Geçen yıl çok güldüğüm bir olay, henüz yazılmamış bir yazı nedeniyle Ertuğrul Timur’un sansürcülükle suçlanmasıydı. Ben önce espri yapılıyor sanmıştım. Fakat benim de dâhil olduğum bu tartışma absürt bir mecraya sürüklendi. Öyle ki sonunda iş gelip geçen tiyatro sezonu biterken düzenlenen TEMİZ TİYATRO / TEMİZ YAYINCILIK kampanyasına kadar dayandı. Her ne kadar bu kampanya aşırı bir gerilim yüklüymüş gibi görünse de, aslında eğlenceli görünen yanı daha güçlüdür. Kampanyayı organize eden yayıncılar ne zaman bir araya gelse, gülmeye ayrılan zaman ciddi konuşmalara ayrılan zamandan çok daha fazla olmuştur.
O zaman TİYATROM henüz yeniden açılmamıştı. Sadece birkaç kere gördüğüm Ertuğrul Timur’un insanlarla bir araya gelme isteksizliği ve sanal âleme aşırı düşkünlüğü daha o zaman dikkatimi çekmişti. Sonraları espriyle karışık kendisine “sanal-adam” demeye başladım; özellikle şu ünlü İstanbul Buluşması ve sonrasında Ankara Buluşması’nın düzenlendiği örgütlü tiyatroyu araştırma ve geliştirme sürecinde. Nihayetinde, sanal dünya düşkünlüğünün karakteristik bir özellik olduğunu fark edecektim.
TİYATROM onun için bir araç ya da temsil alanı değildi; aksine, TİYATROM için realitenin bir araç ya da temsil alanı haline gelmesi gerekiyordu. Muhtemelen, bir zamanlar (gençlik yıllarında) okuduğunu tahmin ettiğim Marksist el kitaplarında yazılıp çizilenleri hatırlayacak ve “sübjektif idealizm” teşhisimden hazzetemeyecektir. Fakat göstergeler o kadar çarpıcı ki, son yazımda Ertuğrul Timur ya da TİYATROM’un aslında bir simülakr (kendisini gerçekmiş gibi sunan görüntü) olduğunu iddia etmek zorunda kalacaktım.
Simülasyon (görüntünün gerçekmiş gibi sunulması), günümüzde hayatımızı pek çok biçimde derin bir şekilde etkiliyor. Hâlâ üstesinden gelinememiş dünya ekonomik krizinin bir yerden sonra saklanamayan nemli bir özelliği, reel ekonomi ile finans piyasalarındaki şirket değerlemeleri arasındaki çarpıcı aykırılıktı. Kriz de bu aykırılık (yalan) artık sürdürülemez, saklanamaz hale geldiğinde patladı. Tüm dünyada toksik kâğıtlardan (reel ekonomide karşılığı olmayan zehirleyici varlıklardan) nasıl kurtuluruz telaşı başladı. Fakat toksik kağıtlar kapitalizmin bir karakteristiği haline gelmiş görünüyor: Bugün de, sabah kalkıp finans piyasalarında neler olup bittiğini anlatma iddiasındaki bir televizyon programını seyreden birisi, nasıl olup da örneğin İMKB 100 endeksinin kriz devam ederken yirmi binli seviyelerden elli binli seviyelere geldiğini hiç kimsenin izah edemediğini görecektir. Öyle ki, uzmanlar absürt buldukları bu manzara karşısında gizleyemedikleri bir şaşkınlık ve nihilizm duygusuna kapılmakta, ya gülümsemekte ya da bazen kendilerini tutamayıp kahkaha atmaktadırlar.
TEMİZ TİYATRO / TEMİZ YAYINCILIK kampanyası sırasında çok fazla gülünmesi, aslında finans piyasalarının absürtlüğü karşısında piyasa uzmanlarının yaşadığına benzer bir şaşkınlığın da dışavurumuydu. Ben kampanya sırasında karşımızda reel düşmanlar olmadığını, aksine tiyatro dünyasına grotesk bir ayna tutan ve oradaki olumsuzlukları büyüterek yansıtan ve oyunlaştıran birileri ile karşı karşıya olduğumuzu savundum. Yani sorun aslında tiyatroyu simülasyon evrenine hapsetme çabalarıydı. Fakat bu konuda kimseyi ikna edemediğim gibi ikna olmak isteyen birileri var mıydı ondan da emin değilim. Sorunların dışsallaştırılması, yansıtılması ve ötelenmesi ağır basan eğilim olmayı sürdürdü.
