Barış Yıldırım
Bazı tiyatroseverler olarak çok mağduruz. Hoş bizim tiyatroseverliğimiz de şüpheli ya. Sonuçta iyi örneğini sahnede hiç görmediğimiz bir sahne sanatının severleriyiz. Metinlerden okuyup okuyup iç geçiriyoruz.
Kimse “Sonuna kadar izlemediğin oyunu nasıl eleştirirsin?” demesin, arıza çıkarırım. Hele bir sorun önce, neden izleyemedik? Ben zaten sonuna kadar izleyemeyişimi yazacağım. Ayrıca söyleyeyim, izlediğim ilk dörtte üç perdeye üç dört perde daha eklense bu oyun kurtulmaz.
Konumuz İzmir DT’nin Barut Fıçısı oyunu. Ağır girişeceğim, hassas ruhlu tiyatro sevdalıları gerisini okumasın. Zaten yayımlayacak bir mecra bulabilir miyim, emin bile değilim, içimi döküyorum işte. Sonuçta bir sürü insan emek harcamış bu oyuna, emeklerine çatır çatır saygısızlık edeceğim. Kusura bakmasınlar, boşuna uğraşmışlar. Günlerini gecelerini bu oyuna veren cefakar tiyatro emekçilerini ve onların sanatsal coşkularını Barış Uygur makamında tenzih ederim, ama emeklere gerçekten çok yazık olmuş. Hele şu oyunculuk hasletlerini ispatlasınlar diye ölü makyajıyla kımıldamadan onlarca dakika beklemek üzere diye fuayeye ve sahneye dikilmiş oyuncu kardeşlerimizin çektiği cefanın vebali ne bu dünyada ödenir ne öbür dünyada.
İmdi, 1969 doğumlu bir Makedon yazarımız var, adı Dejan Dukovski. Herhalde oturup bu yazıyı okumaz, o yüzden suçun büyük kısmını onun metnine yıkabilirim, zerrece de haksızlık etmiş olmam. Bir kabare kurgusu içinde, fakat kabare temayülünün aksine komedi olmayan epizotlarla ilerliyor oyun; gerçi daha önce kesin yapılmıştır ama buluşa benzer tek şey bu türsel parodi.
Şarkılar arasındaki epizotlarda insanlar hiç yoktan sille tokat dövüşüyor, birbirlerine silah çekiyorlar. Yok canım bir sebebi vardır mutlaka, diyen varsa, oyun kitabının tanıtım linkine baksın (http://goo.gl/TZhgq), orada oyun aynı bu sözlerle tarif ediliyor. Bir de böylece umutsuzluktan sıyrılmaya çalıştıkları söylenmiş ama bu çabaları bana ayan olmadı, bence sadece sarhoşlardı.
Dukovski’de dramatik göz olmadığını görmek için bir iki epizot izlemek yetiyor. Gerçekten insanlar hiç yeri olmadan birbirlerine şiddet uygulayıp duruyorlar. Habire bıçaklar çekiliyor, boğazlara dayanıyor, içki şişeleri kafalara iniyor. Bana sorarsanız, tek neden gerçekten içki. Alkol su gibi akıyor. Oyunun bir ana fikri olsaydı, ‘İçki felaket getirir’den başka bir şey olamazdı.
Tabii haksızlık yapmayalım, belli ki yazarın kafasında “şiddet şiddeti doğurur” gibi hoş ve boş bir tema var. Şiddet yazarın sandığı gibi kendi kendini var eden, doğmamış, doğurulmamış bir metafizik entite değil. Mesela kendi ülkesinde yıllarca hüküm süren şiddetin sosyalizmin tasfiyesi ve emperyalist pazar arayışları gibi gayet somut bazı sebepleri vardı. 40 yıldan fazla bir süre boyunca kardeşçe yaşayan Yugoslav halkları fazla içki içip birbirlerinin karısına kızına sarktıkları için on binlerce insanını toprağa vermedi. Tamam Haneke’de de bir şiddet metafiziği var, ama adamda hiç olmazsa sinematografik göz var.
