eskiden “bu sene alamadık, kendi yağımızla kavruluruz” diyebilecek bir topluluk şimdi “bu sene alamadık, tiyatroyu kapatırız herhalde” diye düşünüyor.

Bu tartışma neden bu denli dallı budaklı, komplike ve anlaşılmaz? Anlaşılır kılmak mümkünse bu zor soruyu size sorabilir miyiz?

Aslında çok komplike değil ve rahatlıkla çözülebilir bir mesele. Ama bunun için iyi niyetli ve samimi bir siyasi irade gerekiyor. Sürecin şeffaf işletilmemesi ve kriterlerin muğlaklığı şaibeli bir destek süreci izlenimi uyandırıyor doğal olarak. Mesela kamuoyuna sunulan listede şirket ismi ve oyun adı görülüyor. Bu şirket hangi topluluğu temsil ediyor, ne kadar destek aldı, hangi kriterlerden dolayı bu desteğe layık görüldü bilmiyoruz. Öte yandan destek başvurusu reddedilenlerin neden reddedildiği de belli değil, “kriterlere uymamıştır” gibi bir yanıt veriliyor. Bu öteden beri gelen bir sorun. Ama bu yılın özgül bir niteliği var: Pandemide doğal olarak en çok etkilenen alanlardan biri gösteri sanatları; bu bir afet durumu. Ve bu afet durumunda hala “vergi, SGK borçlusu başvuramaz” demek, “kan davası” güder gibi kara liste uygulamasını sürdürmek en hafif tabirle vicdansızlıktır, “sana yaşam hakkı tanımıyorum” demektir.

Küsüp hiç istemeyenler, hep başvurup asla alamayanlar, bir de başvuramayanlar var. Dahası da var ama en azından bu üç eksen üzerinden ortak sorunlar kesişiyor mu ya da neden kesişmiyor?

Küsüp hiç istemeyenler sürecin keyfiliğinden, kriterlerin belirsizliğinden rahatsız olan ya da umudunu kesenlerden oluşuyor. Hep başvurup alamayanlar 2013 yılından beri uygulanan “kara liste” uygulamasından yani bir anlamda keyfilikten muzdaripler. Başvuramayanların sorunu ise yukarı da anlattığım gibi biraz daha farklı. Ama ortak nokta devletin iyi niyetli ve samimi bir biçimde irade göstermemesinden kaynaklanıyor. Belki bürokratlar iyi niyetle uğraşıyorlardır ama onların da hesap vermesi gereken yerler var sanırım. Bizim topluluğun durumu bir örnek vaka olarak ele alınabilir. 1995 yılında kurulan BGST-Tiyatro 2013’ten beri kara listede ve daha önce birkaç kez destek almasına rağmen artık hiçbir başvurusu kabul edilmiyor. Biz de her seferinde dava açıyoruz. Bu haksızlığın tarihe geçmesini istiyoruz. Hatta bu davaları kazanıyoruz, üst mahkemeye gidiyor yine kazanıyoruz, ama sonuç değişmiyor. Devlet kendi hukukunu tanımıyor. Dahası (muhtemelen) dava açtığımız için bizi cezalandırıyor.

‘Tiyatromuz çöküşte’, ‘Acil çözüm çağrısı’ gibi sloganlar yükselirken neden tiyatrocular ortak paydada buluşamıyor? Buluşuluyorsa neden çözüm yok? Var mı?

