Mehmet K. Özel
Son yıllardaki çoğu Pina Bausch yapıtının aksine “Sweet Mambo” çoşku veya neşe içinde topluca edilen bir dansla değil, bir soloyla sonlanıyor. Alışılmadık bir bitiş!
Yine, Bausch’un son yıllardaki diğer yapıtlarının aksine, “Sweet Mambo“da bir dansçı topluluktan biraz daha ön planda. Zaten yapıtı bitiren soloyu dans eden de o: Julie Shanahan.
Julie Shanahan bir erkeğin kollarında havaya kaldırılmışken, diğer bir erkeğin tuttuğu bembeyaz yastığa bırakıyor kendini… Başka bir sahnede bu sefer kucağında kocaman bir yastık, iki erkeğin uçlarından sıkıca tuttukları beyaz çarşafa bırakıyor kendini; yaylanıp kalkıyor, tekrar atıyor kendini yumuşak çarşafa… Onu ismiyle canhıraş çağıran sese doğru koşarken her seferinde iki erkek tarafından kollarının altından tutularak havaya kaldırılıp geri sürükleniyor; “Let me go! Let me gooo!” (“Bırakın gideyim!”) haykırışları eşliğinde defalarca koşuyor sese doğru, defalarca erkekler tarafından geri sürükleniyor; defalarca tekrarlanıyor bu gidiş-geliş; “Julieeee!!!” diyerek onu çağıran ses her defasında daha acı, daha tiz haykırdıkça…
Solo dansı, iki erkeğin birer ucundan tutup sahnede verevine ileri geri taşıdıkları büyük siyah masayla durmadan kesiliyor; Shanahan kah masanın altına yuvarlanıyor, kah belinden kırılıyor masanın temasıyla… Erkeklerden biri onu belinden tutup havaya kaldırarak tül perdelerin ardından defalarca öne doğru hızla taşıyor; her defasında geri dönüp tekrarlıyorlar bu ritüeli; tül perdenin Shanahan’ın suratını yalaması keyifini…
Shanahan tuttuğu tuğla şeklindeki ağır taşı ikiye ayırdıktan sonra kollarını iki yana açıp yüksekten aşağıya bırakıyor parçaları; iki yanındaki erkekler yere değmeden son anda yakalıyorlar taşları. İki kere daha tekrarlanıyor bu sahne… Bir kova suyu üstüne boca ediyor, erkeklerin getirdiği her yeni kova suyu üzerine dökerek sanki uyanmak istiyor gördüğü kabustan; ayılmak istiyor belki de…
Koreografi olarak ise; birinci bölümde Julie Shanahan’ın uzun bir solosu ve Michael Strecker ile bir duosu var. Yapıtın hemen ikinci sahnesinde önce kollarını okşayarak başlıyor solosuna, ardından sahnenin arkasında asılı kat kat beyaz tül perdeler rüzgarla birlikte dalgalanmaya başlıyorlar; Shanahan adeta rüzgarla okşuyor kollarını…
İkinci bölümde ise ikinci bir solosu ve bunu tekrar ederek yapıtı sonlandırdığı solosu var. Shanahan rüzgarla savrulan etekleriyle, delicesine savrulan tül perdeler arasında kaybolurken ışıklar yavaş yavaş sönüyor ve “Sweet Mambo” bitiyor…
…
Julie Shanahan’ın bedeninde Pina Bausch’un ruhunu mu izliyoruz; Julie, Pina’nın bir nevi alter-egosu mu diye sormadan edemiyor insan. Belki de Pina Bausch’un bütün kadın dansçıları onun birer alter-egosudur.
Garip bir şekilde, “Sweet Mambo”da rol alan yedi kadın dansçıdan dördü (Julie Shanahan, Julie Ann Stanzak, Helena Pikon ve Clementine Deluy) fizik, duruş, zarafet ve endam açısından birbirlerine -ve Pina Bausch’a- çok benziyorlar; sadece saç renkleri farklı. Çok dikkatli olmadığınız -ya da kendinizi kaptırdığınız- takdirde, hele de Marion Cito’nun zarif kostümleri içinde, karıştırılmaları çok olağan.
