Saçmalıklar Ortasında Korktuğun Şeye Dönüşmek: Übüleşme

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Faruk Ekici‘nin Fatih Pazvantoğlu ile yaptığıT24‘te yayınlanan söyleşiyi sizlerle paylaşıyoruz.

“Biz eleştiri kültürünü çok bilmeyen bir coğrafyada yaşıyoruz. Gündelik hayatta ikili ilişkilerimizde bunu yapamazken sahnede tarihselleştirildiğinde bile aynı döngüye düşüyoruz. Tiyatro yapan insanlar olarak neyi nasıl söylememiz gerektiğini toplumun içinde yaşarken öğrendik. Onunla birlikte değişip dönüşerek de güncelleyeceğiz gibi geliyor”

faruk ekici haftalık

Ezgi Uzşen, Nazan Yerli ve Arzu Turan (soldan sağa) | Übüleşme oyunundan

Alfred Jarry’nin 1896’da kaleme aldığı Kral Übü, yalnızca modern tiyatronun değil, aynı zamanda absürdün de en erken habercilerinden biri olarak kabul ediliyor. Hem bireyin hem sistemin grotesk bir yansıması olan Übü karakteri, çağlar boyunca güncelliğini yitirmeyen, rahatsız edici olduğu kadar tanıdık bir figür. Bugün, onu yeniden sahneye taşıyan bir yönetmenin gözünden Übü’ye, korkuya, iktidara ve absürde bakıyoruz.

Öğrencilik yıllarından itibaren aklının bir köşesinde yaşayan bu metni beden, enerji ve fiziksellik üzerinden tekrar yorumlayan tiyatrocu Fatih Pazvantoğlu, onu Trakya bölgesinde kışın en soğuk gecesinde kötü ruhları korkutup uzaklaştırmak amacıyla düzenlenen geleneksel bir Balkan halk inanışı olan Bocuk Gecesi ile harmanlayarak bambaşka bir anlatı kuruyor. Üstelik bu kez üç kadın oyuncunun gözünden.

Ezgi UzşenNazan Yerli ve Arzu Turan’ın rol aldığı ve 22 Nisan’da Pax Sahne’de yeniden seyirciyle buluşacak olan Übüleşme, sadece bir tiyatro oyunu değil, aynı zamanda politik bir bedenleşme deneyimi de sunuyor. Übüleşme, bize hem dışımızdaki hem içimizdeki Übü’yü gösteriyor.

Oyunun yönetmeni Pazvantoğlu, Übüleşme oyununun sahnelenme sürecinden, Türkiye’de politik tiyatro yapmayı ve içimizdeki Kral Übü’leri T24’e anlattı.

Fatih Pazvantoğlu

– Alfred Jarry’nin Kral Übü’sünü sahneleme fikri nasıl ortaya çıktı, biraz bize bu süreçten bahseder misiniz?

Kral Übü, öğrencilik yıllarımdan beri yapmak istediğim bir işti. Jarry beni her zaman heyecanlandırmıştır. Doktora döneminin tez aşamasına geldiğimde artık üzerine çalışmaya hazır hissettim ve Übü’yü yapmaya karar verdim. Çalışma alanım olan oyuncuda fiziksellik, beden, enerji gibi alanları Grotesk kavramı ile birleştirmek oyunun genel üslubuna uygundu. Bu nedenle oyunu çalışmak için her şey uygundu. Önce tez için geçen yıl bir çalışma yürüttüm, çevirmen arkadaşım Hazal Çevik ile masaya oturduk, oyunu Fransızca aslından yeniden çevirdik ve uyarladık. Sonra konservatuar öğrencileriyle oyunu sahneledik. Projenin bitiminin ardından bir süre ara verdim. Ardından şu an çalıştığım hem akademisyen hem oyuncu olan Arzu Turan, Nazan Yerli ve Ezgi Uzşen ile bir araya geldik ve oyunu yeniden yapma fikri ortaya çıktı. Oyunun sadece tez projesi olarak kalması zaten içime sinmiyordu. Bir heyecanla iki aylık prova sürecinin sonunda oyunu yeniden sahneye taşıdık.

– Kral Übü’yü Bocuk Gecesi’ne taşımak gibi bir fikre sizi ne itti?

Yaşadığımız coğrafyanın ne kadar zengin kültürel geleneklere sahip olduğunu herkes bilir. Yaptığım işlerde çoğunlukla bu motifleri kullanmak hoşuma gidiyor. Daha önce yönettiğim çocuk-yetişkin oyunlarının çoğunda bu tür sembollere yer verdim. Übü’yü yeniden çalışma fikri ortaya çıktığında önceki prodüksiyondan farklı bir şeyler olsun istedim. Diğeri tez çalışması olduğu için yapmak istediğim her şeye yer verememiştim. Şimdi daha özgür olduğum için ben de bir arayışa girdim. Übü benim için korku- korkma kavramlarını temsil ediyor. Jarry de çıkış noktası olarak lise Hocası Mösyö Hébert’i aslında komik bir otorite figürü olarak (Übü) tasvir etmiştir. Korkuyu absürd bir yaklaşımla nasıl anlatacağımı düşünürken geleneğimizdeki korku figürlerine baktım ve “Bizim coğrafyanın Übü’sü nasıl olur?” sorusunun yanıtı karşımda duruyordu. Üç kadın oyuncu ile bunu bizim korku hikayemize dönüştürmeye karar verdim. Tabi grotesk bir figür olarak kendi korktuğumuz şeye dönüşme fikri aklımdan çıkmıyordu. O nedenle “Bocuk Gecesi” geleneğinde bulunan, insanların bocuk kılığına girip birbirini korkutma ritüeli bir anda Übüleşme ve Übü’yü anlatmak için bize bir kartela sundu.