Bu çok uzun ve kapsamlı tartışılması gereken bir mesele! Ama tiyatro dünyası dediğimizde çok parçalı ve dağınık bir yapıdan bahsettiğimizi söylemek isterim; belki de geçmiştekinden çok daha parçalı bir yapı söz konusu. Öncelikle toplulukların koşulları birbirlerinden çok farklı: Sahnesi olan topluluklar bir mekanı ayakta tutmaya çalışırken, sahnesiz topluluklar seyirci organizasyonu, sergileyecek mekan bulma, belediyelere oyun satma gibi dertlerle uğraşıyorlar. Bunların yanı sıra tamamen ticari kaygılarla tiyatro yapan da var, sanatsal ve/veya ideolojik kaygılarla seyirciye ulaşmaya çalışan ve bunu yaparken de masraflarını çıkarsa şükreden tiyatrolar da var. İki-üç heveskar arkadaşın kurduğu topluluklar da var, bünyesinde bir sürü SGK’lı çalıştıran yapılar da. Ödenekli kurum tiyatrocularını hiç hesaba katmıyorum bile. Böyle parçalı bir yapının ihtiyaçları ve talepleri de birbirinden ayrışıyor hiç kuşkusuz. Ama burada toplulukların birbirlerinin koşullarına empatiyle yaklaşmaları ve asgari müştereklerde buluşmaları gerekiyor. Bu konuda son dönemde adımlar atılmaya başlandı aslında. “Tiyatromuz Yaşasın İnisiyatifi” çok farklı toplulukları bünyesinde barındırıyor. Tiyatro Kooperatifi giderek daha fazla sayıda topluluğun temsilcisi olma niteliği taşıyor. Tiyatro Yapımcıları Derneği bu alanın kurumsallaşmış, geçmişten gelen temsilcilerini kapsıyor. Kadıköy Tiyatroları Platformu, Karadeniz Tiyatroları Platformu, ANTİYAP gibi kurumlar daha çok seslerini çıkarıyorlar. Artık bu kurumlar arasında diyalog ve ortak mücadele konusunda adımlar atılması gerekiyor ki bu yönde işaretler de var.

En basit dille sizin çözüm öneriniz nedir?

Öncelikle kısa vadede bu yıl yapılan desteğe ek olarak yeni bir destek fonunun açılması ve başvuramayan ya da başvurup da alamayan toplulukların yeniden değerlendirilmesi ve desteklenmesi şart. Devletin bunu yaparken de vergi, SGK borcu olmaması gibi kriterleri göz ardı etmesi, “kara liste” uygulamasından vazgeçmesi, salon sahibi topluluklara pozitif ayrımcılık yapması gerekiyor.

Diğer mesele daha uzun vadeli. Bu desteğin şaibeli olmaktan çıkarılması için gelecek seneden itibaren yapılması gerekenler var: Şeffaf bir destek süreci işletmek, kriterlerin detaylandırılması, yetkin kadroların başvuruları değerlendirmesi ve sanat dünyasının saygısını kazanmış isimlerden oluşan geniş bir kurulun oluşturulması, destek sonuçlarının şeffaf bir biçimde duyurulması gerekiyor. Desteği belirleyen kurul şu anda tamamen bürokratlardan oluşuyor. Yönetmelikte bir sanatçı ve bir akademisyen de kurul üyesi olarak sayılsa da şu andaki kurulda bunlar yok (varsa da biz kim olduklarını bilemiyoruz). Tiyatro dünyasının farklı alanlarından, o sene desteğe başvurmayacak kişilerin de dahil edildiği daha geniş tabanlı bir kurulun oluşturulması şart. Ayrıca bu desteğin kesinlikle arttırılması gerekiyor. Bu yıl rekor bütçe diye açıklanan rakam Devlet Tiyatroları’nın genel bütçesinin 25’te biri. Bu hakkaniyetsiz durumun düzeltilmesi gerekiyor. Ve son olarak tiyatrocuların mesleki durumunu tanımlayacak, haklarını güvence altına alacak, Türkiye’de tiyatro sanatının gelişmesine zemin hazırlayacak bir “Tiyatro Yasası” çalışmasının yapılması gerekiyor.

Tiyatro Biteatral, Ayşe Lebriz Berkem’in titiz, tecrübeli ve sıradışı perspektifiyle tiyatro dünyasına zarif ve iddialı eserler kazandırdı ve her oyunuyla şaşırttı, büyüledi, öğretti… Tiyatro Biteatral bu sene ilk defa destek için başvuru yaptı ve gerisini Ayşe Lebriz Berkem’e soruyoruz;

Toplumsal cinsiyetin, milliyetin, dilin vb dinamiklerin egemenliği altında farklı ve biricik bir ruh olarak yeşeren ve seyircisine sofistike bir alternatif sunan Biteatral neden Kültür Bakanlığı desteğinden faydalanamadı?

