Serkan Fırtına
Mekan: Alsancak ya da Taksim’de olabilir. Herhangi bir kafeterya veya bar bozması bir yer.
Olayın seyircisi ise yan masada oturan bendeniz…
Kişiler : Adam, Kadın
Kadın: (Adam’a) Tiyatrocuymuşsunuz arkadaşım öyle söyledi. Çok sevindim.
Adam: Evet dört yıldır profesyonel olarak tiyatro yapıyorum.
Kadın: Ne güzel. Bende uzun zamandır…
Adam: (Konuşmasına fırsat vermeden devam eder. Gayet teatral olmaya çabalayan bir ruh haliyle) Evet sanatçı olmak… Hele tiyatrocu olmak müthiş bir duygu.
Kadın: Bende uzun yıllar oyunculuk yaptım.
Adam: (Yapmacık bir gülümseme) Aaa öyle mi? Çok sevindim. Nerede oynadınız?
Kadın: … Belediyesi tiyatrosunda.
Adam: Evet orayı biliyorum. Sahne görmüş bir insanla aynı masadayım bu gece demek ki…
Kadın: (Sevinir) Dört yıl oynadım, sonra iş güç hayat derken ara verdim.
Adam: Hangi oyunlarda oynadınız?
Kadın: (şaşırır, bocalar) Hım… şey oyunların ismini hatırlamıyorum ama trajikomedya oyunlardı genelde.
Adam: Hım… o türe bayılırım ben aslında. Yaşam da bazen acı bazen komedidir. Onun için en güzel tiyatro oyunları onlardır. Bizde öyle oyunlar sahnelemeye çabalıyoruz.
Kadın: Sizi çok kıskandım. Ne güzel, hala sanat ve tiyatroya devam ediyorsunuz. (iç çeker) Keşke bende tekrar sahneye dönebilsem.
Adam: Neden olmasın. Ekibe kadın oyuncu arıyorduk. Çok güzel olur, hem deneyiminizde var.
Kadın: Çok isterdim ama çalışıyorum. Vaktim olmaz sanırım.
Adam: Neden olmasın canım. Nerede çalışıyorsun?
Kadın: Bir hastanede kayıt bürosunda görevliyim.
Adam: Ekipte başka işlerde yapanlar var, hem akşamları çalışıyoruz. (gülümser) Sahne tozu yutmuş bir insan ne yapar ne eder vakit ayırır tiyatroya. Bence kesin olur.
Kadın: (Alkolün etkisiyle yumuşar) Bilmem ki… Sizin tiyatronuz nasıl? Bahseder misin biraz?
Adam: Biz …. Sanat topluluğuyuz. Üç yıldır bir sürü oyun sahneledik. Çocuk oyunu ekibimiz de var. Okullara oynuyoruz. Şehir dışı turnelerimizde var. Zart zurt komedi oyunumuz ve dandiriboktanusun yıkılışı adlı bir modern trajedimiz var. Kendimiz yazdık. (güler) kolektif bir yapıdayız yani.
Kadın: (hayal kurar.) Bu gece sizinle tanışmak büyük bir şans sanırım.
Adam: Şans diye bir şey yoktur. Doğru zamanda doğru tesadüfler olur. Oyunlarımızda yer almakla beraber yıl sonunda …. Sanat topluluğundan ileri oyunculuk dersi sertifikası da alacaksınız. Kariyeriniz için güzel bir adım olabilir.
Kadın: Eğitim de veriyorsunuz demek?
Adam: Evet, konservatuara hazırlık derslerimizin yanında her yaştan kursiyerlerimiz için oyunculuk dersleri veriyoruz.
Kadın: Yoksa konservatuardan mı mezunsunuz?
Adam : (kendinden emin yavşak bir gülümseme ile) Yooo, biz alaylı yetiştik bu meslekte, duayenlerden eğitim aldık. Hem ben aslında bu işin okulu olabileceği düşüncesine katılmıyorum. Sanat başka bir olay, okullar onu sınırlandıramaz. Ama birçok öğrencimi tiyatro bölümlerine sokuyorum. Gerçi bana sorarsanız bizim tiyatromuzdan aldıkları eğitim yeter ama ille üniversite okumak isteyenler de çıkıyor tabi…
Kadın: Ben hep tiyatro okumak istemiştim.
Adam: (sıkılır.) Canım buna ne gerek var. Hem bakın, dört yıl sahneye çıkmışsınız. Bu bile başlı başına bir okula bedeldir. Hele bizim tiyatromuzda eğitim almaya ve çalışmaya başlarsanız, konservatuar öğrencisinin yıllarca edinemeyeceği tecrübeye sahip olacaksınız. Eğitim illa ki üniversite tabelasının altında olmaz. Hele sanat ve tiyatro kesinlikle olmaz.
Kadın: Anlıyorum. Sanırım haklısınız. Reddedemeyeceğim olanaklar sunuyorsunuz. Peki herhangi bir ücret verecek miyim?