Ama tüm suçu da yazara atmayalım. Ne diye bu oyun seçilmiş ki? Hayat gibi sanat da bir seçimler manzumesi sonuçta, ilk satırı neden eleştiriye konu etmeyelim? Sahnelemede ise (hakkını verelim, işini iyi yapan) Cem İdiz müziklerinin yanı sıra tiyatronun aman bir yöntemini eksik bırakmayalım çabasıyla pantomim, kukla ve ağaç konstrüksiyon (bkz. dekor) el ele bu dramatik özsüzlüğe bir seyir zevki aşılamaya çalışıyor. Devlet teatral oyunculuksa üstüne tüy dikerek mübalağa sanatının doruklarında geziniyor. Sahnede yarı deli ve yarı sarhoş tipler birbirlerine dayılanıp duruyor, bundan iyi oyunculuk temrini mi olur?
Gelelim “bazı tiyatroseverler”de giderek artan huzursuzluğa. Biz de mi tank yürütelim, biz de mi sanal muhtıra verelim? Birileri durumdan vazife çıkarıp kağıt üzerinde cillop gibi duran metinleri (Barut Fıçısı’nı tenzih ederim) insan evladının izleyeceği şekilde sahneye çıkarsın. İnsanlar hiç olmazsa yılda bir kez, sosyal ağ ve anlık mesajlaşma hizmetleri durum iletilerine, dizi ve film isimlerinin yanı sıra bir tiyatro oyunu ismi yazıp gerisini bel bel boş bırakabilsin, biz de “Vay be, ne oyunmuş, amma etkilenmişler” diyebilelim. Bir şeyler yapın işte. Yapalım. Kendim dahil kimseyi tenzih etmem!
6 yorum
Merhaba.
Barut Fıçısı isimli oyun metnini okuyup okumadığınızdan endişeliyim.
Bir tiyatro izleyicisiyim ve oyun metnine sorduğum (aslında sizin de sorduğunuz) direkt sorular hiç de anlamını yitiren ya da söylediğiniz gibi ‘alkol’le açıklanacak bir kisveye bürünmüyor.
Oyuna dair ayrıntıların sözünü ettiğiniz gibi ”basit” değerlendirilemeyeceğine ve bir oyun eleştirisi kaleme alırken bu denli ”basit” algılamanıza olan itirazımla sizinle birlikte sormak istiyorum:
Oyun kişileri niçin birbirini öldürüyor?
Söylediğiniz gibi ‘tek nedeni içki’yse, oyunun bir sonraki ya da bir önceki tablosunu anlayamamışsınız demektir. Zira metnin hemen hiçbir yerinde, basit cümlelerin kuruluş nedeni bile alkol değildir. Sözünü ettiğiniz cinayetler ya da bunların işleniş şekilleri için ancak ve ancak bir araç olarak algılanabilir, ki ”oyunun teması” filan diyerek bu denli yüzeysel bir değerlendirme/sonuca bağlama çabası içerisine girmiş olmanızı anlamak güç.
Oyunda birbirine bağlı/iç içe geçmiş olan sahneler (yer yer bağımsız tablolar olarak bile değerlendirilebilir), bir önceki sahnenin ya da bir sonraki sahnenin nedenini açıklar nitelikte gün gibi ortada duruyor. İkinci Dünya Savaşı sonrası Balkanlar’da yaşayan insanların ”savaş sonrası psikolojilerini”ni ve onlarda boy gösteren/gelişen tahammülsüzlük hissini ele alan oyunun ana fikri nasıl olur da ”içki felaket getirir” olabilir, hangi gözlem neticesinde bu sonuca vardınız anlamak çok zor. İşlenen cinayetlerin nedenleri, takip eden ya da önceki tablolarda bir bir ele alınıyor ve açıklanıyor. Bazılarını ben anımsatayım mesela size:
-İşkence
-Sistem Çatışması
-İktidar Mücadelesi
Ve belki de en önemlisi,
-Hukuksuzluk
Bunlar oyunda önce çıkan, en azından basit bir izleyicinin bile fark edebileceği ”cinayet” sebepleri. Bana kalırsa, bir insanın cinayet işlemesi için, özellikle de o insan Hitler sonrası Avrupası’nın kendi kabuğundan bir türlü sıyrılamamış coğrafyasına mensupsa, hiç de küçüksenmeyecek/gayet geçerli nedenler.