Düne kadar bilmiyordum. Destek alamayan diğer tiyatrolara yollanan ve 8. Maddeyi gerekçe gösteren bir açıklama bize gelmedi. Açıkçası varsayımlarda bulunmak için bir çabaya girmektense Bakanlığa şu soruları sormuştum: Başvurduğumuz oyuna onay vermemenizin gerekçesi nedir? Kriterleriniz nedir? Projelerimizi değerlendirenler kim?

Ama sonra bu sorularımın muhatabına ulaşmayacağını düşündüm. Kim görecek de bir açıklama yapacak? O zaman benim arayıp gerekçeyi sormam gerektiğini düşündüm. Aradım. Aldığım yanıt bu salgın sürecinde yaşadığım ikinci bir hayal kırıklığı idi. Bir belge muhasebecimden hatalı gelmiş ve ben de eksiksiz ve hatasız dosyamı tamamladığımı düşünerek başvurumu yapmışım. Benim için büyük bir hayal kırıklığı! Hatalı bir belge iletmişim meğer, düşünebiliyor musunuz? Ne saçma!

Tiyatro B Ï T E A T R A L 2010 senesinde bir grup oyuncu, tasarımcı ve koreografın bir araya gelerek işler üretmeye başlamasıyla adını duyurdu. Yaşadığımız zorluklara rağmen, maddi anlamda zarar etsek de manen güçlüydük. Dayanıyorduk. Ama salgın ile “durduk”. Kendi imkânlarımızla bu salgın zamanında ve ekonomik olarak da bir dar boğaza girdiğimiz bu süreçte yeni bir oyun yapmanın imkânsız olduğunu idrak ettiğimiz için ‘ilk kez’ Kültür Bakanlığının Özel Tiyatrolara Destek projesine başvurduk. Ama red cevabı aldık. Keşke ‘’Bu belgenin resmi olması gerekiyor’ denseydi ama bu da bir nevi ‘eleme’ şekli belki de… Çok üzüldük. Bu bizim önümüzdeki sezon yeni bir iş üretemememiz demek. Bağımsız tiyatrolardan biriyiz. Kendi ilkelerimizle, kendi estetik anlayışımızla, tarzımızla, sözümüzle, eylediklerimizle kendi yağımızla kavruluyorduk. Sanatsal üretimimizi bir şeylere rağmen yine de gerçekleştirebiliyorduk. Kültür Bakanlığının bizim gibi tiyatrodan hiçbir maddi beklentisi olmayan, kendi kendisini döndürebilecek bütçelendirmeye razı olan tiyatrolara destek olmasını beklemek hakkımız. O yüzden belge hatalıysa bunu düzeltmemizi istemeleri çok mu zordu ya da red cevabının gerekçesini açıklamaları? Sonuçta bütüne baktığımda şeffaflık ve hakkaniyetli davranmalarını bekliyorum. Her şeye rağmen kendileğimizce sahip olduğumuz yaratıcı ruhumuzun kaynağını kurutmamak ve sanatımızı icra etmeye devam etmek için çalışacağız. Bir süre ara verecek olsam da ‘’Vardım, Varım, Var olacağım’’

Ardı ardına kapanan ve kapanmamak için çırpınan tiyatrolar neden bu kadar yalnız ve çaresiz?

