[Umut Beşkırma’nın T24 Gazetesi’nde yayınlanan yazısını okuyucularımızla paylaşıyoruz. ]
Bir tiyatro açmak yalnızca bir tiyatro açmak değildir. Bir tiyatro mekânının varlığı çevresindeki alanı olduğu gibi değiştirebilir.
2007 yılının nisan ya da mayıs ayıydı… Konservatuvarın tiyatro bölümünün son sınıfındayım ve mezun olmama yalnızca birkaç ay kalmış. Okul biter bitmez yurt dışına giderek; dünya görmeye ve dil öğrenmeye karar vermişim. Gözüme de Londra’yı kestirmişim. Bunun nedeni Türkiye’den tanıdığım tiyatro yönetmeni Mehmet Ergen’in Londra’da “Arcola Theatre” isimli bir tiyatrosunun olması. Mehmet Ergen’le de bir süre önce Türkiye’de bir projede tanışmış ve Londra’ya onun tiyatrosunda çalışmak için gitme fikri kafamda belirmişti. Kendisiyle bu konuda konuşmak istediğimi söyleyince beni evine davet etti. Tiyatrodan, Londra’dan ve oradan buradan bir süre konuştuk. Sonra bana “Bir tiyatro açsan nerede açardın?” diye sordu. Benim cevabım hiç düşünmeden”Beyoğlu” oldu. Sonra da Kadıköy ve Beşiktaş’ı mırıldandım galiba. O da bana “mesela Zeytinburnu’da ya da Bağcılar’da açsan?.. O bölgelerde tiyatro yok” dedi. Ben biraz şaşırmıştım. “Yani… Olabilir tabii…” dedim. Aslında tam da ne diyeceğimi bilemedim. Sonra ne oldu hatırlayamıyorum. Konu karıştı, değişti ve başka bir yere geçtik sanırım. O günden aklımda kalan en net şey Mehmet Ergen’in bilgisayarından yükselen”Hasta Siempre” şarkısının Nathalie Cardone yorumuydu.
Bu sohbetin üzerinden 13 yıl geçti. Fakat birkaç hafta önce o güne tekrar gittim. “Bir tiyatro açsan nerede açardın?” sorusu zihnimde bir anda yeniden beliriverdi. Üzerine bir kez daha düşünmeye başladım. Bu sorunun beni götürdüğü yerde zihnim bir soruyla daha karşılaştı. Bu soru “Biz tiyatroyu neden ve kimin için yapıyoruz?” sorusuydu.Tabii ki arkasından da bin yıldır sorulan “sanat sanat için midir, sanat toplum için midir?” sorusuna bağlanabiliriz.
Bugün Kadıköy’de onlarca özel tiyatro var. Bağcılar’da ise bir tane bile özel tiyatro yok. Sanat; sınıfsal ve ekonomik koşullar bir yana herkes için bir ihtiyaç elbette. Fakat şehrin banliyölerinde tiyatroyla hiç tanışmamış/tanışamamış çok büyük bir kitle var. Bakın, yeterli derecede oyun izleme fırsatı yok demiyorum. Hiç tanışmamış diyorum! Bugün Kadıköy ve Beyoğlu ilçelerinin toplam nüfusu bile bir Bağcılar etmiyor. Bağcılar’da toplam 745 bin 125 kişi yaşıyor. Neredeyse milyona yakın insan…
Bağcılar’da lokomotif sektör tekstil… Birçok binanın bodrum katı tekstil atölyesi olarak çalışıyor. Asgari ücret karşılığında, sosyal güvence dahi olmadan çalışılan uzun ve boğucu saatler… Bunu yaşayan sadece yetişkinler değil. Küçük yaştan itibaren bu atölyelerde çalışmak zorunda olan çocuklar da var. İlçede keyifli vakit geçirilebilecek çok fazla alan yok. Okul çıkışlarında döner bıçaklı kavgalar rutin olmuş. Kadına karşı olan bakışa gelirsek o da memleketin geneli gibi. Çürük ve arızalı… Eskiye nazaran daha sakin seyretse de bir de uyuşturucu meselesi var. Görüldüğü üzere işçi haklarından çocuk haklarına, gençlerin sorunlarından kadın meselesine kadar her tür sorun var. Buradaki ve benzer bölgelerdeki nüfusun yaşadığı bu sorunlar Türkiye’nin sorunudur. Yani hepimizin sorunudur.
Peki sanatçılar Kadıköy”de tiyatro yaparak Bağcılar’a ve benzer bölgelerdeki mahrum insanların ruhuna nasıl tesir edecek? Sanatçılar Kadıköy’de tiyatro yaparak yalnızca kendisine benzeyen insanlarla mı birlikte olmak istiyor? Oyunlarını yalnızca sosyo-kültürel olarak kendine yakın bulduğu bir seyirciyle mi paylaşmak istiyor?
Bağcılar’ın birkaç farklı mahallesinde bu merdiven altı çalışan tekstil atölyelerinin yerine birkaç tiyatro açsak nasıl olurdu? Bir tiyatro açmak yalnızca bir tiyatro açmak değildir. Bir tiyatro mekânının varlığı çevresindeki alanı olduğu gibi değiştirebilir. Oyuncuların semtteki varlığı, mahalledeki baskıcı atmosferi yırtıp geçen renkli temsiller, tiyatronun gençler için atölyeler düzenlemesi gibi faaliyetler dönüşümün başlangıcı için yeterli olabilir. Döner bıçağından tecrübeli olan gençlerin eskrimde de başarılı olması bir tesadüf olmaz böylece.
Bağcılar’dan çıkan ve Bağcılar’ın da ötesine geçen, seveni çok bir rap grubu var. İsmi Canbay & Wolker. Bilmiyordum, tanımıyordum, öğrendim. Ailelerinin de desteğiyle bir tekstil atölyesinin arka odası denecek bir alana kayıt stüdyosu kurmuşlar. Şarkılarını burada kaydediyorlar. Ve bu müzik işi, çevrelerinde yaşayan bir sürü başka gence motivasyon kaynağı olmuş. Onlar da müzik yapmak istiyorlar. Dönüşümün önlenemez hamlesi…
Tiyatro açmanın ve onu ayakta tutabilmenin ne kadar zor olduğunu çok iyi biliyorum. Bu bahsettiğim bölgelerde tiyatro yapmanın normalden kat be kat zor olacağını da çok iyi biliyorum. Belki belediye ve devletin desteğiyle bu tarz girişimler cesaretlendirilebilir. Tabii ki sadece devlet ve belediyenin varlığı yeterli olmayacaktır. Zor mu, zor; ama imkânsız değil.
Bugün, İstanbul’un dört bir yanında sahneleri olan İBB Şehir Tiyatrosu’nun genel sanat yönetmeni olan Mehmet Ergen’in o gün tiyatro ve seyirci konusuna bu noktadan bakmış olması tiyatro ve seyirci adına sevindirici diye düşünüyorum.
Bu arada ben Londra’ya gidemedim. Ne demiş John Lennon; “Hayat, sen planlar yaparken başına gelenlerdir.”