Adam: Buna kızarım işte… Para ve sanat yan yana gelmeyecek iki konudur. Para bizler için araçtır sadece. Sanat merkezimizin ortak ihtiyaçları için küçük aidat vb şeyler topluyoruz o kadar…
Kadın: (Kafası iyice güzelleşmiştir.) Süpermiş…
Adam: Tiyatro süperdir. Dünyanın en zevkli işidir. (pislik bir sırıtma) Aramıza hoş geldin küçük hanım…
Kadın: Teşekkür ederim… Birer bira daha içelim mi?
Adam: İstersen sahilde içelim, devamını yolda konuşuruz…
Bu diyalogların ne kadarı kurgu ne kadarı gerçek söylemek istemiyorum. Konuya yakın olanlar burada yaşananların gerçekliğin yüzde birini bile yansıtmadığını tahmin edeceklerdir. Ama bir gerçek var ki, ben bu ve bunun benzeri birçok sohbetin yancısı çok oldum. Tiyatronun ne gibi çakal, simsar, sahtekarların elinde iğdiş edildiğini gördüm ve hala görmekteyim. O günkü sohbetlerine kulak misafiri olduğum bu ikili bende son noktayı uyandırdı. Burada suç ve suçlu olarak bu çifti aforoz etmek değil derdim. Sistemin bir çember içerisinde bunları nasıl yarattığı ve buna ses çıkarmayanların tepkisizliğinin bu örneklerin çoğalmasına olanak sağlamakta olduğuna vurgu yapmak istiyorum.
Olmadık yerlerden, şekilli isimlerle, ….sanat merkezi, … tiyatrosu adlarıyla tiyatro kursları veren ciddiyetsiz kendilerinin bırakın tiyatroyu, ilkokul eğitimini bile aldıklarına şüphe ettiğim tiyatro simsarlarının, kalpazanlarının ellerinde tiyatro, işte yukarıda gördüğümüz cinsten insanlar yaratıyor.
Bu geri zekalı güruhla ciddi bir tartışmaya girecek olsanız, hemen geri çekilerek kendilerinin amatör olduklarını söylerek neredeyse bir dokunulmazlık zırhı örmek isterler. Ama burada unutulan amatör olarak sanat yapmak ile sahtekar ve kalpazan olmak arasındaki çizginin çok ince olduğu gerçeğidir.
Bunlar, gün gelir halk eğitim merkezlerinde karşınıza çıkarlar. Çoğu İdarecinin anlamadıkları tiyatro kursuna eğitmen olarak bu simsarları aldıklarını görürsünüz. Yönetmeliklerde tiyatro bölümlerinden mezun olanların olmadığı zamanlar meslekte çeşitli kurslardan ve sertifika alanların eğitimci olarak görevlendirilebileceği yazar. Anadolu’da birçok yerde bu önemlidir ve gereklidir yani tiyatroyu seven öğretmen vb bir çok gönüllü burada etkinlikler yapar. Ama tiyatro bölümü mezunlarının olduğu yerde bu kursların bu sahtekarlara teslim edilmesi, kalpazanlığın en açık göstergesidir. (Hukuksal olarak hala bu yanlışların giderilmesi için fiili olarak uğraşmaktayım.)
Bunlar, bilmedikleri tiyatro sanatını, yalan yanlış şekillerde gençlere öğretmeye kalkınca, toplumda tiyatro sadece “çok güzel hareketler bunlar” düzeyinde algılanmaya devam eder.
Nerde olursa olsun sahtekarlar teşhir edilir ama konu tiyatro olunca ve bu örnekler anlatılınca bırakınız yapsınlar denilir. Evet bırakınız yapsınlar. Sonra kendiniz tiyatro eylemini gerçekleştirecek olanaklardan yoksun kalmaya başlarsınız. İzleyici iyi ve kötü olanı ayırt etmeyi başarırmış! Bu yoruma sadece gülüyorum cevap bile vermeyi gereksiz buluyorum…
Zaten zihniyet yapısı, toplumsal ve siyasal kavrayışı, Bizans surları içerisinde olan yarım akıllı Türk aydını bu dertleri haliyle anlamayacaktır. Babasından mal mülk dışında güzel bir soyisim kalan sanatçının elinden tiyatro alınsa ne olur ki… gider emlakçı olur köşeyi dönmeye devam eder.
Peki ya Anadolu’da tiyatro yapan sanatçının elinde ne vardır?
Türk tiyatrosunu saçma sapan polemikleri ile işgal edenlerin de ilgisini çekmez bu konular. Paranoyak şizofreni rahatsızlıkları olduğu için, bu mevzuları beyinleri ayıklayamaz…
Gerçeğin bilmem kaç parçaya ayrılmasının post-modernist açılarını sahneye yansıtmaya çalışanlar da anlamaz bu dertlerden. Çünkü onların algıları ile yaşam gerçekliği paralel değildir.