Salgın nedeniyle ülkemizin içinde bulunduğu koşullar zaten çok ağır. Bundan en çok zarar gören bazı meslek gruplarına devletin ‘’destek’’ vermesi şart. Salgında ilk kapatılan mekanlar tiyatrolar oldu. 1 Temmuz’da açılması açıkçası kime ne kadar şifa oldu bilmiyorum. Salgının hız kesmeden devam etmesi karşısında uzun süreli bir mağduriyetin içinde olduğumuzu anladık. Açık havalarda oyun oynanması söz konusu oldu ama bence ‘belli’ tiyatrolar dışındakiler yine oynayamadı. Meseleyi salgından önce ve salgından sonra diye ikiye ayırıyorum. Bu kadar sorun birdenbire patlak vermiş olamaz, öncesi olmalı. Bu demektir ki tiyatrolar zaten ayakta kalmak için çetin bir yaşamsal mücadelenin içindeydiler ve salgın beklenmedik bir zamanda kötü vurdu. Zaten ülkenin ekonomik olarak bu salgında kendini hemen toparlayabilecek bir durumda olmadığını da anladık. Böyle düşünüyorum. Bu nedenle sorun devletin bizleri kurtarmak isteyip istemediğinde kilitleniyor. Devletin bir kültür politikasının olması ve sanata olabildiğince sıcak bakması ve ‘kâr’ üzerinden değil toplumun sanatla olan bağını nasıl güçlendirebileceği üzerinden hesaplarını yapması gerekiyor ki ekonomik olarak sıkıntıda olunsa bile tiyatrolara, sanata destek ‘olmazsa olmazları’ olsun. Bugünkü yalnızlığın ve çaresizliğin pek de bugüne ait olmadığını anladım. Tabii bunda bugüne kadar bizlerin de bir arada olamamamızın bunda etkisi var. Öncelikle birlikteliği sağlayıp, taleplerimizde ısrarcı olmalıyız. ‘’DESTEK’ öncelikle mekânı olan tiyatroların yaşatılması için şart. Bir tiyatro salonu açmak hiç kolay değil. Eğer bir tiyatro kapanıyorsa bunun sembolik olarak ne ifade ettiğini de iyice düşünmeliyiz. Hüzünlenip, iki gün sonra unutulacak, sineye çekilecek bir şey değil. Hangi tiyatro olursa olsun seferberlik ilan edilmesi gerekir benim için. Sonra işini birden kaybeden ve geçim derdine düşen tiyatro emekçilerini de düşünmek gerekir. Zaten salgın öncesinde konservatuardan mezun olup gelecek kaygısı içinde olan yüzlerce genç vardı. Çözüm arayışımız, can çekişen ve acil çözüm bekleyen tiyatrolardan tutun yersiz yurtsuz bağımsız tiyatrolara, salgın nedeniyle işini kaybeden sanat emekçilerinden tutun, zaten iş bulamayan ve iki kuruşa farklı iş kollarında çalışmak durumunda kalan genç tiyatroculara kadar herkesi kapsamalı, kucaklamalı. Ben devletten gelecek yardımın yetmeyeceğini düşünüyorum. Bana kalsa emeğime iki kuruş değer biçildiğinde dik durmaya çalışır, almazdım ama bu da çok saçma çünkü devlet bizim vergilerimizle toplumun ihtiyacı olan destekleri karşılıyor, o halde hakkım olanı talep etmeliyim. Bana git ticaret odasına kaydol diyor, kaydoluyorum; bu belgeyi al diyor, o belgeyi alıyorum; bu evrakları doldur diyor, dolduruyorum; ne istiyorsa yapıyorum. İnanın stresi yeter! Beklentim nasıl oluşmasın, tabii ki ‘destek’ bekliyorum çünkü hakkım. Bu bizim iki kuruş için veryansın etmemiz değil; böyle anlaşılmasın. Artık ‘önce yiyecek ekmek gerekir’ noktasına gelindi ve insanlar ekmek derdine düştü. Bu ‘dert’ etrafında buluşup yalnızlığa da çaresizliğe de derman olacak koşulları yaratmamız gerekir. Aslına bakarsanız yaptığımız Tiyatro Sanatının bu ülkede yıllardır verdiği varoluş mücadelesinden başka bir şey değil. Bu salgın süreci birlik beraberlik ve dayanışma içinde olmamızın ne denli hayati önemi olduğunu gösterdi bizlere. Temel meseleler etrafında birleşsek bile yeter. Birbirimizi tanımak, sorunlarını bilmek, derdini anlamak önce bizden başlıyor. Biz, bize uzak kalmışız bu güne dek, ben öyle anladım. Bir ekonomistin sözü bu salgın zamanında hiç aklımdan çıkmıyor, ‘’Bu ‘pandemi’ süreci hepimize tek başına mutluluğun utanılacak bir şey olduğunu öğretecek’’. Sanırım öğretecek.

