Dikmen Gürün
Sahne sanatları yeni bir yöne doğru mu evriliyor? Kimi yazarların post-modernizmin ölümü şeklinde yorumladıkları bir gelişme mi bu? Bu bağlamda yazarların, akademisyenlerin ve tabii ki sanatçıların yapılan ve de kendi yaptıkları işlerle hesaplaşmaları dikkat çekiyor. Örneğin; Philip Auslander, Steve Dixon’un “Digital Performance” adlı kitabı üstüne yaptığı bir değerlendirmede; dijital ortamın / alanın tarihsel, kuramsal ve uygulama temelli ele alınışındaki tartışma alanlarına değindiğinden söz ediyor. Kitapta; antik Yunandan konstrüktivizm ya da fütürizme uzanan akımlarla hesaplaşan Robert Lepage, Merce Cunnigham, Laurie Anderson gibi çağdaş sanatçıların izlerinin sürülmesi de ilginç. Aklıma LePage’ın 2017’de Edinburgh Festivali’nde izlediğim “887” adlı oyunu geliyor… Okunası bir kitap “Dijital Performans.”
Mehmet Kerem Özel de Mimesis’te okuduğum “İnternetten çevrimiçi yayımlanan ‘uzaktan’ gösterilerin ‘burada’ olma halleri” başlıklı yazısında Peter Brook’un “boş mekân” kavramından yola çıkarak ekranın bir mekân olarak kullanılması üstüne odaklanıyor.
Doğaçlama dersler ve gelişmeler
Yönetmen ve tasarımcı Naz Erayda ise Okan Üniversitesi Konservatuvar Tiyatro Bölümü’nde vermekte olduğu “Uzam-Zaman-Beden” odaklı doğaçlama derslerinin pandemi sürecinin başlamasıyla ne yönde yol aldığını anlatıyor: “Konservatuvardaki bu derslerde, öğrencilerimle aynı mekânda, birlikte yaptığımız çalışmaları, pandemi döneminde Zoom ortamında yapmaya başladık” diyor. “Hepimiz ayrı mekânlarda, hatta, kimimiz başka bir ülkede veya şehirdeydik. Bu koşullar altında birbirimizle iletişim kurmanın yollarını ve o dijital ortamda kendimizi ifade edebilmenin sınırlarını araştırıyorduk.”
Peki, nasıl ilerliyordu araştırma ve iletişim? “Her oyuncu kendi bulunduğu mekânda önceden benim belirlediğim tema, kadraj/çerçeve, ışık, tavır/oyun üslubu içinde ve bazı kurallar çerçevesinde cep telefonu kameralarıyla defalarca çekim yaptı. Her aşamada herkes için bazen içerikle, bazen oyunculuk, bazen teknik meselelerle ilgili yeni problemler oluşuyordu ama bu vesileyle iletişim kurmanın yolunu bulmuş olmak paha biçilmezdi.”
Naz Erayda, İstanbul Tiyatro Festivali’nde Kumpanya ile yaptığımız çalışmalarda da gözlemlediğim kadarıyla; “Faustofeles,” “Kim O?” “Everest My Lord” gibi oyunlarda doğaçlamalarla kurduğu oyun diliyle kaydedilmiş görüntü ve sesi birleştiriyordu.
Üretilen İşler
Dün Kumpanya’da yapılan işlerden yola çıkarak bugün, genç oyuncularla konservatuvarda veya dışarıda farklı ortamlarda yaptığı işler şunlar: “Pencereyi Rüzgâr Kapatmış,” “Belli Bir Yer,” “Lalatuni,” “Saçların Uzamış,” “Sol Elimle Gardırobun Sol Kanadını Açıyorum,” “Uyuyamadım.” Yazar ve yönetmen Kerem Kurdoğlu’nun, disiplinler arası sanatçı Maya Kurdoğlu’nun katkılarıyla hayata geçmiş çalışmalar… Bu arada, “Pencereyi Rüzgâr Kapatmış” adlı videoda akademisyen sosyolog Meltem Ahıska ve sanatçı Sevinç Çalhanoğlu’ndan alıntılara da yer verilmiş.
Çalışmalarını şöyle toparlıyor Naz Erayda: “Başlangıç noktaları olarak zihnimde imgeler, kavramlar ve çağrışımların uçuşmaya başlaması, bu çağrışımların uzam/mekân/yer, zaman, beden ilişkisi üzerine düşüncelere dönüşmesi, beni her zaman ilgilendiren bellek, arada olma hali, azınlık olma hali, öteki, sınırlar, iletişim, beklemek, bakmak, görmek, duymak gibi daha bir sürü kavram üzerine canlı ya da kaydedilmiş anlar oluşturmam için itici güç oluyor. Dijital platform için işler yaparken, bu mecrayı yok sayarak değil, onunla ve onun gerçekliği içinde yapabileceklerimin sınırları ilgilendiriyor beni.”
Erayda, yine kendi sözleriyle, parçalı yapıları olan ama tümü izlendiğinde başka bir dil, başka bir algı oluşturmasını umut ettiği bu dil üzerinde geliştirdiğini söylüyor çalışmalarını. Ve bu çalışmaları farklı disiplinlerle, farklı sosyal kesimlerle sürdüreceğini vurguluyor.