Ceren Okur
Bursa Festivali her zaman yoğun bir programa sahip oluyor. O kadar ki bazen kendinizi dinleme fırsatı bile bulamıyorsunuz. Beş gün boyunca çocuk tiyatrosu özelinde tiyatro ile yatıp kalkıyorsunuz. Program boyunca birlikte hareket ediliyor, yemekler beraber yeniyor. Bursa Kültür ve Sanat Vakfı’nın konukseverliği, Assitej’den Nurkut İlhan’ın desteği üstünüzden hiç eksik olmuyor. Beşinci günün sonunda bir aileye dönüşüyorsunuz neredeyse, ak koyunlar ve kara koyunlarla. Herkes cebine ne alırsa onu götürüyor yanında. Bursa yazısının ikinci bölümünde gençlik oyunlarına değineceğim.
Festivalin Gençlik Oyunları
Uludağ Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Bölümü; “Kasaba”
“Zamanın nehri akmaya başladığından beri/Benden sorulur kasabanın ergenleri” cümlesiyle başlayıp tiyatral bir yolculuğa çıkarıyor bizi “Kasaba” ergenlerin dünyasında. Altuğ Görgü çocuk ve gençlik tiyatrosuna uzun yıllar emek vermiş bir yönetmen, U.Ü.G.S.F. Sahne Sanatları Bölümü’nde 3. sınıf öğrencilerine çocuk tiyatrosu dersleri veriyor. Kasaba bu derslerin uygulaması olarak karşımıza çıkan bir oyun. Oyuncular 3. sınıf öğrencileri (şimdi 4. sınıf). Aynı bölümün yazarlığında okuyan dört genç kaleme alıyor oyunu. Dersin öğretmeni olan Altuğ Görgü oyunun dramaturjisini yapıyor ve sahneliyor. Oyuna baktığınızda ekip işi olduğunu, doğaçlamalarla ilerlendiğini, yazımların tekrar tekrar yapıldığını görmek mümkün. Yirmi günlük çalışmayla kotarılan oyun festivaldeki gösterimiyle aynı zamanda prömiyerini yapıyor. Salonda ortaokul ve lise öğrencileri ile birlikte seyrediyoruz oyunu. Öğrenciler salonu doldurduklarında aralarında asla bitmeyecek olan yüksek sesli sohbetlerine devam ediyorlardı, ta ki oyunun ilk dakikalarına kadar. Ergenleri ergenlere anlatmaya çalışan ergenler zor bir işin üstesinden gelerek seyirciye ulaşmayı başardılar. Hiç susmayacak ve tiyatro oyunuyla ilgilenmeyecek gibi görünen ortaokul ve lise öğrencileri hayatları boyunca unutamayacakları bir deneyim yaşadılar. Haksız değiller, onlara “sanat” adı altında sunulanlar düşünülürse sahnede gördüklerinden etkilenmemelerinin mümkün olmadığı rahatlıkla anlaşılacaktır.
Doğumdan ölüme bir serüven “Kasaba”. Doğum ön oyun olarak karşımıza çıkarken ölüm bir son oyun olarak beliriyor sahnede. Oyunda ergenlerin dünyasında iletişimin çeşitli yönleri ve kendini arama çabası konu olarak ele alınmış. Oynayanların ve yazanların henüz ergenliklerini tamamlamamış öğrenciler oldukları düşünülürse altından zor kalkılacak bir dönemi inceliyorlar, benim ilk ergenlik dediğim 11–15 yaş arasını. Bu yaş grubunun pedagojik özellikleri ergenlikten daha farklıdır. Henüz yetişkinlik ve cinsellik sorgusu ağırlık kazanmamış, iletişim ve bedendeki değişimlere odaklanılmıştır. Pedagojik verilerine ulu orta rastlayacağımız bu dönem ince ayar gerektiriyor. Bu ince çizgiyi grup başarıyla yakalıyor ve hareketli rejisi ile seyircinin ilgisini sahnede odaklamayı başarıyor. İlk kez genel provada sahnede çalışma olanağı bulan grup bu içler acısı sorunun üstesinden başarıyla geliyor. Oyunculuklar ve oyuncuların öyküye yaratıcı katkıları sahnenin samimiyetini yansıtıyor. Sahnede tiyatronun özünü yakalamak için olmazsa olmaz olan seyirciye geçen samimiyeti, yönetmen Altuğ Görgü, oyuncular ve yazarlar birbirlerini dinleyerek yakalamayı başarmışlar. Kasaba çocuk ve gençlik tiyatrosunda nasıl çalışabileceğini, üniversitelerin deneysel anlamda alana nasıl katkıda bulunabileceğini bize bir kez daha gösteriyor. Daha önce A.Ü. DTCF Tiyatro Bölümü’nde ve 9 Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Tiyatro Bölümü’nde bu tür çalışmaların yapıldığını ve başarılı sonuçlar alındığını biliyoruz. Ne yazık ki bu çalışmalar süreklilik göstermiyor, belirli projeler halinde yapılıyor. Kasaba bize bir kez daha tiyatro bölümlerinde yapılan çocuk ve gençlik tiyatrosu projelerinin ne denli önemli olduğunu, bunların süreklilik göstermesinin alana ne kadar katkı sağlayacağını hatırlatıyor. Umarız en azından Altuğ Görgü’nün verdiği çocuk tiyatrosu dersi projeleri sürekli hale gelir, diğer tiyatro bölümleri de bu örneği benimser.