Tiyatrolar kendi aralarında birbirilerine destek olamaz mı? Bu çığlığı kimlerin duyması gerekiyor?

Çığlığımız Munch’un çığlığını çağrıştırıyor bana. Kendi adıma bu dönemde öyle arkadaşlardan destek gördüm ki, çığlığımı duydukları için onlara müteşekkirim. Ama keşke sorunumuz birbirimize verdiğimiz desteklerle bitebilseydi. Bu günlük çözümlerle tiyatro sanatının içinde bulunduğu çıkmazdan kurtulabileceğine inanmıyorum. Ben Nisan’dan beri mekanı kapanma tehlikesiyle karşı karşıya olan tiyatrolara destek olmak için tek kişilik oyunumu onlar için oynamayı düşündüm, hayal ettim ama gittikçe altında ezilmeye başladığım seyirci sorunum ortadayken ben nasıl olur da onlara dişe dokunur bir destek sağlayabilirdim? Maddi olanaksızlıklar nedeniyle aralıklarla iş üreten biri olarak seyircimizin sınırlı olması bile başlı başına moral bozucu benim için. O yüzden sesim çık(a)madı. Bence bu organizasyon gerektiriyor. Ya da duyarlı bir arkadaşımızın devlet desteğinden aldığı ödeneği alamayanlarla paylaşalım önerisi ne kadar çare olabilir ki? Zaten o para oyununu çıkartmaya yetmeyecek kadar az. Dolayısıyla bu destek bizlerden önce Devletten gelmeli. Dijital Kütüphane adı altında verilen minik destek gelir gelmez borçlara gitti zaten. Acımız kemiğe dayandı. Bugüne dek devam edecek gücü kendimizde bulabildiysek işimize, sanatımıza olan inanç, aşk, tukudur sebebi. Ama bizim için salgın döneminde yeni bir ‘’oyun kurmak’’ bir başka bahara kaldı. Içimdeki çığlık derin velhasıl. Bïteatral’in kuruluşunda kendimizi nasıl tanımladıysak bu hâlâ geçerli: “Bir şey” yapmanın telaşını yaşamaktan daha çok keyifle, ağız tadıyla oynamak ve bunu paylaşmak önemli bizim için…

Destek aldığı için sorgulanan tiyatro isimleri birbirine karıştı. Bu durumda destek için kriterler ne olmalıdır ve olmamalıdır?