Garip çünkü dördünün bu yapıtta rol almaları bir tesadüf.
Pina Bausch “Sweet Mambo”da, ondan bir sene önce hazırladığı “c”da rol almayan dansçılarıyla çalışmış. 2007’de Hindistan üzerine olan “Bambo Blues”u oluştururken dansçılarına sorduğu soruları, 2008’de bu sefer, o yapıtta çalışmamış olan dansçılarına sorarak bir deneme yapmak istemiş: “Aynı sorular farklı dansçılara yöneltilirse, aynı çıkış noktası farklı dansçılarla ele alınırsa ortaya nasıl bir yapıt çıkar?” denemesi.
Dolayısıyla; fizik, duruş ve endam olarak birbirine çok benzeyen dört kadın dansçının bu az kadrolu (sadece 10 dansçı) yapıtta bir araya gelmeleri sadece bir tesadüf. Ama “Sweet Mambo”nun, Pina Bausch’un son dönem yapıtlarıyla karşılaştırıldığında; yoğunluğu, kişiselliği ve samimiyetiyle öne çıkması tesadüf olmasa gerek.
Bu melankolik yapıt, genel olarak bakıldığında Bausch tarzının devamı niteliğinde olsa da, son yıllardaki yapıtlarının olmadığı kadar karanlık, duygulu, derin, gizemli ve içkin haliyle; tatlı bir rüyadan ziyade acı bir kabusa yaklaşan atmosferiyle belki de Pina Bausch’un bir yıl sonraki ölümünün habercisi…
“Sweet Mambo”nun yoğun melankoli kokan, karanlık ve gizemli tonunun gerekçelerinden biri, bu yapıtta rol alan 10 dansçının topluluğun en eskilerinden olmaları. Pina Bausch’un, aynı sorulara maruz kalan “gençler” ile oluşturduğu 16 dansçılı “Bambo Blues”un hareketli, dışa dönük, tatlı-komik halinden eser yok “Sweet Mambo”da. “Sweet Mambo” yaşın ve tecrübenin getirdiği karamsarlığı, koyu ironiyi ve ağır zarafeti taşıyor.
…
“Kadın dansçılar Pina’nın alter-egosu mu acaba?” diye sordum ya; tam da bunu olumsuzlarcasına, üçü kadın biri erkek dört dansçı yapıtın içerisinde belli aralıklarla seyircilere dönerek adlarını söylüyorlar ve ardından, “Sakın unutmayın!” diye tembih etmeyi unutmuyorlar.
Regina Advento adının “Regina” değil, “Rejina” da değil, “Hhhejina” olarak telaffuz edildiğini söylüyor. Julie Ann Stanzak burnunun, bacaklarının, melankolisinin, gözlerinin ve karakterinin hangi aile fertlerine çektiğini belirttikten sonra, “Kulaklarım ise sadece bana has” diyerek bitiriyor konuşmasını; adının Julie Ann Stanzak olduğunu ve bunu unutmamamız gerektiğini söylemeyi ihmal etmeden. Nazareth Panadero ön adının şehir ismi, soyadının ise fırıncı anlamına geldiğini açıklıyor. Daphnis Kokkinos ise askerde boyu sorulduğunda 180 cm. dediğini, karşılığında “Herkes öyle söylüyor. Senin boyun 177 cm. olsun” cevabını aldığını ve nüfuz cüzdanına bu yüzden 177 yazıldığını ama gerçek boyunun 180 olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Adım Daphnis Kokkinos. Sakın unutmayın!”
Pina Bausch her yapıtında sahne-salon, sanatçı-seyirci arasındaki duvarı yıkmaya yönelik teatral sahneler kullanır. Yapıtlarında dansçılar sahne üzerinde birbirlerine seslenirlerken gerçek isimlerini kullanırlar; hele de Wuppertal seyircisi için onlar kapı komşusu, komşunun oğlu-kızı gibidirler; hatta seyircilerin çoğu dansçıları adlarıyla tanırlar.
