Teknesinde Mayalanmış Kadınlarıyla “Anadolu”

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Neşe Binark

“Seferberlik, bozgun, göç, seferberlik

Bu kan değirmeninin suyu nereden gelir?

Anadolu’dan can, Anadolu’dan”. Güngör Dilmen / Ben Anadolu

 

Sahnede mitlerin tarihselliği ve kültürel bellek

Doğu dillerinde “efsane”, Batı dillerinde “mit” anlamı kazanan Mitoloji (söylencebilim) ve tarih ilişkisini anlamak istediğimizde karşımıza çıkan “Mitlerin tarihselliği” kavramının kültürel bellekte sürdürülmeleriyle ilişkili olduğunu görüyoruz. Antikçağın Eski Yunan ve Roma uygarlıklarını incelerken Mitolojiyi de damardan veren Klasik Filoloji eğitimi temelinin akıl yürütmeye ve karşılaştırma yapmaya dayalı bir filoloji disiplini olduğu da kaçınılmaz bir gerçek.1960’lı yıllardan itibaren pek çok oyun yazarımızın kalemini mitoslardan ve tarihten ilham alarak oynattığını biliyoruz. Güngör Dilmen’de mitoloji ve tarih potasında eritip çelik kıvamına getirdiği oyunlarıyla tanıdığımız bir oyun yazarımız. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Klasik Filoloji bölümünden 1960 yılında mezun olmadan önce 1959’da Sinema-Tiyatro Dergisi’nin açtığı yarışmada, yazdığı tek perdelik oyun Midas’ın Kulakları ile birincilik ödülünü kazandı. Klasik Filoloji’nin kilometre taşlarının rahle-i tedrisinden geçmiş olmak bir yazar için ister oyun yazsın ister roman, öykü, senaryo isterse de günlük velhasıl ne yazarsa yazsın bilgi, görgü, hümanizma anlayışı, ekol çizgisi kazanmak demektir. Net konuşacak kadar biliyorum çünkü İstanbul Üniversitesi Klasik Filoloji kürsüsünden Eski Yunan Dili ve Edebiyatı – Latin Dili ve Edebiyatı öğretilen o tarih kokan mistik amfilerinin sıralarından ben de geçtim, kısıtlı bir zaman dilimi de olsa yoğrulmama yetti diyebilirim. Mersin Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu tarafından sahneye konulan Güngör Dilmen’in “Ben Anadolu” oyunu Prömiyerine Dramaturg Taner Çelik tarafından davet edildiğimde aklımda Tiyatro aşkım, Klasik Filoloji eğitimim, Mitoloji derslerim, tarihe olan perspektifim, Güngör Dilmen oyunlarına olan ilgi ve yakınlığımı da yanıma alarak Mersin Büyükşehir Belediyesi Kongre ve Sergi Sarayı’na oyunu izlemek üzere gittim. Bu noktada henüz bilmeyenler için kısa bir not: Artık İstanbul’da değilim bir buçuk ay önce Akdeniz’in masmavi davetkârlığına daha fazla karşı koyamayarak cânım Mersin’e taşındım ve ilk seyrettiğim oyunun “Ben Anadolu” olması kadar harikulade bir rastlantı olamaz. Artık Anadolu’ya döndüm, doğduğum şehir Ankara’ya sadece birkaç saat mesafedeyim.

Güngör Dilmen tiyatrosunu unutulmaz kılan unsurlar

Ben Anadolu” yu büyüteç altına almadan önce Güngör Dilmen’in oyunlarındaki ortak özellikleri şöyle bir sık eleyelim. Güngör Dilmen, Mitoloji ve tarih potasında çağının eleştirisini yapmaya çalışan bir yazar olarak kültürümüzde hak ettiği yere yerleşiyor. Tarihsel, mitolojik ve fantastik malzemesini biçimlerken kullandığı kurgulama tekniği, yazarlık üslubu, oyun dili kendine özgü. Tiyatronun anlatım olanaklarını gayet iyi kullanıyor. Dilmen, sözel, görsel ve işitsel olan arasında edebi ve seyirlik bir denge kuruyor. Tüm bu ana hatlar ve oyunlarındaki ortak özellikler Güngör Dilmen’in tiyatro serüvenini unutulmaz kılıyor. Tiyatro sanatı, Antik Yunan’dan beri tarihten ve mitolojiden aldığı konuları işliyor ama Dilmen mitolojik bir anlatımın dramatik anlamını değerlendirmede ve oyunu biçimlemede yüksek oranda yaratıcılığını gösteriyor. Yazar, tarihten ve mitostan aldığı malzemeleri geçmişi ve bugünü değerlendirmek için kullanıyor. Tarihsel ve mitolojik kimlikleri sorguluyor. Tarihi ve mitolojik olayların ardında yatan asıl gerçekleri klişeleşmiş eski görüntülerinden kurtarıyor. Bu kimliklerin, özlemlerini, zaaflarını, mutluluklarını, tutkularını, sivriltiyor ve onları düşünen, hisseden gerçek birer dramatik kişi olarak seyircinin karşısına çıkarmayı başarıyor.