Circus Mlejn’den “Biraz Çay Yapalım”
Çek Cumhuriyeti’nden deneysel bir gençlik tiyatrosu örneği ile karşı karşıyayız. 12+ yaş grubunu hedef alan oyun, Prag Güzel Sanatlar Akademisi Pandomim Bölümü’nden henüz mezun olan Eliska Brtnicka ve Jana Klimova’nın okul bitirme projeleri. Oyunu kendileri yazıyor, yönetiyor ve oynuyorlar. Sözsüz Sanatlar Akademisi ülkemizde örneği olmayan bir eğitim veriyor öğrencilerine. Dramatik tiyatro eğitiminin verilmediği bu okulda akrobasi, hokkabazlık, palyaçoluk ve denge konularında eğitim alınıyor ve beden dilinde ustalaşılıyor. Sirklerde çalışma imkânı bulan okulun öğrencileri, Fransa’dan yayılan ancak ülkemizde pek aşina olunmayan “yeni sirk” kavramını bir gençlik oyunu haline dönüştürmeyi denemişler “Biraz Çay Yapalım” oyunu ile. Yeni sirk, sentetik tiyatro gibi kavramları çağrıştıran gençlik oyunu sözsüz olarak sahneleniyor. Oyun iki kız arkadaşın çay yapmak üzerine kurduklarını iletişimi konu alıyor. Bir masa, iki sandalye ve sofitadan sarkıtılmış kumaş parçalarından oluşan iki trapezden ibaret dekor. Geri kalansa oyuncuların beden kullanımlarındaki zenginlik ve sahneye taşımayı başardıkları çocuksuluk. Oyunda sofitadan sarkan perde kimi zaman bir salıncak oluyor kimi zamansa gençlerin kendi başlarına kalmayı sevdikleri gizli köşeleri ya da bir masa örtüsü. Aldıkları sirk eğitimiyle hem kumaş parçasını hem de top, sandalye gibi materyalleri ustaca kullanmayı başarıyorlar. Kumaş, kartopları ve büyük toplar, sandalyeler etkileyici bir görsel şölene dönüşüyor oyunun dramatiği içinde organik olarak. Sirk teknikleri oyunda sıklıkla kullanılsa da, özü itibariyle sahnede sözsüz bir tiyatro oyunu yaratmayı beceriyor bu iki cesur genç.
Teknik olarak bedenlerini kullanımları aldıkları eğitimden dolayı tiyatro sahnesinde kolaylıkla rastlayamayacağımız türden bir ustalık gösteriyor. Bedenlerini aksiyon içinde kullanırken bedenin seyirci tarafından algısını değiştirmeyi ve bedenin görünüm olanaklarından anlamlar yaratmayı beceriyorlar. Oyunculuk çalışmalarında dikkate alınması gereken bir unsur bedenin görünüm olanakları. Brtnicka ve Klimova yaptıkları performansın nasıl tanımlandığı ile ilgilenmiyorlar, onlar sadece aldıkları eğitimle tiyatro yapmaya çalışıyorlar. Bu iki gencin yaptıkları deneysel tiyatro çalışması da bizlerin tiyatroya bakışına etki ediyor. Festival yapmanın ve festivale oyun seçmenin anlamı da bu değil mi?
