Üstün Akmen
Bir hafta kadar Kıbrıs’taydım, Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’nun 8. Kıbrıs Tiyatro Festivali’ni izledim. Bu arada, ne yalan söyleyeyim, günlük gazeteleri günü gününe izleme olanağını pek bulamadım.
Ben yokken, Başbakanımız İstanbul Atatürk Kültür Merkezi (AKM) konusundaki sessizliğini bozmuş, kafasında büyüttüğü projesini Hıncal Uluç’a açıklamış (Sabah- 23.09.2010). Başbakanımız, yaşam tarzımızın müdahaleye uğrayacağı yönünde tedirgin olan, korkan, kaygı duyan yüzde kırk ikinin ürkekliğini doğrularcasına tartışma falan açmamayı, açıklamamayı, ancak en iyisini bizler için kendisinin oluşturabileceğini müjdelemiş. Köşe yazarlarından destek istemiş. Bağlayıcı hukuksal kararları aşabilmek için, yargının da anlayış sahibi olmasını ve önlerine engel çıkarmamasını “Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla” üslubu içinde talep etmiş.
Başbakanımızın benden 4 yaş büyük ağabeyim Hıncal Uluç’a anlattıklarına göre, Taksim Meydanı’nda trafik yeraltına alınacak, bu meydan tamamen yayalara açılacak, çok yetersiz AKM binası yıkılacak, mevcut oto park da yeraltına ineceğinden otopark arsası da, bina arsasına eklenecek ve bir mimari yarışma ile İstanbul’a Taksim Meydanı ile bütünleşmiş, kent simgesi bir Atatürk Kültür Merkezi yapılacakmış. AKM sadece temsil geceleri kapı açan değil, 24 saat canlı olan bir merkez olacakmış. “Şimdi bu planı gerçekleştirmek için kolları sıvamışken, mevcut binaya ‘tadilat’ diye, 70 milyon yatırmanın alemi yok… Kazmayı vurduğumuz anda, iki yılda kapıları açarız” demiş.
Hıncal Uluç: “Yani şimdi Başbakan, ‘İki yıl içinde yeni AKM’yi açarız sözünü verdi diyebilir miyim’ dedim. ‘Kazmayı vurduğumuz günden itibaren’ diye düzeltti tekrar. ‘Peki ya kazmayı on yıl sonra vurursanız’ dedim. ‘Bu defa formalitelerin çok daha hızlı sonuçlanacağına inanıyorum. İstanbul için AKM’den de öte müthiş projelerimiz var, sizinle özel bir konuşmamızda anlatmak isterim’ dedi ve iki cümle ile projenin adını söyledi. Telefon elimde dondum kaldım. Bu İstanbul konusunda bugüne dek duyduğum en çılgın proje. Biri bana ‘Bin proje say’ dese, bin gün izin verse aklıma gelmez. Öyle çılgın” diyor.
Sevgili Hıncal Uluç “Telefon elinde donmuş kalmış” ya, bendeniz de elimde Sabah gazetesi buz olup kaldım. Hıncal Uluç gibi deneyimli bir gazetecinin yürürlükteki hukuk kurallarına; (yukarıdan aşağıya) anayasa, yasa, tüzük, yönetmelik ve tebliğleri iplemeyen bir başbakana nasıl kandığına inanamadım. Yasa dışına taşan açıklamaya Hıncal Uluç’un “muteber” bir gazeteci olarak nasıl olup da “itibar” ettiğini anlayamadım.
Şimdi hiç eğri oturmadan doğru konuşayım: AKM ana salonunun akustik rezaletinde Hıncal Uluç ile hemfikirim. Küçük salonda konser izlenemediğinin de tanığıyım. “Sadece bir asansörle çıkılan tavan arasında yapılan galeride sergi” felaketini de biliyorum. AKM, Hıncal Uluç’un dediği gibi mimarisi ile de on para etmez. Dış görünüşü de berbattır, putrel yığınıdır, hiçbir özelliği ve güzelliği yoktur. Sevgili Uluç’un: “Bu rezil yapıyı korumak mı, yoksa yıkıp yerine, hem de oto park alanını da katarak, çok daha büyük, çok daha mükemmelini, İstanbul’a simge olacak bir Sydney Operası örneği yaratmak mı, akılcı, ilerici, devrimci” sorusunu ben de ele güne sorarım. Ammaaa… Uluç’un, Başbakanın “Dil üstünde kaydırmacalar”ı karşısında bu denli saf davranmasına da şaşarım.
“Dil üstünde kaydırmaca” derken Başbakana hakareti falan asla amaçlamıyorum. Ama bu tür söz cambazlıklarına da inanmıyorum. Anımsarsınız mutlaka, yaklaşık üç yıl önce Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nin yıkım kararı alındı. Yıkılmaması için allem ettik, kallem ettik, uğraş verdik, beceremedik. Hatta 27 Mart 2008 Dünya Tiyatrolar Günü’nde Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nin önünden yetkililere seslendik, göğsümüzü buldozerlere siper edeceğimizi söyledik. Muhsin Ertuğrul, daha önce barakalardan gelişerek ortaya çıkan bir sahneydi, yeterli değildi, bazı problemleri ve riskleri vardı biliyorduk, ama inanmıyorduk.
