Yaşam Kaya
Tiyatrokare, geçtiğimiz sezonun sonlarına doğru sahnelere çıkardığı Leyla’nın Evi oyunuyla tiyatro salonlarında geçmiş ile günümüzün çatışmalarını başarılı biçimde gösteriyor. Oyunu, İstanbul dışında başlatan Nedim Saban ve ekibi, Anadolu’dan başlayan bir rüzgârla İstanbul’a doğru yol almış durumda. Leyla’nın Evi, Zülfü Livaneli’nin aynı adlı romanından uyarlanan bir eser. Livaneli’nin ilk kez bir eserinin tiyatroya uyarlanması ve bu uyarlamanın muhteşem bir kadro tarafından gerçekleştiriliyor olması tiyatro salonları için bulunmaz bir şans!
Oyunda birbirinden bağımsız karakterlerin birbiri içine giren yaşantılarına tanıklık ediyoruz. İstanbul’u İstanbul yapan bir konağın hikâyesi altında birleşen insanlar, günümüz Türkiye’sinin küçük ama önemli kesitini oluşturuyor. Kentli/köylü, zengin/yoksul, farklı meslekler, Boğaziçi’nde Bosnalılar Yalısı’nın ilginç geçmişi… Leyla’nın Evi, günümüz yaşantısına alışmaya çalışan Leyla ile onun bu yaşantısı arasında kalan insanların maceralarını anlatıyor. Leyla’nın yaşadığı konağı elinden zorla alan insanlar, yaşlı kadına yardım etmek isteyen gazeteci bir çocuk, 1. Dünya Savaşı’ndan günümüze dek uzanan duygusal öykü ve hanımefendiliği ile yaşamak için direnen bir kadın konunun ana hatlarını oluşturuyor.
Oyunda birbirinden değerli sanatçılarla, genç kuşağın sivrilen oyuncuları görev almış. Celile Toyon, Nuri Gökaşan, Ayça Varlıer, Bülent Seyran, Volkan Severcan, Melda Gür, Onur Bayraktar konu içinde farklı hayatları ortak noktada kesiştirerek, izleyiciye tadında bir roman uyarlaması sunmuş.
Roman uyarlamalarının en büyük sorunu diyalogların bir iç ses gibi seyirciye yansımasıdır. Fakat Zeynep Avcı’nın harika uyarlaması bu iç sesi başka türlü aktarmış izleyene. Konağın çatışmalarla dolu ortamında, karakterler geçmişe yaptıkları yolcukları, iç hesaplaşma içerisinde zamanı dondurarak gerçekleştiriyor.
İstanbul Öyküsünden Gerçeklere
Celile Toyon, naif bir hanımefendinin yaşadığı hayat zorluklarında çok başarılı! Özellikle zorla konağın elinden alınışı ve akabinde direnerek süren mücadelesi sırasında sahnede devleşen bir oyuncu izliyoruz. Onun Leyla’ya kattığı özel yorum, oyunun içindeki olayların da anlaşılmasını kolaylaştırıyor. 1. Dünya Savaşı sırasında İngiliz bir subayın annesine duyduğu aşkla dünyaya gelişi, sonrasında kendi dünyasından çıkmayarak yaşadığı bireysel yaşantı, izleyenleri derin bir hüznün içine sürüklüyor.
Ayça Varlıer’in hiphop takıntılı bir karakteri oynaması güzel, fakat hiphop şarkılarının gereksiz ve uzun kullanıldığı ortada. Leyla gibi İstanbul hanımefendisi ile Avrupa’nın en ağır koşullarında yetişen Roxy’i böylesine çatışma içinde bırakmak konunun önünü tıkamış! Buranın biraz kısaltılması gerekli! Varlıer’in oyunculuğuna diyecek söz yok. Onur Bayraktar, gazeteci kimliği ile Leyla’ya yapılan haksızlıkları ortaya çıkarma gayreti içinde, çocukluğunun geçtiği Bosnalılar Yalısı’ndaki hayallerini, umutlarını sorguluyor. Günümüz yaşantısını, geçmişte temiz kalan duyguları aynı potada başarılı biçimde eritmiş. Volkan Severcan, Melda Gür, Nuri Gökaşan arasında yaşanan çatışmalarda para kazanma ve paraya hükmetme hırsını başarılı biçimde izliyoruz.
Oyunun dekor tasarımı Nurullah Tuncer’e ait. Yalının dış cephesinden, yalı önündeki eski eşyalara; Beyoğlu’ndaki izbe bir evden, evin yatak odasına dek her noktada çok başarılı bir iş çıkarmış. Yeşim Türkgeldi’nin kostüm seçimleri yerinde olmuş. Film tasarım ile olayın içine serpiştirilen filmler, konunun seyircide bıraktığı etkiyi daha çok arttırıyor. Eski İstanbul görüntüleri, Beyoğlu’nun harabe havası konunun akışını hızlandırmış. Zülfü Livaneli ve Ferhat Livaneli ikilisinin muhteşem müzikleri de eklenince Leyla’nın Evi teknik donanımıyla insanları büyüleyen bir oyuna dönüşmüş!
Tiyatrokare ve Nedim Saban’ın oyunu İzmit, Isparta, Muğla gibi şehirlerden sonra İstanbul’da sahnelemesi yerinde bir düşünce! Grubun Anadolu insanından aldıkları enerji, İstanbul sahnelerinde fırtınalar estiren Leyla’nın Evi oyununu yaratmış. Sezonun en iyi gösterilerinden bir tanesini kaçırmayın…