Bern Gençlik Sahnesi’nden “Clyde ve Bonnie”
Almanya’dan bir gençlik oyunu var karşımızda. Bildiğimiz Bonnie ve Clyde hikâyesinin gençler tarafından yeniden üretilmiş öyküsü etrafında oyun, günümüz Alman gencinin dünyasına bakıyor ve sorguluyor; oyunun yönetmeni Sinje Homann, yazarı Holger Schober. 13+ yaş grubu için yapılan oyunda toplum ve aileleri tarafından iyi davranılmamış, köşeye itilmiş iki genç birbirine aşık olur ve yaşama tutunma çabalarını gözler önüne sererler. Cinselliği, düşlerini beraber yaşayan, birlikte hayatı anlamlandırmaya çalışan bu iki genç Alman gençliğinin içinde bulunduğu yabancılaşmayı sahneye aktarmayı başarıyor. Oyunda cinsellik naif bir simgesel anlatımla verilirken, soygunları canlandırdıkları sahnelerde zımba makinesi kullanıyorlar. Gençlerin yoğunluklu olarak monolog şeklinde kendilerini anlattıkları sahneler ise sahnenin iki yanına konan mikrofonlar önünde yapılıyor. Oyunda gençlerin kendilerini duyurma çabaları mikrofonla simgelenirken, suç mahalline çekilen şeritlerin seyir yerini çevrelemesi ile yetişkinlerin gençler için yarattıkları sorunlar simgeleniyor. Bu oyundan öğreniyoruz ki, Almanya’da da işsizlik gençler arasında önemli bir sorun. Dış ve iç baskılar oyun içinde o kadar artıyor ki bir başkaldırış olarak “suç”, birbirlerine tutunarak hayal ettikleri oyun olmaktan çıkma çizgisinde seyirciyi diken üstünde tutuyor. Oyun yerinin de şeritler içine alınarak sarılması, gençlerin bu şeritlerin içinden geçerek alanlarının daralması “gençlik-suç” kavramları hakkında düşünmemize yol açıyor. Uzun monologlarla bölünen diyaloglar, simgesel anlatımlar, rejinin eğlence unsurunu doğallık içinde kullanması gibi yabancılaşmalarla oyunun ağır olabilecek duygusal durumu kırılıyor, seyirci sahnede yaşananlara uzak açıdan bakabiliyor. Oyuna uzak bakışın gençler için çok önemli olduğunu düşünüyorum böyle ağır bir konuda, üstelik şiddetin her geçen gün arttığı bir dünyada. Bir yetişkin olarak ise oyunu izlerken günümüz dünyasında gençlerin hele de kenarda kalmış, travmalı gençler için hayatın içine dahil olma çabalarının ne denli zor olduğunu ve bundaki sorumluluğumuzun ağırlığını hissettim. Bu bir gençlik oyunu mu? Evet, gençlerin kendilerini bulabilecekleri ve kendilerini sorgulayabilecekleri bir dünyayı gösteriyor. Bu bir yetişkin oyunu mu? Evet, onlara ne kadar çok çıkmaz yarattığımızı bize gösteriyor ve sorumluluk yüklüyor.
Dökülenler
Festivalde seyrettiğimiz 14 oyundan ancak üçü gençlik oyunu ve sadece birisi Türkiye’den. “Çocuk ve Gençlik Tiyatrosu” söz öbeğinde gençlik ne zaman “ve”nin ucundan kurtulacak merak ediyorum. Uludağ Üniversitesi’nden “Kasaba” bu anlamda beni heyecanlandıran bir çalışma ama biliyoruz ki, örnekleri bir elin parmağını geçmeyecek oyunlar bunlar. Gençlik tiyatromuz kadar genç seyircimiz de yok haliyle. Oysa ki, hayatı anlamlandırmada tiyatro ne kadar önemli. Gençler içinse çok ağır bir yük hayatı tanıma ve bir yön bulma çabası. En çok onların ihtiyacı varken bu alanın bu kadar boş kalması tiyatrocuların düşünmesini ve üretmesini gerektiriyor. Gençlikten önce çocukluk döneminde tiyatro adı altında çeşitli saçmalıklarla, tiyatro olmaya yakınlaşamayan oyunsularla tanıştırdığımız çocuklar ilkokul yıllarında çoktan tiyatrodan soğumuş oluyorlar. Yetişkin olduklarında hala içlerinde bir parça tiyatro seyretme ilgisi kalmışsa ancak o zaman tiyatroyu tekrar keşfetme yoluna gidiyorlar; genellikle üniversite çağlarında. Bu yaşlarda da “ölü tiyatroya” denk gelindiği düşünülürse seyircinin neden tiyatrodan kaçtığı, tiyatroya ihtiyacı olmadığını anlamak zor olmaz.
İnisiyatifi eline alan kendilerini daha rahat ifade eden gençler içinse okulda tiyatro izlenecek değil ancak olanak bulurlarsa kendilerinin yaptıkları bir alan haline dönüşüyor. Tiyatronun eğitsel amaçlarının gerçekleşmesi açısından tiyatronun gençler tarafından yapılması elbette çok olumludur ancak “gençlik tiyatrosu” sanatsal ifadenin, estetiğin gelişmesi, düşünsel ufuklar açması bakımından önemlidir. Ey tiyatrocular, bir şeylerden memnun değilsek seyirciden şikayet etmeyi bırakıp gerçek tiyatro yapmak zorundayız. Bu sorumluluğu almazsak ne tiyatro seyircisi gelir oyunlarımıza, ne de yaşanılası bir dünya oluşturabiliriz. Düşüncelerin derinleştiği, hayatın anlamlandırılmaya çalışıldığı, hayatın içinde benimsenecek rollerin seçildiği 11-18 yaş dönemi ise gençlik tiyatrosunun kapsadığı alan olduğu için sorumluluk almamız anlamında hayati öneme sahiptir.
3 yorum
Ellerine sağlık Ceren… Güzel olmuş… Keyifle okudum..
İyi iş yapanları mutlaka yüreklendirmek lazım… Kalemine ve yüreğine sağlık…
Bütün bunlar ne zaman oldu
Festivali soruyorsanız Burhan Bey 4-10 Ekim 2010 tarihleri arasında gerçekleştirildi.