Dansçıların isimlerini söyleyerek kendilerini tanıtmaları ve daha da ilginci, ardından “Sakın unutmayın!” uyarısı yapmaları müthiş bir hüzün barındırıyor, çünkü bu sahneler; “unutulmak” ve “hatırlanmaktan” başlayıp “benimsenmek”, “kendini kanıtlamak zorunda olmak” ve oradan da “kendin olmaya çalışmak”a kadar giden anlamlar barındırıyor.
Ve aynı zamanda “samimiyet” ve “kendini karşındakine sonuna kadar açma cesaret ve arzusu”.
Julie Ann Stanzak yukarıda bahsettiğim sahneden hemen sonra ön sıradaki erkek seyircilerden birine gidip elbisesinin yan fermuarını sonuna kadar açtırıyor; askılar omuzlarından düşmüş, fermuarı açık, elleri elbisesini göğüslerinde tutar şekilde kalkıyor ve onu arkada bekleyen Andrey Berezin’e doğru ilerliyor. Berezin elini açık olan elbiseden içeri sokuyor, Stanzak onu engelliyor.
İkinci bölümü başlatan inanılmaz güzellikteki sahne ise Bausch antolojisine geçecek kadar mükemmel:
Üç kadın dansçı sahne önüne geliyor; elbiselerinin önce askılarını indiriyor, sonra sırt kısımlarını bellerine kadar açıyorlar. Arkalarından yaklaşan üç erkek dansçı, bellerinden boyunlarına kadar çıplak olan kadınların sırtlarına yüzlerini sürtüyorlar; öpme yok, dudaklar devreye girmiyor, sadece tenler; erkekler suratlarının her bir noktasını evirip çevirerek kadınların sırtlarında gezdiriyorlar.
Bausch dansçılarının seyirciyle “yakın teması” ve kadın-erkek ilişkilerine dair sahnelerdeki tensel erotizm çarpıcı.
…
“Sweet Mambo”da Bausch’un çok sevdiği ilüzyonlar yok belki, ancak yapıt yoğun bir gizem barındırıyor.
Sahnenin en arkasına asılmış kat kat, katman katman upuzun beyaz tül perdeler arasından belirerek sahneye giriyor dansçılar; aralarında kaybolarak çıkıyorlar sahneden.
Zaman zaman tüllerin arkasında silüetler seçiliyor; belli belirsiz çıplak kadın silüetleri. erkekler, perdenin arkasındaki o silüet halindeki kadınların başlarını okşuyorlar, onları seviyorlar, onlara sarılmaya çalışıyorlar, başlarını kadınların karınlarına koyuyorlar. Başka bir sahnede ise, bu sefer erkekler tüllerin arkasında yüzleri yukarı dönük şekilde dört ayak üzerinde durup kadınlara rahat bir kucak oluyorlar otursunlar diye…
İlk bölümde kısa bir süre sağ yandan tek bir tül perde, içine hava üflenmesiyle dolmuş olarak sahnede salınıyor tek başına.
İkinci bölümde ise; içine hava üflenen aynı perdenin içinde bu sefer bir kadın dansçı herkesten, her şeyden, sahnenin geri kalanından soyutlanmış, korunmuş ve yalnız dans ediyor. Karanlık sahnede yandan gelen ışık sayesinde lirik olduğu kadar dramatik bir etki de kazanan tül perde içindeki dansçı, sırça köşkteki kuşu andırıyor; bir yandan Lisa Ekdahl’in ince, kırılgan sesiyle yorumladığı “Cry me a river” kulaklarımızı okşuyor…
…
Pina Bausch komik, ironik, trajikomik anların; teatral sahne ve durumların da yabancısı değildir; bunlara bolca yer verir yapıtlarında. “Sweet Mambo”da onlar da en aza indirilmiş.
Sadece Nazareth Panadero, “kasabanın soytarısı” babında eğlendirici ve komik. Komşusunun papağanı ile olan sohbetini, doktorunun sesine zarar gelmemesi için ne çok bağırma ne de fısıldama uyarısını; anneannesinin ormanda annesini aradığını, bulduğunu, ama biraz geç kaldığını, bu sayede kendisinin doğmuş olduğunu anlatışını; Moskova’ya gösteri için gittiklerinde öğlenleri tiyatronun kantinindeki leziz yemekler için girdikleri sıraya nasıl hep birinci olmak için koştuğunu dinledik keyifle.
