Bugün (12 Mart Cuma günü) “Laz Marks”ın İstanbul duruşmasında oyuncu Haldun Açıksöz’e destek vermek için Beyoğlu Adliyesi’ndeydik. Ben oraya Mehmet Esatoğlu ile birlikte Türkiye Tiyatrolar Birliği’ni (TTB) temsil etmek üzere gittim. Yaklaşık 25 kişilik bir insan gurubu destek için oradaydı. Nicelik bakımından sayı oldukça düşük olmakla birlikte, örgütsel temsiliyet adına küçümsenmemesi gereken bir katılımın gerçekleştiği söylenebilir.
TTB dışında çeşitli örgütleri temsilen şu insanlar yan yana geldiler: ASSITEJ Türkiye’den Ceren Okur, Boğaziçi Üniversitesi Oyuncuları’ndan Volkan Mantu, DETİS’ten Adsız Karaduman ve Cemal Ünlü, Mimesis Dergisi’nden Özgür Eren, Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nden Orhan Aydın, SİNE-SEN’den Zafer AYDEN, Tiyatro Boğaziçi’nden Eser Dilsöz. Destek verenler arasında, avukat Burhan Gün, oyun yazarı ve yönetmen Kerem Kurdoğlu, Haldun Açıksözlü’nün gösteriye uyarladığı “Laz Marks”ın yazarı Yılmaz Okumuş ve tiyatro üzerine yazılar yazan Feridun Çetinkaya da vardı.
Yargılamanın aslında Rize’de devam edeceğini ve İstanbul’daki duruşmanın prosedür gereği olduğunu öğrendiğimiz davada, Haldun Açıksözlü savunmasını demokrasi, ifade özgürlüğü ve hoşgörü ihtiyacı çerçevesinde yaptı. Hakkında dava açılmasına neden olan fıkranın özel olarak Recep Tayyip Erdoğan’a hakareti hedeflemediğini, dünyada pek çok başkan ya da başbakana uyarlanan bildik bir fıkra olduğunu, gülünüp geçilmesi gerekirken resmi yargının konusu haline getirilmesinin anlaşılmaz olduğunu söyledi.
Beyoğlu Adliyesi’nde Haldun Açıksözlü’yü yalnız bırakmamak üzere aşağı yukarı 25 kişilik bir gurubun toplanmasını yadırgadığımı belirtmem lazım. Kendi aramızda konuşurken, beklenti 50 ila 100 arasındaydı. Genel medya ilgisizliğinin kırılması noktasında harekete geçtiğini fark edebildiğimiz yayınlar Birgün gazetesi, Evrensel gazetesi ve Hayat TV’ydi. Ana akım medya davayı tamamen es geçmişti.
Buna karşılık Ertuğrul Timur’un TİYATROM’da çığırtkanlığını yaptığı FACEBOOK kampanyasında katılımcı sayısı en son 1300 kişiyi geçmiş. Bu kesinlikle realite ile sanal dünya arasındaki bağın koptuğunu gösteren örnek bir veri olarak okunabilir. İşin tuhaf yanı, Mimesis Dergisi dışarıda bırakılacak olursa, tiyatro yayınlarının dayanışma bir yana, habercilik bağlamında bile davaya ilgisiz kalmasıydı. Yani yine kopyala yapıştır, yine atıp tutmalar…
Şu sıralar, şehir içi yolculuklar yaparken ya da bir yerde birilerini beklerken Jean Baudrillard’ın “Simülakrlar ve Simülasyon” adlı kitabını okuduğum için, TİYATROM ve tiyatro adına süre giden Ertuğrul faciasının bir başka görünümü ile karşı karşıya kalmış olmamıza şaşırmadım. Birçok bakımdan dejenere etmeyi başardığı “Laz Marks” davasını FACEBOOK ortamında bir simülakr haline getirme çılgınlığına da imza atmış. (Jean Baudrillard’ın kitabının başında verilen sözlük tanımına göre simülakr “Bir gerçeklik olarak algılanmak isteyen görünüm” anlamına geliyor.)
Kendi adıma gerçekten Ertuğrul Timur diye birisinin yaşayıp yaşamadığından şüphe etmeye başladım. Bir gerçeklik olarak algılanmak isteyen görünüm gerçekliğin yerine geçme çabasını büyüttükçe, örneğin Ertuğrul Timur’un Beyoğlu Adliyesi’ndeki davayı “çok sayıda sanatçı, tiyatro sever izledi” palavrasına inanmamız gerekiyor.
