İktidar Mazbatasını Çıkarmadan Oynanan Bir Tiyatro Oyunu
Hasip Akgül
Futbol oynayacak çağı geride bırakmış bazı insanları halı sahalarda görürüz. Arkalarında isimleri yazılı formaları, şortları, ayakkabılarıyla tam tekmil oyuncudurlar. Ama ne yazık koşuşturmaları, kiloları, esnekliğini yitirmiş kasları, hayal ettikleri hareketlerle bir türlü rezonansa geçemez. Sonuçta hep beraber terleyip spor yaparlar ve eğlenirlerken bu insanlara kim ne diyebilir? Bu insanlar hobilerini gerçekleştirirken etraflarına keyif de vermektedirler.
Bir de önemli şahsiyetlerin bu tür futbol müsamerelerine katılmaları vardır. Bakarsınız CEO, bakan ya da başbakan maçın içinde…Bu da ilk anda futbolun kendisi kadar ilgi çekicidir. Birkaç dakikalığına gerçek maçlar gibi izlenmeye değerdir. Bu türe ait en akılda kalan Recep Tayyip Erdoğan’ın görüntüleridir. Abdullah Öcalan’ın Bekaa vadisi günlerinde çekilmiş maç görüntülerini de pek çok kişi hatırlayacaktır. Büyük ihtimalle bunların hemen hatırlanabilmesi, diğer oyuncular çalım yemiş gibi sağa sola savrulurken bu star oyuncuların hepsini dizdikten sonra şutu çekmeden kaleciyi de ters köşeye yatırmasındaki iktidar gücünün komikliğindedir. Ancak malum, bu tür maçlarda bir süre sonra oyun duygusu yok olur. Bu yüzden birkaç dakika izlendiği halde uzun süre hatırlanan maçlardır bunlar. Oyuncu, mazbatasını soyunma odasında çıkarmamışsa pas da doğal değildir, röveşata da mümkün değildir, çalım da keyif verici değildir. Galibi de zaten belli olan bu tür karşılaşmalar oyun sayılabilir mi?
Bunları ne yazık büyük bir festivalin heyecanla gittiğim açılış oyunu olan Drakula’da, önyargısız, yaklaşık bir saat izledikten sonra düşünmeye başladığımı fark ettim.
Drakula oyunu büyük bir prodüksiyon. İstanbul ve Ankara Devlet Tiyatrolarının ortak yapımı. Sahne dekorlarında, kostümler ve sinevizyon tasarımının oluşturduğu görkemde her türlü olanağın seferber edildiği görülüyor. Ancak her türlü yatağın zibidillah bol külah olduğu bu oyunda anlamlar, değerler ve alt metne ilişkin bir yatak ne yazık unutulmuş. Aralara yaratıcılık adına salonu buz kesen doğaçlama süsü verilmiş eklemelerin ve bunun gibi başka sivri anlamsız çıkıntılıkların oyunun orijinal metninde olmadığını anlamak zor değil. Gordon Greenberg ve Steve Rosen’e ait bu metin katkı yapılmadan oynansa içinde belli bir dramaturgisi de varken araya sokuşturulan kah sulu kah soğuk esprilerin yerli-milli olma çabalarıyla bu özellik kaybolmuş.
Acaba bu oyun neden seçilmiş? Uzunca ve samimiyetle düşünmeme karşın buna sahnede olanlarla net bir yanıt bulamadım. Sahne dışı bazı spekülasyonları duydum: Okan Bayülgen’in yaptığı ve son anda DT oynatılmasından vaz geçilen bir Drakula olduğunu biliyoruz nitekim sonra BKM’de oynandı. Buna bir yanıt versiyon mudur? Yoksa dramaturgisinin ve her şeyinin merkezinde genel müdürü olan görkemli bir oyun gerçekleştirmek midir? Bilemedim.
Belki de pelerinli oyun kişisinin erkeksi, rahat, seksi, kendinden emin fotoğrafları oyun seçiminde bir oyuncunun egosuna cazip gelmiştir. Oyunun seçilmesinde bu da etkili neden olabilir. Ancak bunun hayata geçebilmesi için oyuncuların, rejisörün iki koşulla yüzleşmesi gerekir. Birincisi yeterli koşuldur oyunun eğlendirebilmesidir ve ikincisi kesin koşuldur, seyirciye salondan başka türlü bir insan olarak çıkarabilecek anlam tohumları ekebilmesidir.
Tarihsel olarak Drakula öyküsünün ve diğer vampir öykülerinin mitleri ağırlıklı olarak 18.yüzyıl anlatılarına dayanmaktadır. Ortak özellikleri korkunç olmalarıdır, ölememektedirler ve kan emerek yaşamını devam ettirmektedirler. Bu özellikler devrimci burjuvazinin ortaya çıktığı, aristokrasinin can çekiştiği bir döneme ilişkin aslında yeterince açıklayıcı unsurlar barındırmaktadır. Marx’ın Komünist Manifesto’nun başında Avrupa’da dolaştığını söylediği hayalet, bu söylenceler ve dönemin gotik romanlarında beliren bu anlatılarla ilişkilidir. Mezar kazıcılar, zincirler, hayaletler…Bir süre sonra burjuvazinin devrimci niteliğini kaybettiğini, ölemeyen yeni kan emici olduğunu bu imgeler içinde görürüz.
Günümüzde değişik versiyonlarının oyun ve film yapılması da anlaşılırdır. Yoğun imgeler, çoklu anlamlar sanatın ilgi alanıdır. Tamer Karadağlı’nın oynadığı Drakula “Bir Dehşet Komedisi” oyununa dönersek, mutlak kötülük timsali bir Drakula elbette zorunluluk değildir. Sanat tarihi, tersinden daha etkili söyleyebilen örneklerle doludur. Bir fenomeni bu özelliklerinden sıyırıp karizmatik, romantik hatta sempatik bir kurgu karakterine dönüşmesini de anlayabilirdik. Meğer ki ortaya çıkan diğer oyuncuların emeğinin üstüne oturan, sulu zırtlak, bayağı bir komedi olmasaydı.
Oyunu izlerken aklıma futbol oynayan iktidar insanlarının gelmesi bir tesadüf değildi. İktidar mazbatasını çıkarmadan oynanan bir tiyatro oyunu Recep Tayyip Erdoğan’ın iktidar erkiyle futbol oynamasından farksızdır. Bu tür oyunlar farklı kategoride değerlendirilebilecek oyunlardır.