Hilal Dökmen
‘’Bugün, Dünya Tiyatro Günü’nde, bu klasik tiyatro metni,
Türkiye’de demokrasinin etik-politik zeminini kaybettiği bu günleri
yeniden düşünmek için seçilmiştir.’’
Anton Çehov’un 1904 tarihli Vişne Bahçesi adlı oyunu, yalnızca bir aristokrat ailenin çöküşünü konu alan bir dramatik yapıt olmaktan öte, tarihsel bir eşikte karşı karşıya gelen iki toplumsal sınıfın karmaşık ilişkisini açığa çıkarır. Aristokrasinin çözülmesi ve burjuvazinin yükselişi, yüzeyde bir iktidar ve mülkiyet el değişimi gibi görünse de, bugün değişimin yapısal bir kopuş yaratmadığını, yalnızca biçimin el değiştirdiğini görebiliriz. Yeni sınıf olan burjuvazi, kendi anlam dünyasını kurma iddiasıyla ortaya çıkar; ancak kurduğu anlamların yaşanabilirliğini, sürekliliğini ve toplumsal karşılığını inşa edemez. Böylece dönüşümün tarihsel aktörü olurken, dönüştürmesi gereken yapıları yalnızca tekrar eder. Atıf yaptığı değerlerle gerçek bir temas kuramadığı için, dönüşümü temsil etmesine rağmen dönüşümün kendisi olamaz. Vişne bahçesi, bu çelişkinin mekânsal ve simgesel karşılığıdır: Bir döneme ait hafızayı taşırken, onun nasıl sürdürüleceği sorusunu yanıtsız bırakır. Bu bağlamda oyun, yalnızca bir sınıf geçişini değil; sahiplik, temsil ve anlam üretimi üzerine düşünmek için güçlü bir zemin sunar.
Oyundaki sınıfsal geçiş, Ranevskaya ve Lopahin karakterleri üzerinden görünür hale gelir. Ranevskaya, çözülmekte olan aristokrasinin temsilcisidir; belleğe, geçmişe ve aidiyete bağlıdır, ancak bu bağlılık, dönüşen toplumsal koşullara karşı bir konum alamaz. Sahip olduğu değerleri sürdürme arzusu, onları yaşatacak yapısal zemin kalmadığı için nostaljik bir tutunmaya dönüşür. Lopahin ise serf kökeninden yükselen yeni sınıfın figürüdür; kendi konumunu dönüştürme ve yeni bir anlam kurma arzusu, bu sınıfsal hareketliliğe zemin hazırlar. Ancak Lopahin, bahçeye kendi sınıfsal belleğini yerleştiremez; onunla kurduğu ilişki, mekânın tarihsel yükünü dönüştürmek yerine, ekonomik işlevine indirgenir. Tam da bu noktada, burjuvazinin önerdiği –ilerici, dönüşüm ve eşitlik zeminiyle ilişkilenen– değerlerin bu yeni konumla birlikte belleğe dönüşebilecek şekilde inşa edilemeyişi açığa çıkar. Vişne bahçesi, geçmişin temsilinden kopar, ancak geleceğe dair bir belleğe de ev sahipliği yapamaz. Tam da bu nedenle, bu kopukluğun mekânına dönüşür: El değiştirir ama kimlik kazanamaz. Dönüşüm böylece maddi düzeyde gerçekleşir; fakat temsil, süreklilik ve anlam düzeyinde eksik kalır.
Yapısal tekrarları, tarihsel gerilimleri ve dönüşüm dinamiklerini açığa çıkaran bir zemin sunan sanat, Vişne Bahçesi ile modern toplumların büyük bölümünde sınıfsal geçişlerin biçim değiştirmiş ama yapısal olarak benzer kaldığı birçok örneği görünür kılar. Burjuvazi, tarihsel olarak aristokrasinin karşısına konumlanarak dönüşümün taşıyıcısı haline gelmiş; mülkiyet, üretim ve temsil biçimlerinde radikal değişimler yaratmıştır. Ancak bu değişimler, yeni bir anlam dünyası kurmak yerine, mevcut düzenin daha işlevsel bir tekrarına dönüşmüş gibi görünür. Böyle anlarda, oyunda burjuvazi ile temsil edilen dönüşüm aktörleri, –ki bu, başka bir hareketlilikle de biçimlenebilir– kendi özgün değer sistemini belleğe dönüştüremediği ölçüde, temsil ettiği dönüşümün de sürekliliğini sağlayamaz. Bu durum yalnızca bir sınıfın başarısızlığı değil, aynı zamanda modernitenin içsel çelişkilerinden birine de işaret eder: Değişimi mümkün kılan aktörlerin, dönüşümü[1] kalıcı kılacak kültürel ve toplumsal yapıları inşa edememesi.