 

“Ben, Anadolu” oyununun büyüsü neresinde?

Anadolu’da yaşayan halkın bir yaratma, değiştirme, dönüştürme gücü vardır. Yazarın bu güce olan inancıyla tanrılar ve krallar değer kaybediyor, halk güçleniyor. Üzerinde, doğurduğu biçimlendirdiği tüm uygarlıkların ortak anası olarak Anadolu, geçmişle bugünü birbirine bağlayan kutsal bir değer özelliği taşıyor. Güngör Dilmen’e göre Anadolu’nun teknesinde mayalanmış tüm uygarlıklar kardeş. Halide Edip karakterinin Anadolu Rumlarını Anadolulu sayması da bundan. Dilmen, oyunlarında Anadolu coğrafyasındaki yaşantının devamlılığını vurguluyor. Yazara göre bu topraklar üzerinde birbirlerinin mirasını taşıyan uygarlıklar süreklilik taşıyor ve iç içe geçiyor. Yazar, Anadolu’nun simgelediği değerleri yüceltiyor, Anadolu’dan gelen ve yaşayan tüm mirasa sahip çıkmamız gerektiğine işaret ediyor. “Ben, Anadolu” oyunu yazarın kadınların gözünden anlattığı Anadolu tarihi özelliği taşıyor. Birçok dile çevrilen, yerli ve yabancı çok sayıda tiyatro grubu tarafından sahneye konulan oyun ülkemizde ve dünya sahnelerinde yerini koruyor. “Ben, Anadolu” oyunu üç bölümden oluşuyor: Eskiçağlılar, Osmanlılar, Cumhuriyetliler. Birinci bölüm Eskiçağlılar’da Anadolu’nun mitolojik tarihinde Kübele’yle başlayan mitolojik kadın karakterler yer alıyor. Kübele karakteri “Ben, Anadolu” oyununun kurucu unsurlarından biri. Aslında Kübele’yi oyundaki tüm kişiler olarak düşünebiliyoruz, oyundaki tüm karakterler çağlar içinde Kübele’nin yerini almış yansımaları ya da çocukları gibi diyebiiyoruz.

Kübele tüm Anadolu uygarlıklarını bir hamur teknesinde mayalayarak seyirciye bunu anlatıyor.

Maya kabarıyor, maya kabardı.

Soruyor çocuklarım:

-Ne yoğuruyorsun, Kübele Ana?

-Yeni bir uygarlık, canlarım.

-Uygarlık ne ola?

-Toplumda bir mayalanma.

-Hamuru?

-Doğa ve yaratıcı insan usu.

-Tuzu?

-İnsan gözyaşı.

-Bu tekne?

-Bütün Anadolu ve ondan taşarak dünya.

 Güngör Dilmen oyunlarında dramatik unsurları ağırlıklı olarak kullanıyor, tragedyayı seviyor bunun yanı sıra “Geleneksel Tiyatro” kültürümüzün “meddah” geleneğinin ana kavramı olan “mizah” tan da geri durmuyor. Yapılan bir araştırmada yazarın Kübele’yi Geleneksel Tiyatromuzdaki Meddah geleneğine uygun sahneye çıkardığı üzerinde duruluyor*. Meddahlık ile “Ben, Anadolu” oyunu arasında biçim ve üslup benzerlikleri görüldüğünün altı çiziliyor. Araştırmalara göre Meddahlık ve Kübele karakteri arasında bulunan biçim ve üslup benzerliklerini özetliyorum:

Bir: Kübele karakteri, hikâyesini anlatırken, mizah unsurlarını kullanarak kartal ve öküz gibi hayvanları taklit ediyor. Meddahlığın ana unsurlarından biri de “taklit” etmektir.

İki: Kübele sahnesinin başında kendini tanıtıyor. Meddah, hikâye başlamadan kendini tanıtmıyor mu?

Kübele’yim ben,

Ana Tanrıçası Anadolu’nun

Ben Anadolu.

