Barış Yıldırım
Tiyatro sokakta doğdu, ortaçağın sonuna kadar da dört duvar arasına hapsedilemedi.
Sahne Dışı Sokak Tiyatrosu, 17 Aralık’ta Bakırköy Adliyesi’nde bir Kırmızı Masal anlatacak. Kumpanyanın adı ‘sahne tiyatrosu’ diyebileceğimiz ana akım tiyatroya bir tekzip gibi duruyorsa da, belki de salon tiyatrolarının kendisini ‘Sokak Dışı’ diye istisna kılmaları, tarihsel olarak daha yerinde olur aslında.
Hamilere (patronlara) sahip ana akım tiyatro kendini gösterişli sahne binalarına kapattıktan sonra da halk tiyatrosu sokakları tam olarak boşaltmadı. Kıta Avrupa’sını köy köy dolaşıp oyunlarını sergileyen Commedia dell’Arte’lerden Shakespeare’e de esin veren İngiliz oyun arabaları pageantlara ve halk tiyatromuzun örneklerinden Ortaoyunu’na kadar önemli bir tiyatro geleneği açık havaya ait kaldı.
Ne de olsa, salonlar egemeninse sokaklar halkındır.
Yirminci yüzyılın ikinci yarısıyla birlikte sokak tiyatrosu bu son cümlede içerilen politik hikmetin hakkını vermeye karar verdi. Sokaklar yalnızca emeğiyle yaşayanların dünyayı ürettiği mekanlar değil onların varlıklarını savunduğu cephelerdi. 68 Mayıs’ı sokakları barikatlarla donatırken sanatçılar da kendi ‘taş’larını bu barikatlara taşıyacaklardı.
Kuzey ve Güney Amerika ile Avrupa’da Gerilla Tiyatrosu, Ekmek ve Kukla Tiyatrosu, Forum Tiyatrosu gibi örnekler teatral oldukları kadar siyasal çıkışlardı da. 60’larla birlikte giderek siyasallaşan Türkiye sanat hayatı da bunun istisnası olmadı. ‘80 zillerinin başlattığı faşist teneffüsten sonra, ‘90’lar tekrar sokağa çıkma yılları oldu.
Gerçi sokak tiyatrosu deyince aklımıza gelen başat bir yapı ismi yok henüz, ama bugün bir dizi sokak tiyatrosu kumpanyası, özellikle üç büyük şehirde sokakları sanatsal eylemleriyle yeniden kazanma mücadelesi veriyorlar.
Ankara’da tiyatro bölümünden, başka üniversitelerden bir dizi öğrenci ve okullu olmayanın bir araya gelerek oluşturduğu Sahne Dışı Sokak Tiyatrosu, bunlardan biri.
Sahnenin dışı da sahne
Sokak tiyatrosu tanımı aslında sahnenin dışında gerçekleştirilen, yahut resmi tiyatro binaları dışındaki yerleri de sahne ilan eden bir tiyatro geleneğine işaret ediyor ve Sahne Dışı, sahnenin dışını da teatral müdahalenin nesnesi haline getirmek için Meclis önünden kent meydanlarına, okul bahçelerinden tiyatro binası önlerine ulaşabildikleri her yere ulaşmaya çalışıyor. Şimdi de 19 Aralık katillerinin yargılanırmış gibi yapıldığı mahkemenin önüne gidiyorlar.
Sırrı Süreyya Önder, ‘Adliyenin orta yeri tiyatro’ demişti 19 Aralık katliamının sorumlularını yargılama adı altında katilleri aklayan mahkemeden bahsederken:
“Adliye bahçesinin ortasına bir tiyatro sahnesi kurulmuştu. Sahne dediysem zihninizdeki tiyatro salonlarındakine asla benzemeyen türden bir sahne. İdil Kültür Merkezi ve Grup Yorum üyeleri, kurdukları ses sistemiyle oynanmakta olan bir başka ‘tiyatroya’ dikkat çekiyorlardı. … Ölenlerden geriye kalanlar, mahkemelerin tiyatroya dönüştüğü bir yerde tiyatroyu mahkemeye dönüştürmüşlerdi.” (http://goo.gl/KRUap).
Sahne Dışı Önder’in 19 Aralık katillerinin ‘yargılandığı’ mahkemeyi pejoratif olarak tiyatroya benzetmesini ciddiye aldı ve ‘Kırmızı Masal’ adlı oyunlarını 17 Aralık günü Bakırköy Adliyesi 13. Ağır Ceza Mahkemesi Duruşma Salonu’nda sergileyecek. (Kumpanyanın Mimesis sayfalarında yayımlanan çağrısı için bkz. http://mimesis-dergi.org/2010/12/haydi-bakirkoy-adliyesi-13-agir-ceza-mahkemesi-tiyatro-salonu%E2%80%99na/).
“Adalet mülkün temelidir” sloganı Halife Ömer’e mi Mustafa Kemal’e mi ait, bunu tartışmak yerine, “Bu adalet hangi mülkün temelidir?”diye soruyor Sahne Dışı ve oyunlarının alt başlığında görüldüğü üzere, şu malum sonucu ilan ediyor: Bu adalet, bu mülkün temeli.
Onlar mülk sözcüğünün yatlarına, katlarına, konaklarına işaret etmediğini, ülke gibi ulvi bir varlığa işaret ettiğini söylesin dursun, dünya tarihinin gördüğü en vahşi ve şerefsiz katliamlarından birinin suçunu üç beş askere yıkmaya çalışan bir yargılama süreci, gösteriyor ki, bu adalet bu ülkede mala mülke ait olanların çıkarlarını amansızca koruyan, kötü yazılmış bir tiyatro oyunundan ibaret.
Bize masal anlatıyor bu düzen. Bu masalın rengi kırmızı. Haksız akıtılan kanın kırmızısı. Kanlı katilleri çocuk, taş atan çocukları terörist diye anlatan bu masalın kötücül anlatıcısı, elbette 19 Aralık ve sonrasında katledilen yüzden fazla insanın da ‘hayata döndüğünü’ iddia edecek.
Ne var ki bu dünyanın en alçakça katliamına karşı dünyanın en soylu direnişlerinden birini gerçekleştirenler öyle yiğittiler ki, bugün artık “hayata dönüş” lafı iğrenç bir ironiden başka bir şey değil. Bugün dem vurdukları ‘demokrasi’nin ‘faşizm’in eşanlamlılar kümesine giren bir sefil öğe olduğunu görmek için de koca kafalarına birkaç yumurtanın isabet etmesi yetmedi mi? Şuncacık muhalefeti görür görmez hamile kadınları tekmelemeye, öğrencileri onar yirmişer işkenceyle gözaltına almaya ve ‘adalet’ metaforuyla taltif etmeye çırpındıkları mahkemelere çıkarmaya başladılar.
Hangi adalet? Mülk sahiplerinin adaleti…
Shakespeare’in Beğendiğiniz Gibi’sinden “Bütün dünya bir sahnedir,” repliğini alıntılamayı pek sever tiyatro’sever’ler. Öyleyse bütün dünya bir seyir yeridir de. Sahne Dışı, son derece yerinde bir sahneye ve seyir yerine davet ediyor herkesi. Kırmızı masallar anlatan kanlı anlatıcılarının sözünü kendi döktükleri kanla ağızlarına tıkamak için.
17 Aralık 2010’da Evrensel gazetesinde yayımlanan yazının genişletilmiş halidir.