Modernitenin bu içsel çelişkisi yalnızca sınıfsal dinamiklerde değil, siyasal yapılar ve kavramsal rejimler düzeyinde de yeniden üretilerek; çelişkiyi sabitler ve yeniden üretim döngüsünü daha da pekiştirir. Modernitenin vaadini taşıyan temel kavramlar, örneğin demokrasi düşüncesi, bu yeniden üretimin en çarpıcı örneklerinden biridir. Tarihsel olarak ilk kez bir yaşam pratiği olarak, özellikle bireyin düşünsel sorgulama kapasitesine dayanan etik-politik bir zeminde gelişen demokrasi; bu pratiğin kurucu figürlerinden biri olan Sokrates tarafından, bireyin düşünsel sorumluluğu ve sürekli sorgulama yetisine yaslanan bir etik yaşam biçimi olarak şekillendirilmiştir. Sokrates’in sorgulama eylemi, hem bireyin kendisiyle ilişkisini hem de kamusal alanla kurduğu bağı sürekli olarak yeniden inşa eden bir düşünsel duruşa işaret eder. Bu bağlamdan kökenlenen demokrasi düşüncesi, modern bağlama geçiş sürecinde anayasa, temsil ve hak mekanizmalarıyla kurumsallaşarak; düşünsel değil, yönetsel olarak tanımlanan bir rejim biçimine indirgenmiştir. Ve bu yapının işleyebilmesi için gerekli olan etik-politik özne ise bu durumda sistemin içinde yalnızca varsayılmak yöntemiyle bulundurularak; bu öznenin inşasına yönelik toplumsal ve kültürel yapıların inşa edilememesi sorununu yeniden üretir ve bu yeniden üretim sadece yeniden üretim mekanizmasının sürekliliğini besler. Bu noktada yeniden üretim, demokrasinin etik-politik kökeninden koparılarak yönetsel bir modele indirgenmesi sürecinde olduğu gibi, kavramın içeriğini boşaltarak onu sistemin işleyişine entegre etmiş olur; böylece kavram, anlamından uzaklaşır ve biçimin sürekliliğini sağlayan bir araca dönüşür.
Tıpkı Vişne Bahçesi’nde mekânla kurulan ilişkinin mülkiyet üzerinden tanımlanması nedeniyle belleğin sürdürülememesi gibi; modern demokrasinin de kurumsal temsil aracılığıyla tanımlanırken, onu yaşatacak etik-politik öznenin sistem içinde yalnızca varsayılması yöntemiyle bulundurulması, demokrasinin belleğini sürdürememesine yol açmaktadır. Bu varsayma yöntemi, öznenin inşasına yönelik toplumsal ve kültürel yapıların yokluğunda, demokrasinin Vişne Bahçesi’nin belleği ile aynı kaderi paylaşmasına neden olur: Görünürde yerini korur, fakat içeriği yavaşça silinir.
Vişne Bahçesi’nin kaleme alındığı 1904’ten bu yana geçen yüz yılı aşkın sürede, dönüşümü mümkün kılan aktörlerin önerdiği değerlerin belleğe dönüşememesi; anlamın sürekliliğini kuramayan yapıların yalnızca biçimsel tekrarlarla sürdürüldüğü bir döngü yaratmıştır. Bu döngü, 2025 itibariyle artık sınırları görülemeyecek kadar genişlemiş bir boşluk hâline gelmiştir.
Bugün, Dünya Tiyatro Günü’nde, bu klasik tiyatro metni, Türkiye’de demokrasinin etik-politik zeminini kaybettiği bu günleri yeniden düşünmek için seçilmiştir. Diğer taraftan, bu yılın Uluslararası Bildirisi’ni hazırlayan Theodoros Terzopoulos’un, “Günümüzün çok biçimli Karanlık Çağları’ndan çıkabilmek için, hem belleği geliştirecek hem de yeni bir ahlaki ve siyasi sorumluluk şekillendirecek yeni anlatım yollarına ihtiyacımız var.” sözleriyle bitirdiği çağrısı, bu meselenin yerel bağlamda yeniden düşünülmesinin dahi yetersizliğini açığa çıkarmıştır.
Firs’in yere uzanmasına izin vermemek; belleği yalnızca hatırlamakla değil, atıf yapılan değerlerle gerçek bir temas kuran bir yaşam zemini oluşturarak, bireysel ve kolektif düzeyde sorumluluğu üstlenmekle mümkün olacaktır.
[1] “Değişim”, yüzeysel ya da biçimsel düzeyde bir farklılaşmayı ifade ederken; “dönüşüm”, daha derin yapısal bir yeniden yapılanmayı içerir. Bu bağlamda dönüşüm, yalnızca el değiştirme değil, anlamın ve yapının yeniden kurulmasıdır.