Üç: Anadolu’da kadının saygınlığının zirve yaptığı eş olma durumu Kübele’nin Gordios’u evlenmeye ikna edişi kıvrak zekasını sergiliyor. Meddah hikayelerinde evliliğin önemi herkes tarafından tespit edilebilen bir durum.

Dört: Kübele anlattıklarının bir kısmını ezgiyle söylüyor. Yetenekli ve müzik kulağı olan meddahlar hikâye anlatırken ezgi de kullanıyorlar.

Beş: Kübele sade ve anlaşılır bir dille diyor diyeceğini Meddahlar da günlük sade bir dil kullanıyorlar.

Altı: Kübele’de dekor kullanılmıyor zaten Güngör Dilmen’in tiyatro anlayışında da dekor hep

sade oluyor. Meddahlık sanatında da dekor kullanılmıyor.

Yedi: Girişteki Kübele hikâyesinin uzun olmadığını görüyoruz. Meddah hikâyeleri ve bu hikâyelerin epizotları çok uzun tutulmuyor.

Sekiz: “Ben, Anadolu” oyununda Kübele’ye bir taş geliyor. Kübele:

Ne oluyor! Ah taş atıyorlar! Oyunu beğenmedilerse tepkilerini başka biçimde gösterseler ya! Taşlamak ne oluyor? Ay! Durun!” diyerek seyirciyi oyundan, hikâyeden uzaklaştırıyor, yabancılaştırıyor, oyunu epikleştiriyor. Meddahlıkta yabancılaştırmanın çok önemli olduğunu biliyoruz. Kübele hemen sonrasında da “Beni taşlıyorlar sandım, yanılmışım. Küçük bir sitem sadece” diyerek seyirciyi tekrar oyuna çekiyor.

Dokuz: Kübele karakterindeki yazarın anlatımı Meddahlığın dört ana başlıklı yapısına uyuyor: Başlangıç, Açıklama, Senaryo, Bitiş

On: Kübele, Frig halkından kişilerden bahsederken canlandırıyor. Meddah hikâye boyunca birçok kişiyi canlandırmak durumunda kalmıyor mu?

On bir: Kübele, kartal sesi, kağnı, öküz gibi sesleri çıkartıyor. Meddahlar da hayvan seslerini ve doğada olan sesleri çıkartarak hikâyelerinde kullanıyorlar.

Araştırmalar, yazar Güngör Dilmen’in, yukarıda saydığım benzeşen noktalar doğrultusunda, Geleneksel Türk Tiyatrosu Meddahlık sanatıyla oyunu arasında köprü kuruyor.

Osmanlılar ve Cumhuriyetliler kısımlarında da yazar tarihi olayları kadınların gözünden anlatma yoluna giriyor. “Ben, Anadolu” oyununda kadınlar, insanlığın ve medeniyetlerin kurucuları olarak görülüyor. Yazar, her üç bölümün başında da yeniden oluşan medeniyetlerin temelini kadına bağlıyor.

Toplum üzerinde gizli lider “kadın”

Güngör Dilmen, Ben Anadolu adlı eserinde kadınların ön planda olan erkekleri yöneterek topluma geriden liderlik etmelerini işliyor. Kübele, kocası Gordios’un gerisinde durarak topluma liderlik ediyor. Hitit Uygarlığı yıkılınca çöken toplumu Frigya adıyla yeniden inşa ediyor ve bir medeniyet kuruyor. Güngör Dilmen, eserinde kadını toplumların yaratıcısı olarak göstermek istiyor.

Yazar, oyunun Osmanlılar bölümünü Nilüfer Hatun’la başlatıyor. Tutsak olarak alınmadan önce Bizans kızı olan Nilüfer Hatun, Orhan Bey’le evlendirilerek Osmanlı gelini oluyor. Kimlik bunalımı yaşayan Nilüfer Hatun’u Orhan Bey salıveriyor ama o gidemiyor. Nilüfer Hatun, bir süre sonra kendini Türkmen olarak hissediyor. Osmanlı’nın geleceği olan Murat ve Süleyman’ı doğuruyor. Osmanlı’nın geleceğini hazırlayan Nilüfer Hatun, bir medeniyete öncülük ediyor.

Güngör Dilmen, kadının gizli liderliğini Nasreddin Hoca’nın Karısı adlı bölümde de açıkça ortaya koyuyor. Nasreddin Hoca’nın Karısı’nın adı zikredilmiyor da kocası üzerinden tanımlanıyor. Kadın, toplumun kendi benliğinin dışında Hoca’nın karısı olarak anılmasından rahatsızlık duyuyor ve rahatsızlığını kocasıyla da paylaşıyor. Nasreddin Hoca’da: “Hanım, çok haklısın” diyor. “Sana söz, bundan sonra kim benim adımı sorsa Nasreddin Hoca’nın karısının kocasıyım, diyeceğim”.

