Boykotun Gölgesinde: Muhalefet ve Linç Kültürü Üzerine

Pinterest LinkedIn Tumblr +

EDİTÖRDEN

Saraçhane Eylemleri’yle yeniden gündeme gelen boykot, muhalefetin tarihsel ve etkili yöntemlerinden biri. Özellikle ekonomik ve toplumsal baskı yaratma gücüyle, sesini duyuramayanlar için bir dayanışma aracı oldu. İktidara yakın markalara yönelik boykotlar geniş kitlelerin tepkisini görünür kıldı. Bu, kolektif muhalefetin olumlu bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. Ancak boykotun sınırları net çizilmediğinde, zamanla amacından sapabileceğini akıldan çıkarmamak gerek.

Geçtiğimiz hafta LGBTİ+ topluluklarından İstanbul Film Festivali’ne yönelik bir boykot çağrısı yükseldi. Çağrının nedeni, festivalin “Nerdesin Aşkım?” queer film bölümünü programdan çıkarmasıydı. İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV), kararın gerekçelerine dair net bir açıklama yapmaktan kaçınırken, LGBTİ+ toplulukları bunu sansür ve ayrımcılık olarak nitelendirdi. Konuyla ilgili Artizan Kültür Sanat Gündem’de yer alan değerlendirmede, İKSV’nin kararına yönelik eleştirilerin haklılığına rağmen, boykot gibi keskin adımlar atmadan önce sanat kurumlarına yönelik baskıların bağlamında daha derinlikli ve açık bir tartışma yürütülmesi gerektiği vurgulanıyor. Açık iletişim ve müzakere süreçlerinin önemine dikkat çekiliyor.

Genel tüketim boykotu ise ilginç bir şekilde bağımsız tiyatroları etkiledi. Seyirci sayılarında düşüşler yaşandı; bazı sahneler gösterimlerini iptal etmek zorunda kaldı. Bu durum, zaten ekonomik krizle mücadele eden sanatçıların üretimini sekteye uğratıyor ve iktidarın arzuladığı kültürel çölleşmeye hizmet ediyor.

Öte yandan Boğaziçi Üniversitesi’nde, aralarında kültür-sanat kulüplerinin de bulunduğu öğrenci oluşumlarına yönelik bir boykot çağrısı gündeme geldi. Üniversite içindeki bazı inisiyatifler, öğrenci kulüplerine 24 saat süre vererek, kulüpleri açıklama paylaşmaya zorladı. Çağrıya “boyun eğmeyen”  kulüpleri işbirlikçilikle suçladı. Öğrenci muhalefetinin çeşitliliğini göz ardı eden bu yaklaşım, kulüpleri hedef alarak bir tür özyıkım pratiğine dönüştü. Bazı kulüpler tehditkar çağrıya uydu, çoğu ise bu tutuma itiraz etti. Boğaziçi Üniversitesi Oyuncuları yaptığı paylaşımda, “tüm öğrenci arkadaşlarımızı dayanışmayı bölerek değil örerek ve birleştirerek büyütmeye davet ediyoruz” denildi.

Boykotun bu şekilde ifrata kaçması, yapıcı diyalog yerine tepkiselliği körüklüyor. İletişim olanaklarının bu denli geniş olduğu bu çağda, boykot çağrıları ile haberleşmek dumanla iletişim kurmaya benzemiyor mu? Kamuoyunda “yanı başındakine” yönelen boykot çağrıları, örgütlü bir diyalog arayışının önüne geçiyor. Boykotun muğlak sınırları, kimin “hedef” olup olmayacağının belirsizliği, toplumda güvensizlik yaratıyor.

Sonuç olarak, yeterince kutuplaşmış bir toplumda boykotun sınırları net olmalı. Boykot, dayanışmayı güçlendirmek için var; linç kültürü için değil. Linç kültürü ise umudu ve dayanışmayı kırar ve tam da iktidarın arzu ettiği olur.

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: EDİTÖR

Yanıtla