Yapıt ilerledikçe Panadero’nun önce sarı perukla, sonra takma burun ve gözlükle kendini başkalaştırmaya çalışmasına tanık olduk. Böbürlenerek yeni küpelerini de gösterdi bizlere; kendine çıplak bir ampül tutarak bu sayede daha iyi gözüküp gözükmediğini de sordu.
“Sweet Mambo”da insanın yalnızlığını gidermesi, yalnızlığının üstesinden gelmesine dair ironik tavsiyelerde de bulundu dansçılar; içine düştükleri traji-komik durumlardan bahsettiler.
Julie Ann Stanzak “Eğer bir partiye yalnız gidiyorsanız ve giydiğiniz kıyafetten emin değilseniz, alın elinize bir bardak şampanya ve etrafa bakışlar atarak kendi kendinize “Brush, Brush” diye fısıldayın.” diye öğütledi bizlere. “Brush, Brush”ı hatta gösteri arasında fuayede denememizi de tembihledi.
Aida Vaineri ise Los Angeles’ta otelden çıktığında ona takılıp konuşmak isteyen iriyarı zenci adamla olan hikayesini, zencinin İngilizcesini taklit ederek anlattı; adam ona yaklaştıkça, Vanieri geri çekilmekte, zenci “Bana bir şey mi söylemek istiyorsun?” diye üsteledikçe, Vanieri nasıl ürkekçe “Yok, hayır, hayır” deyişini anlattı. sonra da adamın yerine geçip “Konuşmak istemiyorsan konuşma, zaten artık kimse birbiriyle konuşmuyor, birbirini dinlemiyor! Ben de kendi kendimle konuşurum.” deyişini oynadı.
…
“Sweet Mambo”nun en temel çıkış noktalarından biri hava, ve havanın en bariz cisimleşmiş şekli olarak rüzgar.
Bausch’un 30 yıllık sahne tasarımcısı Peter Pabst “Sweet Mambo”da sadece rüzgarda sallanan kat kat, upuzun beyaz tül perdeler kullanmış. Hatta bazı sahnelerde o rüzgar da yeterli gelmemiş, rüzgarda sallanan tül perdelerin üzerine “rüzgarda dalgalanan tül perde görüntüleri” yansıtılmış; katmerli hale getirmiş rüzgar hissini.
An geliyor, tüller gerçek rüzgarla mı dalgalanıyor yoksa üzerlerine yansıtılan görüntülerden dolayı dalgalanıyormuş gibi mi gözüküyor karışıyor.
“Sweet Mambo”nun tek ilüzyonu bu gerçek-yansıma ikileminden doğuyor.
Rüzgar hissi yapıtta çok basit ama mükemmel bir koreografik tasarımla da anlatılıyor.
Hani rüzgar insanın yüzünde hissetmeyi sevdiği bir şeydir ya; bir erkek dansçı havaya kaldırarak perdelerin ardından sahnenin önüne doğru hızla taşıdığı kadın dansçının suratını tül perdelere yalatıyor.
…
“Sweet Mambo” bitmesi istenmeyen rüya ile bir an önce sonlansın diye uyanılmaya çalışılan kabus arasında bir yerde, arada, eşikte olma halini anlatıyor.
Tekinsizlik, gizem, karanlık barındıran; insanı sersemleten, ürküten, huzursuz eden; rüya mı gerçek mi, rüya mı kabus mu olduğu algılanamayan; insanın o tarafta mı yoksa bu tarafta mı olduğunu idrak edemediği bir ruh hali.
