Mefisto’su Bol Faust

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Schausspielhaus Bochum, Almanya’nın Rhein bölgesindeki iddialı tiyatrolardan biri. Bir nevi tiyatro fabrikası gibi çalışan bir sezonda yirmiden fazla yeni oyun çıkaran kurum, bu yıl iddialı bir işe girişip farklı ülkelerden yönetmenlere, klasikleri teklif etmiş. Tiyatronun kendi oyuncularıyla birlikte, Tunuslu bir yönetmen Medea’yı, bir Hollandalı ise Shakespeare’i sahnelemiş. Belki de en zor işi Türkiye’den Mahir Günşiray üstlenmiş. Günşiray, Alman dilinin en büyük yazarı Goethe’nin en ünlü metni Faust’u yönetti.

Geçen hafta prömiyerini izlediğimiz oyun, bizim için de Almanlar için de yenilikçi ve epey farklı bir yorumdu. Goethe’nin neredeyse bir ömürde yazdığı Faust 1 ve 2 devasa ve zorlu bir metin. Çoğunlukla ayrı ayrı oynanan bu iki metnin tamamını on yıl önce Peter Stein, 21 saatlik bir prodüksiyon olarak sahnelemişti. Günşiray Faust 1 ve 2’yi yaklaşık üç saate sığdırmış. Bir Alman iki Türk dramaturgla birlikte (Thomas Laue, Beliz Güçbilmez, Süreyya Karacabey) oyunu kısaltırken bir yandan da adeta yeniden kurgulamış. Ana mesele duruyor: insanın dünyanın gizini öğrenme, hayatın sonsuzluğuyla rekabet etme isteği ve trajedisi. Yine sonsuz merakı uğruna ruhunu şeytana satmaya hazır bir Faust var. Ama, Tanrı’yla iddiaya ve Faust’la pazarlığa girişen bir Mefisto yok. Mahir Günşiray, Mefisto’yu oyundaki diğer karakterlere pay etmiş. İyi ya da kötü, her karakter hem biraz kendisi hem de biraz Faust’un isteğini yerine getirmeye çalışan Mefisto olmuş. Kravatlı, pardesülü modern zaman insanı Faust, onların alemine dalan ve umutsuzluğuyla, merakıyla bu varlıkları adeta kendisine tabi kılan bir ölümlü. Yani 18. Yüzyıl’ın aydınlanmacı Faust’u bu kez günümüzün tatminsiz insanı olarak sahnede.

Oyunun dekorlarını tasarlayan Claude Leon ile birlikte Mahir Günşiray bir kez daha o zamansız, biraz karanlık, epey ironik atmosferi kurmuş. Yine Tiyatro Oyunevi izleyicisinin iyi bildiği minimalizmi korumuşlar ama büyük bir tiyatronun gelişmiş sahne olanaklarını da hakkıyla kullanmasını bilmişler. Yukarıdan inen devasa beyaz kutuların açılıp Faust’la Helen’in evine dönüştüğü sahnede olduğu gibi… Günşiray, çok sevdiği öğeleri de sahneden eksik etmemiş. Mesela Turgay Erdener’in özgün müziğini seslendiren tek bir çello gibi. Ya da aslında bedensiz bir yaratık olan Homonculus’un bir tür soytarıya dönüşmesi gibi…

Belki festivale gelir
Almanya’nın farklı kültürlerle kendini zeginleştirme güdüsünü her zaman takdir ediyoruz, tamam. Ama beni daha çok ilgilendiren Türkiye’den beğendiğimiz bir tiyatrocunun, kendi tarzıyla tamamen Alman bir malzemeden, herkesin çok beğeneceği bir oyun çıkarması oldu. Umarım İstanbul’a da gelir.(Cem Erciyes)

Radikal

Paylaş.

Yorumlar kapatıldı.