O zaman tek çare, bu oyunun dışına çıkmak ve oyunu bozmak için realite içinden bir temsiliyet, etki örgütlemeye çalışmaktır. Nitekim, Tiyatro Yayıncıları Birliği’nin daha kuruluş aşamasında yokuşa sürüldüğü dönemde, çeşitli tiyatro sitelerinden uzaklaşmam (oyunu istedikleri gibi oynamayı kabul etmemiş olmam), teatral sağlığım açısından oldukça olumlu sonuçlar vermiştir.
Ertuğrul Timur’un sanal gece yarısı darbeleriyle Tiyatro Yayıncıları Birliği’nin altını bir güzel oyduktan sonra hızını alamayıp Türkiye Tiyatrolar Birliği ile ilişkisini sanal tehdit, dezenformasyon ve son olarak sansür düzeyine taşıması, bir simülakr olarak can güvenliği endişesi taşımasından kaynaklanmaktadır. Çünkü tıpkı şirket değerleri gibi TİYATROM YENİDEN’in de değeri sunulduğu, simüle edildiği gibi değil ve TTB bölgesinden bu sunuma, simülasyona itiraz gelmesi potansiyeli olduğunu biliyor. Bu noktada kritik bir konuma sahibim: TİYATROM’un ikinci yayın (YENİDEN) dönemine nasıl girdiğini de, Tiyatro Yayıncıları Birliği’ndeki tavrını da, örgütlü tiyatro sürecinden kaçışını da hem içerden hem dışarıdan çok iyi biliyorum.
Onun kişisel düzleme taşımaya çalıştığı tartışmalarımızı ben düzenli olarak örgütsel düzleme taşıdım ve bu onun için katlanılmaz oldu. Ertuğrul Timur TİYATROM’u yeniden yayınladığında kişisel olarak nasıl bir fedakârlık ve de cefakârlık örneği verdiğini iddia edemeyecek konumda olduğunu çok iyi biliyor. Sadece magazin peşinde koşmakla kalmıyor, kelimenin gerçek anlamında dezenformatör ve sansürcü bir yayın çizgisi izliyor. İMKB’de olduğu gibi, kriz döneminde kendisini değerli göstermek isteyen fırsatçı bir şirket gibi davranıyor.
Sansür eyleminin ne olduğu açıktır: TTB’nin kamuoyun dönük bildirilerini yok saymak, daha doğrusu kendi imalatı simülasyon dünyasından dışarı çıkararak TTB’siz bir realite iddiasında bulunmak. Yani olay örgüt açıklamalarının sansürüne kadar varmıştır. Basitçe somutlayalım: İşgüzarlık yapmaya ve hatta kanaat önderliğine soyunduğu “Laz Marks” davası sırasında, TTB’nin “Laz Marks” davasıyla ile ilgili bildirisi ve Beyoğlu Adliyesi’ndeki somut varlığı TİYATROM tarafından görmezden gelinmiştir.
Yine, bağımsız bir sitede imzaya açılan “Tiyatroma Dokunma” kampanyasının yerine FACEBOOK’ta “Laz Marks”la dayanışma kampanyasını geçirmiştir – ki bence bu iyi bir gelişme olmuştur; çünkü bu tip kampanyalar realiteye dayanmadığında anlamsızlaşmakta ve sanal varlıkları kafa karıştırıcı hale gelebilmektedir. Örneğin TTB “Laz Marks”la kanlı canlı bir dayanışma gösteremeyecekse, FACEBOOK kolaycılığına kaçmayıp bağımsız bir siteyi esas alsa bile, “Tiyatroma Dokunma!” kampanyası da sadece bir simülasyon olacaktır. Bu tip kampanyalar realiteden beslendiğinde ve realiteyi temsil edebildiği ölçüde bir simülakr olmaktan kurtulur.
