Efe Eğilmez
Kadir Has Üniversitesi’nin Türkiye Eğilimleri-2019 adıyla yayınlanan anketine göre ülkemizdeki temel siyasi kutuplaşmanın zengin ile yoksul arasında olduğunu düşünenlerin oranı 2017’de 9,5 iken 2019’da 20,5’e yükseliyor. Bu ciddi artışta kuşkusuz ekonomik krizin etkisi var.
Bunun İstanbul Şehir Tiyatroları’nın Üsküdar Kerem Yılmazer sahnesinde izlediğim Nora ile ilgisi ne? Henrik İbsen’in 1879’da yazdığı Nora, yalnızca ataerkil bir dünyaya hapsolan kadının değil, ekonomik sistemin etkileri tarafından koşullanan bireylerin de öyküsüdür. Nitekim kadın sorununun kökenini üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin gelişmesiyle açıklayan Marksist dünya görüşü de, doğal olarak kadın-erkek eşitsizliğini bir toplumsal eşitsizliğin uzantısı olarak formüle eder. Temelde bir kadının belirsiz de olsa özgürleşme sürecini eksene almasına rağmen bir takım sorunları çözmeye çalışırken bilinçsiz ve karasız olarak Marksist düşünürlerin ulaştıkları sonuçlara vardığını söyleyen İbsen’in, bireyi koşullayan toplumsal-ekonomik sisteme vurgu yapması şaşırtıcı değildir.
Oyun Noel öncesi son hazırlıkları yapan evin hanımı Nora’nın girişiyle başlar. Kocası Torvald ile evliliklerinde kadının çocuk, erkeğin ise baba rolüne büründüğü görülür. Kadının erkeğinin sözünden çıkmaya, ondan gizli hiçbir şey yapmaya hakkı yoktur. Aklının ciddi meselelere ermeyeceği ön kabulünü bizzat Nora da kabul etmiştir. Herkesin düşüncesi de bu yöndedir. Sürpriz ziyaretiyle eve gelen eski dostu Kristine Linde de böyle düşünür. Çünkü o, yaşlı annesi ve kardeşlerine bakmak için istemediği bir evlilik yapmış, Nora’nın aksine yıllarca çalışmıştır. Şimdi de utana sıkıla bankaya müdür olan Torvald’ın yardımıyla işe girmek için Nora’dan ricacı olur.
Ne var ki Nora da sanıldığı kadar “dertsiz” değildir: durumları kötü ve kocasının hasta olduğu zamanlar, Torvald’ın sağlığına iyi gelecek olan güney seyahatleri için kocasına sormadan borç almış, üstelik de çok yakında ölecek olan babasının adına sahte imza atmıştır. Helmer’in müdürü olduğu bankada çalışan Krogstad’dan almıştır borcu ve şimdi, kendisi de evrakta sahtecilik suçu nedeniyle üstü çizilen Krogstad, Nora’yı tehdit ederek yüksek bir pozisyona geçmek istediğini söyler. Oysa Nora’nın yaptıklarını Torvald’a söyleyebilmesi mümkün değildir: eğer söylerse yasalarla da güvence altına alınan kocasının haklarına karşı gelmiş olacak ve belki daha da önemlisi evlilik dünyalarına yalan girmiş olacaktır.
Bir çıkar yol bulmak için çırpınır. Yalan söylemek demek, çocuklarını zehirlemek demektir, Helmer böyle buyurur. Nora’nın seçenekleri sınırlıdır: yaşamına son vermek, olayı örtbas etmek ya da evi terk etmek? Hangi yolu tutacağını, biraz da Torvald belirleyecektir.
Yönetmen Ali Gökmen Altuğ, Nora’nın yenilikçi, modern, hatta avant-garde olarak adlandırılabilecek birçok farklı biçimde seyirci karşısına çıktığını belirttikten sonra metni “klasik” yapısına sadık kalarak yorumladığını belirtiyor. Üstelik de ödenekli tiyatroların klasik metinleri özgün haliyle sahneye koymasının önemine işaret ederek… Bu tutum kutlanmayı hak ediyor. Burada farklı sanatsal eğilimleri tartışmaktan öte, Nora’nın eleştirel ahlak anlayışının bile ciddi biçimde sarsmasının muhtemel olduğu seyircimizin zihnini, bir de biçimsel yeniliklerle karıştırmamak takdire şayan bir tercih.
