Serkan Fırtına
Bu yazımda dünyayı etkisi altına alan ve halen tam olarak kontrol altına alınamayan salgın ile ilgili ülke ve dünya basınına düşen bazı haberlerden yararlanacağım.
Nevşehir Ürgüp’te karantina altına alınan bir köyde, yasak olmasına rağmen cenaze törenine katıldıkları için 45 kişinin coronavirüs testi pozitif çıkmış. İmam ve muhtara soruşturma açılmış. Düşünelim; karantina altına alınmak bile bu insanların köydeki bir cenaze törenine toplu katılımını engelleyememiş.
Kahramanmaraş’ın Afşin ilçesinde de yasağa rağmen toplu katılımın olduğu bir nişan töreni düzenlenmiş. Nişana katılanlardan 5 kişinin testleri pozitif çıkmış. Bunun üzerine tüm mahalle karantinaya alınmış ve pozitif sayısı 81’e yükselmiş. Yetkililer nişana katılanların hepsini aramaya başlamış. Düşünelim; hasta olma, belki de ölme pahasına bir kutlama ve tören için bir araya gelinmiş.
Kayseri’de yaşanan “üfürükçü” hadisesi de trajik olana komik ögenin biraz daha fazla yüklenmiş hali. Koronadan korunmak için üfürükçüye giden mahalleliler karantinaya alınmış. Çünkü üfürükçü kadın korona virüsü taşıyormuş. Yaşanan olaydan ötürü Kayseri Tabip Odası “Üfürükçüye gitmeyin” diye açıklama yapmak zorunda kalmış. Düşünelim: Bir musibetten kurtulma adına akıl dışı bir yol izlenmiş ve musibet kendilerini bulmuş.
Kars’ta koronavirüs tedavisi sonrası taburcu edilen birinin boğa keserek yakınlarına yemek vermesinden sonra vaka sayıları artmış. Düşünelim; kurban ritüelinin her koşulda sürmesi ve bulaş riskine rağmen toplu yemek düzenlenmesindeki ısrar. Üstelik hastalıktan yeni kurtulduktan hemen sonra…
Tüm bunlar bir zihniyet sorunudur. Bu topraklarda insanların düşünme biçimlerini anlayabilmek için, olaylara ve durumlara karşı takındıkları davranışların kökenlerine inmek gerekiyor. Aydınlanmanın bu coğrafyada bir türlü dikiş tutturamamasından dolayı, birçok meselenin temel sorunsallarına geri dönmemiz şart. Postmodernist tanımlamalar içinde debelenmeyi bırakıp, bu gibi akıl dışı örneklerle baş etmenin yollarını düşünmek gerek.
Tabi bu sürecin ekonomik ve sınıfsal sarsıntıları ve sıkıntıları da var: Adana’da patates sökümünden dönen bir minibüse 14 kişilik araçta 34 kişi taşıdığı için 45 bin lira ceza yazılmış. Düşünelim; ulaşım ve servis desteği verilmeyen, çalışmak zorunda kalan tarım işçilerinin yaşamaya hakkı yok mu?
Salgının savaşları durdurmadığını hepimiz biliyoruz. Yoksulluğun, yoksunluğun ve vahşetin hüküm sürdüğü Afganistan’da, IŞID ve Taliban eylemlerini acımasız bir şekilde sürdürmeye devam ediyor. 12 Mayıs’ta başkent Kabil’de içlerinde bebeklerinde olduğu bir hastaneye ve bir cenaze törenine yapılan intihar saldırısında tam 24 kişi hayatını kaybetmiş. Herkes Koronanın aşısını merak ediyor ama asıl barışın aşısı bulunacak mı?
Kamerun’daki olay da yine trajik olanla komik olanın harmanlandığı bir kara komedi hikâyesi. Kendini peygamber olarak tanıtan papaz Franklin Ndifor Afanwi koronavirüs nedeniyle hayatını kaybetmiş. Ölümünün ardından müritleri evinin önünde toplanarak dirilmesi için ayin yapmış. Afanwi’nin dirilmesi için ayin yapanların direnişi yüzünden polis ve tıbbi müdahale ekibi eve girememiş. Geç saatlere kadar süren çatışma sonucunda polis papazın evine girip cenazeyi ancak alabilmiş.
Salgından en çok etkilenen ülkeler arasında yer alan ABD’nin Florida eyaletinde binlerce kişi sokak partisinde bir araya gelmiş. Sosyal mesafeyi hiçe sayan kitleye polis müdahale etmiş. Amerika demişken aklıma geldi; aşırı milliyetçi, ırkçı ve dindar gruplardan bazıları, sokağa çıkma kısıtlamalarının kalkması ve önlemlerin hemen kalkarak normalleşmeye dönülmesini savunan eylemler organize etmeye başladılar. Avrupa’da bazı ırkçı gruplar da bu yönde protestolarda bulunuyorlar. Irkçılık yirminci yüzyıldan kalma ve hala geçmeyen büyük bir hastalık.
Gezegenimizin yaşadığı bu süreçte, aydınlanmaya ne kadar ihtiyacı olduğu apaçık ortaya çıktı! Akıl ve bilimin unutturulmaya çalışıldığı, hurafelerin, şarlatanların cirit attığı bu modern ortaçağ koşullarında hepimiz sağlık alanında bilimin öneminin daha yoğun bir şekilde farkına vardık. Aşı karşıtlığının bile çeşitli yanlış yönlendirmelerle popüler olmaya başladığı bir dönemde karşı karşıya kaldığımız bu salgın, bu düşüncedekilerin büyük çoğunluğuna da tokat gibi çarptı.
Sürecin ortaya çıkardığı bu akıl dışı absürt durumların ve toplumsal sorunların oyun yazarları için geniş bir konu havuzu oluşturduğunu düşünüyorum. Her zaman söylerim; “dramatik olan”ın burnumuzun dibinde bittiği bir ülkede yaşıyoruz ve yazacak konu sıkıntısı çekilmesi imkânsız. Bakalım yazarlarımız nasıl oyunlar yazacaklar, yaşama nasıl ayna tutacaklar. Sizler gibi ben de çok merak ediyorum.
Tiyatro Gazetesi’nin 111. sayısında yayımlanmıştır.