Bir süre sonra, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, bizleri Sait Halim Paşa Yalısı’nda kahvaltıya davet etti. Anlattı, “Harbiye Kongre Vadisi Avan Projesi” hakkında bilgiler verdi. Bir de maket gösterdi, maketin etrafını tavaf eyledik. Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nin yıkılıp yerine Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı ile uyumlu yeni bir bina yapılacağını söyledi. Proje, Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı, Convention Center, Harbiye Orduevi, Askeri Müze, Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu, Taşkışla Caddesi arasında kalan 17 bin metrekarelik alanı kapsayacaktı. Toplam inşaat alanı 83 bin 695 metrekare olacak, yapılacak yeni binasının 5 katı yer üstünde, 6 katı da yeraltında inşa edilecekti. Mevcut binadaki 601 olan seyirci kapasitesi, yeni binada 696’ya çıkarılacak, tiyatro binasının altında 800 araçlık bir garaj yapılacak, Şehir Tiyatroları Müdürlüğü ofisleri de aynı binada yer alacaktı. Yeraltındaysa tiyatronun depoları, alt birimleri, arşivi, hatta kütüphanesi konuşlanacaktı.
İnanmadık, ama bir halt da edemedik. Yıkıldı, yerine yenisi yapıldı. Gittik ve gördük ki ne biçim projeyse bu, 601 olan seyirci kapasitesi 696’ya çıkarılacağına 598’e indirilmiş. Dünyada belki de ilk kez, gişeleri dışarıda olan bir tiyatro binası inşa edilmiş. Salona girişi dik mi dik yirmi basamak olan, yaşlıların nefes nefese salona girdikleri, neredeyse eskisini aratan bir tiyatro binasıydı yapılan. Fuaye bir mimari kepazelikti. Otopark falan yoktu. Muhsin Ertuğrul Sahnesi’ne, Hilton Oteli’nin araç çıkış kapısı önünden ve Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nun biraz ilerisinden karda kışta, bastığımız itinasız döşenmiş taşların aralarından pırtlayan çirkeflerle yıkanarak varabildik. Yani tiyatrosever olma hakkımızı, Mimar ve Sanat Tarihi Doktoru Kadir Topbaş Bey’e iğdiş ettirdik.
Şimdi Sevgili Hıncal Uluç, lütfen söyle, ben Başbakana nasıl inanayım? AKM binasının yıkılıp, mevcut otoparkın yeraltına ineceğine, o arsanın da bina arsasına ekleneceğine ve bu alanda “kent simgesi” bir Atatürk Kültür Merkezi beklerken bırakın iki yeşil minareli cami inşaatını falan, “Atatürk Alışveriş Merkezi” yapılmayacağına nasıl kanayım?
Kanmıyorum!
Kanmadığım için 06.01.1999 gün 10521 sayılı Koruma Kurulu kararıyla tescil edilmiş, 30.10.2007 gün 1344 sayılı kararla koruma grubunca 1. Grup olarak belirlenmiş; 06.12.2006 tarih, 689 sayılı kararla rölövesi, 14.05.2008 gün, 1783 sayılı kararla restorasyon avan projesi onaylanmış İstanbul Atatürk Kültür Merkezi’nin (şimdilik kaydıyla) tadilini istiyorum. Karar altına alındığı halde hangi nedenlerle tadil edilemediğini, dolayısıyla AKM’nin neden hâlâ açılamadığını sorgulamayı sürdürüyorum. Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanı nasıl oluyor da yasaları, yargı merciinin kararlarını hiçe sayarak böyle açıklamalar yapıyor, Başbakan’a kızıyorum.
5706 sayılı İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Hakkındaki Kanun’un 11. maddesinde belirtilen İstanbul Atatürk Kültür Merkezi onarımı, Rami Kışlası’nın kütüphane olarak yenilenmesi, Ayazağa Kültür Merkezinin yapımı İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansının asli görevleri arasındaysa, Ajans nerede diye sorarken Hıncal Uluç’un beni desteklememesine üzülüyorum.
Ben, Sevgili Hıncal Uluç’un deyimiyle “istemezükçü” değilim, sadece Başbakana inanmıyorum ve tadilatta ısrar ediyorum. Israr ederken, İstanbul Atatürk Kültür Merkezi onarımı için çeşitli bakanlıklar, kurum, kuruluş, sivil toplum örgütü ve benzin gelirlerinden elde edilen maddi kaynakların bugüne kadar nerelere sarf edildiğini de sorguluyorum.
Mimar Murat Tabanlıoğlu, ekip başı olarak mühendislik hizmetleri karşılığı Ajans’tan tahsil ettiği 2 milyon 533 bin Türk lirasını kimlere, nerelere ödediğini müspet evraklara istinaden tevsik edemiyorsa ve bu durum Uluç’u hiç mi hiç ilgilendirmiyorsa sinirleniyorum.
2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun 65 (a) maddesi kültür ve tabiat varlıklarını tahrip edenlerle ilgili 2 yıldan 5 yıla kadar hapis cezası uygulanmasına amir olduğuna göre, Atatürk Kültür Merkezi’nin çürümeye bırakılmasını, bal gibi kültür varlığının tahrip edilmesi anlamına geldiğini Hıncal Uluç’un umursamamasına ciddi anlamda alınıyorum.
Hem yukarıda sıraladığım konularda, hem de 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun 65 (a) maddesinin uygulanması hususunda Sayın İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı’na şikayetçi sıfatıyla suç duyurusunda bulunmamı Hıncal Uluç neden desteklemiyor (Bkz: Evrensel-15 Eylül 2010), bilemiyorum.
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’na on üç soru (Evrensel-01 Eylül 2010) sordum.
Yanıt alamıyorum.
Yanıtları Hıncal Uluç’un da merak etmesini istiyorum.