Tül perdelere yansıtılan bir ormanın gece görüntüsü, gecenin sesleri, ağustos böcekleri, loşluk… Yastıklar, çarşaflar… Haykırışlar, hedefe defalarca koşmaya çalışıp varamamalar… Dört ayak üstünde sürünerek yürüyen, abartılı maskeleriyle sado-mado cinsel fantezilerini tatmin eden kadın ve erkekler… Her defasında bedeninin ağırlığını bir tarafa yükleyerek dört ayak üstünde salına salına dolaşan kadın ve erkekler… Uyanmak için boca edilen sular… Tüller arasında gezinen, belli belirsiz görülen çıplak kadınlar… Opera dürbünüyle uzaktaki bir şeyi seyrederken bir yandan da dizinde oturduğu erkeğin yukarı aşağı oynatışlarıyla orgazm haykırışları çıkaran kırmızı jartiyerli kadınlar… Kendisini çağıran sese ulaşmaya çalışan ama bir türlü varamayan; “Let me go! Let me go!” diyerek haykıran kadınlar… “Run! Run! Run!” diye bağırarak, önden koşan erkek tarafından saçından ve eteğinden çekiliyor halde koşan/kaçan kadınlar… Eteğinin içine aldığı havayla kabaran simsiyah, askılı bir gece elbisesi giymiş kadının, elbisesini askılarından tutup kaldırarak, başı gökyüzüne çevrili, mikrofonsuz söylediği “Little bird” şarkısı…
İşte bütün bu sahneler “Sweet Mambo”nun tatlı rüya ile acı kabus arasında arada, eşikte olma halini betimliyorlar.
…
Pina Bausch yapıtlarını insankızı ve insanoğlunun bilinçaltına yerleşmiş duygu ve durumlardan; insan beyninin ve kalbinin bilinmeyen gizli dünyasından esinlenerek ortaya çıkarır; yapıtları bu duygu ve durumları, bu gizli dünyayı anlatır.
Belki de bu yüzden Pina Bausch yapıtları hakkında konuşmayı tercih etmez; her seyircinin kendi birikimi ve gözüyle izlemesini ve yorumlamasını ister.
Anlaşılması, sırrına vakıf olunması zordur aslında Pina Bausch’un yapıtlarının.
“Sweet Mambo” 10 dansçıdan oluşan dar kadrosuyla alçakgönüllü; bir oda müziği yapıtı kadar derin; yoğun ve içkin atmosferiyle diğerlerine -hele de son dönemki yapıtlarına- nazaran anlaşılması daha zor bir yapıt.
Samimi ancak seyirciye sunduğu ipuçları sınırlı.
Bir anlamda “Café Müller”in devamı gibi. Hatta “Café Müller”den de soyut, çünkü fiziki mekana dair hiçbir bariz referans içermiyor.
“Sweet Mambo” arafta olma hali gibi sanki; tam olarak tanımlanamayan bir yerde, boşluktayız, ama ayaklarımız yere de basıyor; zemin sağlam değil belki, ama kaymıyor da ayaklarımızın altından.
Bausch’un, son 20 senedir önemli bir toplam oluşturan şehirler üzerine yapıtlarının aksine, Wuppertal’de çıkmış bu yapıt, diğerleri gibi albenili, nefes kesen, cazibeli sahneler (gül dağları, şelaleler, sağanak yağmurlar, lapa lapa karlar, binlerce karanfil); komik, hafif ve neşeli durumlar (hamam sahneleri, su oyunları, açan çiçekler altında öpüşen çiftler) barındırmıyor.
“Sweet Mambo” her şeyden arınmış, azaltılmış; süsü, dikkat dağıtacak, göz alacak ögesi olmayan; sadece gerekli olanla yoğunlaştırılmış bir yapıt. Belki de bir başyapıt!
“Sweet Mambo” zaman zaman duru, zaman zaman fırtınalı ama nasıl olursa olsun sade; yoğun; içerden, çok çok derinlerde, öze dair; açık ve samimi ama aynı zamanda çok da kişisel, çok Pina Bausch’a ve dansçılarına “ait” bir yapıt; güçlü ve sağlam!
…
2008’deki prömiyerinde Alman eleştirmenlerin genel olarak -Bausch’un kendini tekrar ettiği ve yapıtın “bildik sahnelerden” oluştuğu eleştirileriyle- pek beğenmedikleri, ancak Wuppertal seyircisinin çok sevdiği ve 10 dakika boyunca ayakta alkışlandığı “Sweet Mambo”, benim izlediğim 26-27 Kasım 2010 tarihli akşamlarda da Wuppertal seyircisi tarafından, topluluğu beş defa selama çıkaran uzun ve çoşkulu bir alkışla ödüllendirildi…