Her şeye rağmen ben Ertuğrul Timur’un dört dörtlük bir simülakr olmadığı ihtimali üzerinde durmuştum. Yani, en azından FACEBOOK’taki 1300’ü aşkın kişi adına Beyoğlu Adliyesi’ne Haldun Açıksözlü ile dayanışmak üzere 26. ya da belki 27. kişi olarak gelebileceğini düşünmüştüm. Bu jest FACEBOOK’taki eylemin simülakr olma özelliğini ortadan kaldırmazdı belki, ama realite ile kopukluğu gidermek adına küçük de olsa bir adım atmış olurdu. Ama olmadı, olamadı. Bu durum karşısında, karşımızdakini daha iyi anlamaya çalışma ve iyi niyet gösterme konusunda uyarılar yapan Orhan Aydın’a takılmadan, yani kendi deyimiyle “lacivertlik” yapmadan edemedim.
Şimdi Ertuğrul Timur’dan tam da herkese tavsiye ettiği gibi, 27 Mart’ta Haldun Açıksöz’e dava açılmasına neden olan fıkrayı bir sahnede ya da meydanda anlatmasını, mahkûm olmasını bekliyoruz. (Ertuğrul Timur’un yaptığı çağrı tam olarak şöyle: “Düşünce ve sanatın özgürlüğü için gelin 27 Mart Dünya Tiyatro gününde her sahnede hatta her meydanda aynı oyunu hepimiz oynayalım, hepimiz mahkûm olalım!”) Böyle bir jestin de realiteye karışmasına yardımcı olacağından hiç şüphem yok. O zaman Orhan Aydın’ın uyarısına daha fazla kulak verecek; galiba bir yerlerde hata yapıyorum diyerek derin düşüncelere dalacağım.
Şimdilik Ertuğrul Timur’un bir simülakr olarak TİYATROM üzerinden sansür, dezenformasyon ve atış serbest mantığını hayata geçirdiği simülasyon (gerçek olmayan bir şeyi gerçekmiş gibi sunmaya, göstermeye çalışma) vukuatlarını bir kenara bırakıyorum. Ama öncesinde, her şeye rağmen bir konuda kendisine teşekkür borçlu olduğumu itiraf etmek istiyorum: Jean Baudrillard’ın “Simülakrlar ve Simülasyon” kitabını okurken yurdum insanına özgü bir örnek bulma konusunda Hızır gibi imdada yetişiyor. Yani TİYATROM YENİDEN döneminde, çarpılmış bir şekilde olsa da, tiyatro camiasına katkı sunmaya devam ediyor.
Haldun Açıksözlü ifadesini verip Adliye bahçesinde savunmasını yüksek sesle okuduktan sonra, Ceren Okur, Mehmet Esatoğlu, Mürsel Yaylalı ve Orhan Aydın’la birlikte Beyoğlu’nda bir kafede tiyatromuzun karşı karşıya kaldığı sorunları, nasıl bir örgütsel duruş ve kültür-sanat politikası geliştirilmesi gerektiğini ele aldık. “Laz Marks” davası gibi destek ve dayanışma ortamlarının, bu tip diyalogların önünün açılmasında katalizör rol oynadığına şüphe yok. Bir simülakr olarak değil de realite içinde kendini var eden bir dayanışma eyleminin ardından bu tip buluşmalar yaşandığında, zaman zaman kapıldığımız “Ne olacak bu tiyatronun hali?” karamsarlığını aşmak da kolaylaşıyor.
Süreç ağır aksak ilerlese de, 27 Mart kutlamaları olsun, bahar şenlikleri olsun, tiyatro örgütlü dayanışmanın öneminin vurgulandığı, örgütlü tiyatro sürecinin canlandırıldığı bir dizi etkinliğe sahne olacaktır umudunu koruyorum. Oyuncu Haldun Açıksözlü’nün hakkında açılan dava karşısında sergilediği sağlam duruşun bu sürece katkı sunduğundan hiç kimsenin kuşkusu olmamalıdır. İlk verdiği yazılı savunmanın anti-AKP ajitasyona endeksli olmaması, daha da önemlisi sanat alanındaki muhalefetin ayrıştırılmasına dönük beklentileri karşılamaması, aksine evrensel, birleştirici ilkelere referansla biçimlenmesi, “Laz Marks”ın yargılanmasına karşı çıkan değişik eğilimdeki insanların bir arada durmasının da önünü açmıştır.