Yine kendi adıma söyleyebilirim, destek alan her tiyatronun oyunlarını harikulade çıkarmalarını ve seyirciyle sağ salim buluşturmalarını bu mücadelenin içinde bir başarı olarak görüyorum. Biz bir senedir şahıs şirketine geçtik dolayısıyla işlerimizi Kültür Bakanlığı desteği ile gerçekleştirmemiz söz konusu değildi. Bu nedenle tartışmalara epey uzak kaldığımı itiraf etmeliyim. Dediğim gibi sorunlar aslında bu salgınla konuşulmaya başlandı. O yüzden devletten bir şey beklerken birlik beraberlik ve dayanışma içinde olduğumuz şu günleri ‘’koruma altına’’ almalıyız ki hem yapı sağlam olsun hem sürdürülebilir olsun. Tek can simidimiz kurulan bu yapılar. Bu yapılar aracılığı ile devleti şeffaf olmaya, adil olmaya davet edebilir; mesleğimizin inceliklerini ve gerekliliklerini anlatabilir; kriterlerin ne olması ve nasıl oluşturulması gerektiği konusunda bilgilendirebilir hatta bizzat kurulda yer almak için ısrarcı olabiliriz. Çünkü bakan bile olunsa kimse o mesleği icra edenler kadar bilemez. Hata payını ortadan kaldırmanın en etkili yöntemi meslek örgütleri ile işbirliği yapabilmektir. Aklın yolu bir. Eğer çözüm bulmak isterseniz tabii… Bu arada bizler de hazır biraraya gelmişken kendi özeleştirimizi yapmalıyız. Ben öncelikle hakkıyla ve emeğiyle destek alan tiyatroları rencide etmemek için ‘’şeffaflığın’’ tek kurtarıcımız olduğunu, kurulun kriterlerinin neler olduğunu net bir şekilde ortaya koymaları gerektiğini söylemekle yetineceğim. Ortalıkta konuşulanlar masaya yatırılmadığı sürece birer dedikodu olmaktan öteye geçmeyecek. Oysa dedikodu hepimizin düşmanı. O yüzden herkesin, tarafların şeffaf olmasını talep ediyorum şaibeyi ortadan kaldırmak için. Kendi adıma desteği alsam da almasam da kurul kim bilmek isterim. Projeleri değerlendirirken neyi gözettiklerini de… Bir tiyatronun yaptıkları yapacaklarının göstergesi ise o tiyatro neler yapmış diye araştıran bir kurul var mı gerçekten merak ediyorum. Sunduğumuz projeleri nasıl değerlendirdiklerini de… Bu iş araştırmayı gerektirir ve kuruldakilerin tiyatro sanatı üzerine sadece bir fikri olması yetmez; onun çok ötesinde bir vizyona sahip olmalılar. Tiyatroları tanımaları, takip etmeleri gerekiyor ki kimsenin hakkı yenmesin. Dediğim gibi destek alamayanların niye alamadıkları ve destek alanların da hangi kriterler üzerinden oyunlarına değer biçildiğinin net olması gerekir ki herkes kendine göre bir fikir yürütmesin. Net olsun her şey.

Artık her şey için çok mu geç, ya da nasıl telafi edilebilir?

Hiçbir şey için geç değil. Ama nasıl ilerleyeceğimize karar vermemiz gerekiyor. Devletten, yerel yönetimlerden, seyirciden destek gördüğümüz ve görmediğimiz koşullarda a planımız, b planımız, c planımız olmalı… bazı mücadeleler gün gelir çetinleşir gün gelir yumuşar; bunu zamanın koşulları belirler. Biz tiyatrocular bu salgın zamanında bir takım ‘çatı’ kuruluşlar etrafında toplandık. Bu kuruluşların da bizim adımıza gerekli ve yeterli mücadeleyi verip vermediğini ‘kazanımlarımız’ üzerinden denetlemeliyiz. Burada en önemli mesele hem ortak dertlerimiz üzerinden hem de kendi özelimizdeki ‘biricik’ dertlerimiz üzerinden bu mücadeleyi eşzamanlı vermemiz. Öyle olursa yaralarımızı süratle sarabiliriz. Kazanımların, kapsama alanı darlaşırsa ‘bir’ olma halimiz zarar görecektir. Bizi bugün için kurtaracak yegane şey arkadaşımın derdinin benim de derdim olmasıdır. Onunla birlikte sonuna kadar yan yana durabiliyorsam ‘güçlüyüz’ demektir. Kültür Bakanlığını şeffaf olmaya davet edebilir, bu salgın sürecinde vergi ve sgk borcu olan tiyatroların da başvurabilmesi için öneriler sunabilir, yeni bir destek programının acilen oluşturulması için Kültür bakanlığına ek bütçe talep edebilir; ileriye dönük olarak ödeneksiz tiyatrolara ayrılan bütçenin arttırılmasını isteyebilir; kurulun içinde yer alabilecek sanatçıları önerebiliriz.

Bütün bu çetin mücadelenin sonucunda şayet ‘kimsenin dönüp incelikleri anlamaya vakti yok’, misali kimsenin bizim derdimizi çözmeye vakti de nakdi de niyeti de yoksa… Kaldık başbaşa demektir. O gün geldiğinde düştüğümüz yerden kalkıp yine bildiğimiz yolda üretmeye devam ederiz. Başka yolu yok.

unlimitedrag

Paylaş.

Yanıtla