Göstergeler dünyasında, bireylerin aldığı şekil, kendilerini toplum tarafından biçilen rol ve roller üzerinden olmadık kılıflarda sunmaları, halkın sanatçı ve sanat algımasında da kırılmalar yaratır. Fular ve pipo kardeşliğine taktıkları avangard özdeyişlerin yarım yamalak sunuluşu, on yedisindeki genç insan için aranan rol modellerin keşfedildiği yanılgısını doğurur.
Yukarıdaki örnek Adam’ı ve adamcıkları düşünelim, tiyatro sanatına başlangıç evresinde olan bir insan, onu sanatçı sanma yanılgısına kesinlikle girer. İşte sorun bu noktada düğümlenmektedir.
Türkiye düzenbaz cennetidir. Az gelişmişliği sadece ekonomik değil kültüreldirde…
80 sonrasının köşe dönmeci mantığının sanatsal uzantılarıdır yavşamış tiyatrocu bozuntularının açtıkları bilmemne sanat kursları ve sanat merkezleri…
Yarattıkları sanal gerçeklikle beraber oluşturdukları yapay dünyaların büyük sanatçıları! olarak ortaya çıkan bu kalpazangiller, bazen halk eğitim merkezlerinde tiyatro usta öğreticisi olarak karşınıza çıkar, bazen ilköğretim okullarına o çocukların “oyun” dünyasını mahveden oyunları sahneleyen tiyatrocular olarak. Ya da bilmemne belediye tiyatrosunun dramaturgiden haberi bile olmayan genel sanat yönetmeni pozlarında… (Bu konu için Bkz: http://mimesis-dergi.org/2010/06/dramaturg-ve-dramaturgi-sorunu/)
Kolejlerde drama öğretmeni olarak karşınıza çıkmaları ise son dönemlerde en popüler olanıdır. Hemen kokuyu almıştır kalpazangiller. Kitapçıdan aldıkları saçma sapan bir iki drama kitabı ile buralarda eğitimcilik yapan sahtekarların varlığının ilk suçu eğitim sistemi, sonraki suçlusu ile buna izin veren ve bunun görmezden gelenlerdir. Nerde revaçta olan bir şey vardır. Bunlar oraya sokak itleri gibi koşmaya başlar. Yazarların oyunlarını telif ödememek için yapboz tahtasına dönüştürenler de bu çakallardır. Paraları olmadığından değildir bu yaptıkları, sadece içtikleri rakılardan bazı şişelerin eksilmesini istemezler…
Brecht’ten bir iki cümle öğrenmişlerdir ama nedense Piscator’u Pisagor ile karıştırabilecek düzeyde tiyatro özürlüsüdürler.
Sadece bir bavula sığdırdırdıkları, tiyatrononun kostümü ve dekoru değildir. Koca bir kültürün ve aydınlanmanın da o bavulun içine sıkıştırılması tiyatronun yok edilmesine neden olur…
Herkesin her bir şey olduğu memleketimizde herkesler tiyatrocudur da. Okuma oranında dünyanın son sıralarında olan bir ülkenin, bundan çok daha fazlası yazarlara! Sahip olması gibi, seyircisi olmayan tiyatronun da yüzlerce sahtekarı vardır.
Kapitalist sistem, tüm kurumları ile sanatın da içeriğinden yoksunlaştırılmasını her zaman çeşitli araçları ile destekler. Sanatın piyasalaşması ile beraber gelişen durum, sanatçının da içeriksizleştirilip biçimsel bir obje haline getirilmesini doğurur. Paraya sahip olan yönetmen de olur, oyuncu da… Onu izleyen kitleler de o düzeyde sanat algısını sürdürür… Diğer yandan biçimsel yanını ön plana çıkaran köşe dönmeci kalpazanların sanatı ve sanatçılığı hâkim iktidarların her zaman işine yarar…
Anlamından kopartılmış Moliere, sistemin elinde palyaçolaşır… Anlamından koparılmış Brecht sistemin elinde sadece slogancı bir tiyatrocu olarak işlevsizleştirilir. Çocuğun hayatında önemli bir süreç olan çocuk tiyatrosu, sistemin elinde asalak ve ne izlediğini anlayamayan nesillerin yetişmesine olanak tanıyan bir araç halini alır. Yani anlamından koparılmış tiyatro, sistemin elinde ne olduğu belirsiz bir eğlence ve ticari araç olarak konumlandırılır.
Sonuç olarak bu sahtekar, düzenbaz, kalpazangillerin tiyatrosu çarkın işlemesi için gerekli olan yedek lastiği sağlar. Buna sessiz kalan tiyatrocu ve sanatseverler ise, aynı siyasal yapıdaki benzerleri gibi orta sınıf duyarlılığından öteye gidememektedir…Hani dilden düşmeyen “devrim” düşüncesi vardır ya! Bunun ilk adımı bu çarka çomak sokmaktır…