Dikmen Gürün
İngiliz oyun yazarı Duncan Macmillan’ın 2015’te ‘bağımlılık’ üstüne yazdığı “İnsanlar, Mekanlar ve Nesneler” aynı yıl National Theatre’da oynamış ve başrolde (Emma) Denise Cough’a Olivier Ödülü kazandırmıştı. Daha sonra, 2017’de New York’ta, 2024’te yine Londra’da Trafalgar Tiyatrosu’nda perde açmıştı. Bizde de, İbrahim Çiçek’in dilimize çevirdiği ve yönettiği oyun, Zorlu PSM ve idPro yapımı olarak geniş bir kadroyla seyirciyle buluşuyor sezon başından bu yana. Oyunun ana sponsoru Rönesans Gayrimenkul.
Çok katmanlı bir oyun
Bir klinikte madde bağımlıları ve yaşamakta oldukları rehabilitasyon süreci çevresinde gelişir olaylar. Emma (Merve Dizdar) bu bağımlılardan biridir. Emma’yı mercek altına aldığımızda sadece madde bağımlığı ve bunu aşma çabası değildir söz konusu olan. Kişinin kendiyle ve çevresiyle hesaplaşmasıdır, sorgulamasıdır. İsyanıdır. Reddediştir. İnkardır. Tutkudur; tiyatro tutkusu… Oyun başladığı noktada Nina ve Konstantin’i görürüz Anton Çehov’un “Martı”sının son sahnesi prova edilmektedir. Ama, Nina rolündeki Emma huzursuzdur, sözlerini unutmaktadır… Bir noktada, Emma’nın ve Nina’nın sözleri birbiri içine girer. “Öyle yorgunum ki dinlenebilsem, birazcık dinlenebilsem. Bir martıyım ben. Yok değil. Bir aktrisim.” Bu haykırış bana Seçkin Selvi’nin 1998 yılında, İstanbul Tiyatro Festivali’nde Kent Oyuncuları’nın oynadığı “Martı” üstüne yazdığı eleştirideki şu cümleyi hatırlattı; “Anton Çehov’un ‘Martı’sında birden çok martı var. Kanatlanmak isteyip kanatlanamamış, kırılmış, uçmasının önü kesilmiş, tükenmiş çeşit, çeşit martı.” İşte Emma da bu martılardan biridir.
Çok katmanlı bir oyun “İnsanlar, Mekanlar ve Nesneler.” Bir bağımlı olan Emma’nın dünyasındaki iniş çıkışların, kopuşların, savruluşların paralelinde, dışında ve içinde bir kasırgadır esen. Genç kadınla yolları kesişen, ayrışan bağımlılar (Paul ve Mark), Doktor ve de Anne ile Baba bu esintinin sert ve yumuşak duraklarıdır. Bu ilişkileri abartıya yer vermeyen bir çizgide işliyor yönetmen İbrahim Çiçek. Sahne tasarımı (Ceyda Balaban) geçişlere zemin hazırlarken aynı şey ışık tasarımı (Yakup Çartık) ile de sağlanıyor.
Gerçekliğin zorlayıcılığı
Merve Dizdar, aldığı ulusal ve uluslararası ödüllerle mesleğinde hızla yükselen bir genç sanatçı. Bu başarıyı sonuna kadar hak ettiği kesin. Emma dişli bir rol; inişleri çıkışları, öfke patlamaları, acıları, pişmanlıkları ile oyuncuyu zorlayan, sınırlarda dolaştıran bir rol… Merve Dizdar küçük hareketlerle, bakışlarla, jest ve mimiklerle abartıya kaçmadan gerektiğince büyük oynayarak boyut katıyor role. Klinikte Mark (Kerem Arslanoğlu) ile iki dost olarak konuşurken tiyatro sahnesinde hayatın en yoğun anlarını tekrar tekrar yaşadığından söz eder. “Ben sadece yüzlerce hayat yaşamak, her yerde olmak ve bu gezegende sahip olduğumuz küçücük zamana karşı savaşmak istiyorum” der. Antigone’yi oynarken onun ölü kardeşi için her gece çektiği acıyı nasıl içinde hissettiğini paylaşır ama gerçek hayatta kendi kardeşi Mark öldüğünde cenazesine bile gidememiş olmanın acısına bir açıklama getiremez.
“İsimler karşısında güçsüzlük”
Emma ve Doktor arasındaki konuşma; ki bu rol deneyimli oyuncu Nihal Koldaş tarafından, her zaman ve her konuda ölçülü ve kesin olduğunu ortaya koyan bir tavırla işlenmiştir, genç kadını belli bir kurallar bütününe, bir sisteme yönlendirir: “Alkol ve uyuşturucu karşısında güçsüz olduğumuzu beyan etmek yerine ‘insanlar, mekanlar ve nesneler’ karşısında güçsüz olduğumuzu kabul ediyoruz. Birinci basamak bu. Bizi yeniden kullanmaya yönlendiren insanlar, bağımlılığımızla ilişkilendirdiğimiz mekanlar ve eski alışkanlıklarımızı sandıktan çıkaran nesneler” derken Doktor oyunun özüne de işaret etmektedir.
Emma’nın Annesi ve Doktor arasında kurduğu benzerlik de yukarda sözünü ettiğimiz bu ölçü ve kesin oluş unsurlarıyla bağlantılıdır. Zaten bu iki rolün aynı oyuncu tarafından (Nihal Koldaş) yorumlanmasının nedeni de budur. İlişkilerde esnekliğe yer olmaması…Aynı şey Paul için de geçerlidir. Selçuk Borak hem Klinikteki isyankar hasta hem de Baba olarak çıkar karşımıza… Baba olarak daha sakindir ama yaşadıklarına, kızının onlara yaşattıklarına isyan eder. Evet, Emma ile bağ kuramamış bir Baba ve onu hiçbir zaman anlamamış olan bir Anne…Evde, Emma’ya ait odada düşlenenin aksine kopuk ve ürkütücü bir buluşma, yalnızlık…
Ama sonuçta, gücünü kazanma yolunda bir Emma seslenecektir bizlere yine bir sahnenin üzerinden, bir deneme okumasından: “İyi miydi? İsterseniz tekrar alabilirim… İzlediğiniz için teşekkürler.”