TTB’nin Afyon’da tiyatronun durumunu ele almak üzere gerçekleştirdiği ziyaretin ardından, konunun habercilik etiğinden uzak ve magazin seviyesizliğinde ele alınmasını eleştiren bildirisi de aynı kaderi paylaşmıştır. Bu bir yerde normaldir; çünkü eleştirinin belki de tek muhatabı olduğunu düşünmüştür. Ve bu da normaldir; örneğin artık manşetten indirme ihtiyacı hissettiği dosyanın son sunum yazısında şöyle denilmektedir: “Asıl sorun Afyon’da var olan profesyonel bir şehir tiyatrosunun kapanmış olması…” Sadece bu cümlecik bile Ertuğrul Timur’un realite ile bağını nasıl koparmış olduğunu gösterir niteliktedir. Habercilik yapamadığını çok iyi biliyoruz; fakat bu cümle artık habercilik yaptın yapamadın eleştirisini aşan bir çerçeveye taşınmak zorundadır.
Afyonkarahisar Belediye Şehir Tiyatrosu’nun yönetmeliğinde, 5. maddede şu yazılıdır:
“AKBŞT’nda görev alan oyuncular amatör çatı altında profesyonelce çalışarak, gidilecek her yerde Afyonkarahisar Belediyesini en iyi şekilde temsil etmek zorundadırlar. Çalışma disiplinine uymayan oyuncuların AKBŞT’unda çalışmasına imkan verilmez. Ayrıca AKBŞT’unda görev alan oyunculara herhangi bir ücret ödenmez. Oyuncular Belediye hizmetlerine gönüllü katılım esasına göre çalışır. Sahneye konulacak oyunlarda görev alacak oyuncuların seçimi Kültür ve Sosyal İşler Başkan Yardımcısı, Kültür ve Sosyal İşler Müdürü ve Genel Sanat Yönetmeninden oluşan komisyonca belirlenir.”
Durum bu kadar açıkken, yani AKBŞT’nin amatör bir şekilde yapılandırıldığı bu maddeden ve genel sanat yönetmeninin de başkalarını yanı sıra amatör tiyatrocuların başına çavuş olarak dikilmek istendiği diğer maddelerden kolaylıkla anlaşılabildiği halde niçin Ertuğrul Timur “profesyonel bir şehir tiyatrosu”nun var olduğunu ileri sürmektedir? Ben o bir simülakr (bu vakada yalancı bir simülakr olarak) yayıncılık yapıyor diyorum.
Eski TİYATROM döneminde Ertuğrul Timur’un zaman zaman sansüre ve dezenformasyona meyyal bir çizgiye yerleştiğini düşünmüşümdür. Fakat bu meyyal olma halini bir şekilde aşabildiğini ve katılaştırmadığını da düşünmüşümdür. Bugün TİYATROM, Ertuğrul Timur’un dezenformatör ve sansürcü olarak tescil edildiği olguların kolaylıkla sahne alabildiği bir site durumundadır. İki yıl önce TİYATROM’u kapattığını duyduğumda, yaptığını yıktı demiştim. Sonrasında bu tavrını değiştirmesi için dostane eleştirilerimi de yaptım. Fakat TİYATROM yeniden açıldığında, bu defa da yaptığını çürütüyor demek gerekiyor.
Bu çürümenin ilk işaretlerini TİYATROM YENİDEN öncesinde açtığı ÖZGÜR SANAT blogunda vermeye başlamıştı. Orada sık sık kantarın topuzunu kaçırdığını, örneğin alay ya da hiciv sınıfına sokulamayacak siyasi hakaretlere başvurduğunu görüyordum. Sunumu genele dönük ve katılımcı gibi olsa da, oldukça kişisel ve keyfi bir çerçeveye sahipti. Bugün TİYATROM’da bu çizginin bazen örtülü bazen açık katılaşarak devam ettiği görülüyor.
Bu, umarım Ertuğrul Timur’un adını doğrudan anan son yazım olur. Öte yandan, karşılıklı kale almama oyunları oynamak da yanlış olur. Nasıl ki toksik kağıtlar karşısında reel ekonomiyi hatırlatmak gerekiyorsa, TİYATROM’a da aynı muameleyi yapmak doğru olacaktır. Çok daha kısa yazmak, bazı kısa notlar düşmekle yetinmek gerekiyor muhtemelen. Zaten bu yazı da biraz bu nedenle uzunca yazıldı – giriş yapma ve sonrasında not tutmaya hazırlık niyetine.