Oyun neşeli flüt ezgileri, bebek sesleri ve hizmetçilerin şen şakrak sözsüz oyunuyla açılıyor. Nora’nın elinde hediye paketleriyle dışarıdan gelişiyle beraber giren keman sesi, ezginin neşesini korumakla beraber bir gerilim havasını da önceden sezdiriyor.
Bu yanıyla ışık ve müzik kullanımının son derece yerinde olduğunu söylemekte fayda var: ilk perdedeki neşeli havanın aksine, ikinci perdenin açılmasıyla beraber ağırlığını arttıran yaylılar Nora’nın ruhsal gerilimini müzikal olarak ifade ediyor. Tarantella dansı sırasında gerçekçiliğe peygamber kelamı misali biçimsel kaideler çizenlerin aksine ses ve ışık efektleriyle karakterin psikolojisinin yansıtılması da gerilimi arttırması ve artık kendisinin mi, toplumun mu haklı olduğunu bilemediğini söyleyen Nora’nın “dış dünyadan” kopuşunu ortaya koyması bakımından isabetli bir tercih olarak göze çarpıyor.
Nora’nın uysal bebek evinden, fırtınalı dış dünyaya atılma sürecindeki dönüşümünü adım adım yaratan Yeşim Koçak’ı kutlamak gerek. Karakterin konuşmasına yer yer kattığı melodik ve heyecanlı ton, sonlara doğru karakterin kazandığı ciddi duruşla beraber daha da bir anlam kazanıyor. İlk perdede ara sıra sesini duyurmakta güçlük çekse de Helmer rolünde Mert Tanık, karakterin her daim üstlendiği “baba” rolünün kof ağırlığını muazzam bir başarıyla ortaya koyuyor.
Nora yalnızca kadının ev içi ve toplumsal yaşamdaki konumu bakımından değil, insanların bireysel yazgılarını belirleyen acımasız toplumsal koşulları, zenginle yoksul arasındaki uzlaşmaz uçurumu ortaya koyması bakımından da verili ahlak düzenini sarsan ve bu nedenle eskimeyen bir oyun. Gösterimde Nora karakterinin Krogstad’ı aşağılayarak alt-üst hiyerarşisine bağlılığının vurgulanması son derece isabetliydi. Öte yandan, yaşamlarını birbirlerine hasrederek, yani ben’in ötesinde biz olma kararı alarak Linde ile Krogstad’ın ahlaken özgürleşmesi ve yozlaşmadan kurtulması esas sorunun ekonomik düzende olduğunu ortaya koyuyor. Gerçekçilik açısından son derece önemli olan nedensellik ilkesi kendini burada da gösteriyor: Linda, annesi ve kardeşleri için mantık evliliği yapmak durumunda kalmasa Krogstad’la ilişkisine devam edecekti ve belki de Krogstad, Nora’nın başına bu belaları örmeyecekti. Nora, ahlaksızlığı ilke edinmiş kapitalizmin ahlakını bugün de yere çalıyor.
İki yüz on altı kişilik Kerem Yılmazer sahnesinde yalnızca tek tük boşluklar vardı. Demek ki insanlar, koşullar el verirse tiyatroya gidiyorlar.
Oyunun sonlarına doğru, ben ne yaptıysam aşkım için yaptım diyor Nora, buhranlı düşüncelerinin ortasında. Salondan çıkarken bu sözün peşi sıra şu sözü düşündüm:
“Kapital iktidarda kaldıkça değil yalnız toprak, değil yalnız insan emeği, değil yalnız insan kişiliği, değil yalnız vicdan, değil yalnız aşk, (…) her şey, her şey kaçınılmaz olarak alınıp satılacaktır…”
Tam da bu nedenle Üsküdar’da bir heyula geziyordu, oyun gecesi.
Ve gösterimin sanatsal başarısının yanı sıra biraz da bu nedenle, Şehir Tiyatroları’nın Nora oyunu izlenmeyi hak ediyor.