Ezgi Uzşen, Nazan Yerli ve Arzu Turan (soldan sağa) | Übüleşme oyunundan

– Özellikle son iki sezondur Eugène Ionesco’nun metinleri başta olmak üzere birçok absürd metin, ülkemizde de sahnelenmeye başlandı (kumbaracı50-Ders, Oyun Atölyesi-Kel Diva vs.). Sizce Türkiyeli tiyatro izleyicisi bu tür absürd metinlere hazır mı?

Son dönemde sahnelenen absürd metinler benim de ilgimi çekiyor, bir taraftan da mutlu ediyor. Geniş perspektiften baktığınızda son yüzyıl kendini absürd bir döngünün içine sıkıştırmış gibi geliyor bana. Biraz klişe bir bakış gibi görünecek ama teknoloji ve bilimsel gelişmeler bunun en önemli sebebi olarak görünüyor. Bu gelişmelere tezat olarak yaşanan savaşlar, su kıtlığı gibi çevresel sorunlar, insanı kendi aptallık çağının içine hapsediyor. Her şey o kadar hızlı değişiyor ki bu bence insanı uyumsuz hale getiriyor. Tam da bu noktadan baktığımızda varoluşun anlamsızlığı saçmalığın kendinde vücut buluyor. Biz de saçmanın ortasında yaşarken onu sahneye taşımazsak kendimizi ifade etmemiş oluruz gibi geliyor. Bence Türkiye seyircisi buna hazır. Zaten her an sosyal medya vb. platformlarda bizim absürd tiyatroyu oluşturan uyumsuzluk ya da saçmalıklardan daha fazlasına maruz kalıyor, kalıyoruz. Aslında seyircinin tam da bugünün gerçeği üzerine işler izliyor oluşu güncelin temsiliyeti açısından da önemli.

– Übü size göre bir birey mi, yoksa bir sistem mi?

Bunu en iyi Jarry’den bir örnekle anlatabilirim. Ona göre biz Patafizik evrende varlığımızı sürdürüyoruz. Bu yapma felsefe her şeyin ötesinde istisnaların bilimi olarak adlandırılıyor Jarry tarafından. Yani her şeyin mümkün olduğu, aynı zamanda olmadığı bir evren. Übü de bu evrenin bir parçası. Orada doğmuş, yankısı bizim dünyamızda süren bir örnek. Übü her şey dolayısıyla. Bir çocuğun babasıyla olan iletişimi, bizim hayvanların dünyasında kurduğumuz hegemonya, çevre ile olan ilişkimiz, öteki olarak atfettiklerimizle olan iletişim şeklimiz, bu böyle uzar gider. Oyunda da aslında bunun gibi farklı disiplinlerden okumalar yapmak mümkün. Sorunuza dönersek bu bence bir ebeleme oyunu gibi. Übüleşenlerin birilerini, onların da bir başkasını ebeleyerek übüleştirdiği  gibi bir oyun, döngü diyebiliriz.

Ezgi Uzşen, Arzu Turan ve Nazan Yerli (soldan sağa) | Übüleşme oyunundan

– Übü’nün dünyasındaki iktidarın tek elde toplanması, adalet sistemine müdahale, ifade özgürlüğünün kısıtlanması gibi başlıklar hepimize çok tanıdık geliyor. 129 yıl önce kaleme alınmış bir metin nasıl oluyor da güncelliğini korumaya devam ediyor?

Bence bu sorunun yanıtı içinde gizli; Alfred Jarry kendi ve sonraki çağların en büyük filozoflarından biri.

– Günümüz konjonktüründe içinde bulunduğumuz toplumu eleştiren veya politik tiyatro yapıldığında sansür ve otosansüre dair neler söylersiniz?

Dünyanın her yerinde herkes tarafından kendi toplumunun içinde bu soruya neredeyse benzer cevaplar verilebilir. Biz eleştiri kültürünü çok bilmeyen bir coğrafyada yaşıyoruz. Gündelik hayatta ikili ilişkilerimizde bunu yapamazken sahnede tarihselleştirildiğinde bile aynı döngüye düşüyoruz. Bu mesleği yapan insanlar olarak neyi nasıl söylememiz gerektiğini toplumun içinde yaşarken öğrendik. Onunla birlikte değişip dönüşerek de güncelleyeceğiz gibi geliyor.

– Son soru, Übü bugün aramızda olsa hangi ülkede, hangi koltukta oturuyor olurdu?

Übüler her yerde. Hepimiz biraz Übü’yüz. Daha önce de dediğim gibi; bazen kendi çevremize, bazen kendimize. Sadece bize fırsat verildiğinde nasıl ona dönüşüyoruz ya da bunu nasıl ehlileştiriyoruz bu önemli. Dolayısıyla seyirciye bırakmayı tercih ederim.

T24

Paylaş.

Yanıtla