Sanat dünyası tam kendisini Tophane’de bazı sanat kuruluşlarına karşı gerçekleştirilen saldırıları tartışmaktan kurtarmıştı ki bu sefer de Beşiktaş’ta düzenlenen bir sergiye yapılan saldırı ortalığı karıştırdı. Oysa Tophane olayı için birçok geçerli klişeye sahiptik: Onlar geri kalmıştı, cahildi, muhafazakârdı, sakallı ve türbanlıydılar. Onların açık fikirlere ve çağdaş söylemlere kulakları zaten tıkalıydı ve açmaya da pek niyetleri yoktu. İstanbul evrensel bir metropoldü ve onların kasabalı kültürüne teslim olunamazdı.
Oysa Beşiktaş saldırısını düzenleyen ve kendilerini CHP’li ve Kemalist olarak tanımladıkları iddia edilen bu “çağdaş görünümlü” gençlerin saldırısını hangi klişelerle anlamlandıracağız? Hani onlar şehirli, demokrat, İstanbul’un gerçek sahibi olan laik zümrelerdi? Fikirlerini sanat yoluyla açıklayan birisine şiddet uygulamanın “çağdaş” ya da “muhafazakâr” versiyonları arasında ne fark var?
Sonuçta seçtiğiniz kılık kıyafetin ya da vitrininizdeki yaşam biçiminin kafanızdaki demokrasinin niteliğini ölçmede yararlı olmadığı ortaya çıkmış oluyor. Kılık kıyafeti değiştirmek kolay da kafaların içindeki muhafazakârlık aşılmaz sur duvarlarıyla çevrili olsa gerek.
Bu vesileyle ifade özgürlüğü önünde engel oluşturan “muhafazakâr” ya da “ilerici” her türlü faşist saldırıyı hoşgörüsüzlük temelinde tartışmanın vakti geldi, geçiyor. Bunu yaparken de bizden ya da onlardan kaygısına kapılmadan ve nereden gelirse gelsin her türlü sansürcü zihniyeti kınayarak işe başlayabiliriz. Beşiktaş’taki olayın ardından ortalığa hâkim olan sessizlik bu konuda çok umut vermese de…