Metinde; sert şiddet patlamalarını görebildiğimiz alkol, küfür ve cinayetler; ”gerçekten hiç yeri olmadan insanlar brbirlerine şiddet uyguluyorlar” gibi safiyane yaklaşımınızla açıklanmayacak kadar ”önemli”, bizi cinayetler ve insanlar arasında tırmanan asosyal gerilimin özüne yaklaştıracak ve asla azımsanmayacak etkenlerdir.
Bu noktada, yazarın ”boş” olarak nitelediğiniz ”şiddet şiddeti doğurur” yaklaşımı, tam da sözünü ettiğiniz gibi kendi kendini var eden, doğmamış, doğurulmamış bir metafizik entite değil… Elbette değil?.. Nasıl olabilir ki? Yazarı bize, sebepsiz yere işlenen birtakım cinayetleri ”niçin” anlatmaya kalkışsın? Yani başlıngıçta şiddeti doğuran’la değil, şiddetin doğurduğu şiddet’i hedef alarak ”boş” olarak yorumlayışınız, bana oyun metninin açmazını aralamak yerine, biraz palas pandıras biraz da konvansiyonel yorumlama metotlarıyla değerlendirdiğinizi anlatıyor.
Unutmamanız gerekir ki oyunun ismi Barut Fıçısı. Yani ağzına kadar barut dolu bir fıçı ”nedensiz” patlamaz. Bu bile neden-sonuç ilişkisi kurma gayretinizin ne denli üstünkörü olduğunu anlamam için yeterli oluyor.
Size tavsiyem, tank yürütmek yerine çalışmanıza biraz daha zaman ayırmanız. ”Ağır giriştiysem” affedin, ancak ben Barut Fıçısı isimli metni okudum ve kaleme aldıklarınızı/anafikir çıkarımlarınızı okuyunca da şoke oldum. İzmir Devlet Tiyatrosu’ndan izleme şansım henüz olmadı maalesef. O nedenle kime çatır çatır saygısızlık yaparsınız bilemem, fakat oyun metni üzerinde çalışmanız gerektiği aşikar.
Avi.
‘Hassas ruhlu tiyatro sevdalısı’…
İyi çalışmalar.
Merhaba,
1998 yılında “Barut Fıçısı” oyunu temel alınarak “Cabaret Balkan” adı altında film yapılmış. Faklı iki sanat anlayışının yaklaşımları belki tartışmaya başka bir genişlik katar diye düşündüm…
Haberiniz ola! Sanat sevdalısı…
Yorumlarınız için teşekkürler Avi ve Gülüzar arkadaşlar (bey ve hanım hitaplarından gına geldiği için böyle diyorum, yaş farkı varsa bağışlayın).
Balkan Cabaret’den haberdarım, henüz izleyemedim. Metni ise okumadığımı belirtmemiş miyim yazıda? Oyunu bile sonuna kadar izlemediğimi “itiraf” ettikten sonra, metni okumamak hafif kalır diye atlamış olmalıyım. Ama ben öncelikle gösterim eleştirisi yaptım. Tıpkı sizin oyunu izlemeden oyun hakkında yazdığım yazıyı eleştirme hakkınız olduğu gibi benim de metnini okumadığım gösterimi eleştirme hakkım bakidir. Tiyatro, hatırlatmak gerekirse, bir sahne sanatıdır. Eleştiri de bir yazı işidir. Bu yüzden size “Oyun gösterimi üzerinde çalışmanız gerekir, izleyin sonra gelin,” falan gibi laflar etmiyorum. Yazının eleştirmeni yazıyı okuyandır, oyunun eleştirmeni oyunu izleyendir. Geri kalan her şey tamamlayıcıdır.
“İçki felaket getirir,” tema önerisi, nasıl gözden kaçtı bilmiyorum, tabii ki bir ironi. Nedensiz şiddet metafiziği yapan bir oyunla dalga geçmek için önerildi. Bütün neden-sonuç ilişkileri kopukluğuna rağmen elbette şiddettin bazı “sebep”lerine değiniliyor oyunda. Ancak bir şeyin nedenini söylemekle onu doğru söylemek arasında fark var. “Şiddet şiddeti doğurur,” teması “hoş ve boş” bir tema, çünkü dünya yüzündeki şiddetin kişisel ilişkiler ağından çok daha temel ve somut nedenleri var. Dünyadaki şiddeti bir sepete koyabilseydik, çok azının bireyler arası “mikro politika”dan kaynaklandığını görecektik. Bu dünyada şiddeti doğuran çok daha somut olgular var: emperyalizm gibi, sınıf savaşı gibi. Bir kısmına yazıda değinmeye çalıştım.Bunları gözden kaçırarak şiddeti açıklamaya çalışmanın kendisine bakmalı “yüzeysellik” aranıyorsa.
Birileri karşıma geçmiş saçmalıyorsa, onların konularına vermediği emeği onların işine vermeyi bilinçli olarak reddedebilirim. Benim yaptığım da buydu.
Son olarak, “ağır girişmekte” mahzur yok. Tartışmanın sert olmayanını yapmaya bile değmez. Yeterince sertleştiremediysem affedin…
Barış Bey oyunu hem okumuş hem izlemiş bir tiyatro sever olarak söyleyebilirim ki : Barut Fıçısı oyunundaki otel sahnesini izlemeden çıkmasaydınız keşke. En azından o sahnede bir kaç somut olguya rastlayabilirdiniz “emperyalizm gibi, sınıf savaşı gibi”
Valla ben sonuna kadar dayanamadım. Dayanana saygı duyarım. Belki sonuna doğru kendinden bir epistemolojik kopuş gerçekleştirerek birden diyalektik materyalist falan bir dünya çözümlemesine erişiyordur oyun. Öyleyse, bu da benim kaybım olsun. Seve seve razıyım.
Belki bunca konuşmanın üstüne şunu bir kez daha hatırlatmak gerek, bu yazı asıl olarak İzmir DT’nin/Dukovski’nin oyununun bir değerlendirmesi değil. Öyle bir niyetim olsaydı, oturur oyunu izler, metni falan okur, başlığa da oyunla ilgili bir şeyler koyardım. Benim derdim daha genel bir şey. Özensiz oyunlar, idealist dünya çözümlemeleri, abartının şahı oyunculuklar vb. vb. gibi. Elbette burada bu oyun bir vesile oldu. Ama herhalde bir oyun eleştirisi yapıyor olsam, daha baştan “sonuna kadar izlemedim” demezdim değil mi? İlla bir mesaj isteniyorsa şu denebilir: Esere harcanmayan emeği eleştiriye ne diye verelim?
Sevgili Yildirim,
Onclelikle midenizi agziniza getiren bir oyunu sonuna kadar izlemeden tiyatroyu bir seyirci olarak terk etmek en guzel hakkiniz. Degil mi canim!
Ancak su da varki her ne kadar yukaridaki cevabiniz, oyunun elestirisini niyetlenmediginizi ifade etmis olsada, bir okuyucunuz olarak yazinizdan bana gecen sey Dukosvki’nin oyununa dair (okumadan gelen) agir elestirilerdir. Niyetlendiginiz elestiriler hakli ve dogru elestiriler olabilir ve de dogrudur lakin niyetlenen gerceklestirilememistir.
Esere harcanmayan emek kimi zaman elestirmenin malzemesi olur degil mi, daha iyi eserler cikarmak icin!