 “Kadın” ve zorla evlendirilme

Kadının gizli liderliği oyunda sadece saray kadınlarıyla işlenmiyor. Yazar, toplumun en küçük yapı taşı olan ailede de gizli liderin kadın olduğunu anlatıyor. Oyunda kadının zorla evlendirilmesi eleştiriliyor. Hitit Kraliçesi Puduhepa, kızını devletin menfaati uğruna Mısır Firavunu Ramses’le evlendirmek istiyor. Puduhepa’nın kızı, sevmediği Ramses’le evlenmek istemese de ülkenin refahı için annesinin baskısına boyun eğmek zorunda kalıyor. Güngör Dilmen, kadının ülke menfaati adına çaresizliğini yansıtmak istiyor. Devletin menfaati gereği zorla evlendirilen kadınlardan bir diğeri de Osmanlılardan Ayşe Sultan. Çeşitli gerekçelerle altı kez daha evlendirilen Ayşe Sultan’ın bütün kocaları ya ölüyor ya öldürülüyor. Ayşe Sultan, bütün evliliklerini kendi tercihi olmadan yapıyor. Yazar, kadın-erkek eşitliğinin savunulması gerektiğine inanıyor ve tersinleme yoluyla kadınların yalnızca çocuk doğurdukları için değer görmemesini, toplum yaşantısında erkeklerle aynı değeri görmeleri gerektiğini savunuyor.

Annelik vasfıyla yücelen “kadın”

Güngör Dilmen, oyunda kadının annelik özelliğini yüceltiyor. Hektor’un eşi Andromakhe’nin kocası Troya Savaşı’nda öldürüldükten sonra esir düşen çocuğunu ararken fedakarlığını göstererek kadının anneliğini yüceltiyor.

Tutkulu kişiliği övülesi “kadın”

Güngör Dilmen, kadının tutkulu kişiliğini savaşçı ruhuyla birleştirerek Karya’nın üç ecesi olan Artemisia, 2. Artemisia ve Ada’yı çeşitli yönleriyle örneklendiriyor. Artemis, tarihin ilk kadın amirali ve çeşitli zaferlerin önderliğini yapıyor. İkinci Artemis, aşkının tutkusuyla dünyanın yedi harikasından birini yaptırıyor. Karya’nın üçüncü ecesi Ada, İskender’in eşi oluyor. Tutkuyla tahtta pay sahibi olmak isteyen Ada, İskender’in eşi olarak Kraliçe sıfatıyla amacına ulaşıyor.

Özgürlükleri kısıtlanmayan “kadın”

“Ben, Anadolu” oyununda kadının özgürlüğü ön planda tutuluyor ve özgürlüklerin kısıtlanması eleştiriliyor. Kadının mesleki özgürlüğünün kısıtlanmasını Kantocu Seniye karakterinde görüyoruz. Seniye adındaki Türk kızı, kantocu olmak için Ermeni kılığına girerek adını Amelya olarak değiştiriyor. Seniye’nin taşlanmaması için Ermeni olduğunu ispatlaması gerekiyor.

Mesleki ayırımcılık yapılmayan “kadın”

Güngör Dilmen, “Ben, Anadolu” eserinde Midas’ın Kulakları oyunundaki Berber rolünü bir kadına vererek efsaneyi anlatıyor. Yazar, Berber rolünü bir kadına vererek kadınlara mesleki ayrımcılık yapılamayacağını gösteriyor. Berber, Midas’ın gizini öğrenmesini ve sonrasında başına gelenleri anlatıyor. Ufak bir not: Midas’ın kulakları bence de eşek kulakları.

Merhamet duygusuna sahip “kadın”

“Ben, Anadolu” oyununda yazar Güngör Dilmen, kadının yardımseverliği, merhameti ve iyileştirici gücü üzerinde sıkça duruyor. Kırım Savaşı’nda görevli İngiliz bir hemşire olan Florence Nightingale, savaş sırasında birçok Türk ve İngiliz’in yaralarını sararak onlara yardım ediyor. Hastaları arasında milliyet gözetmeyen Nightingale’in, insanlığa karşı mesleğini layıkıyla yapmış olmanın ruhani hazzı içinde olduğunu görüyoruz.

 Hitit Güneşi kursunun sahnede bulunması

Güngör Dilmen, “Ben, Anadolu” oyununda arka alanda Hitit Güneşi kursu olmasını öneriyor. Neden? Güneş kursu, Hitit uygarlığı ve sanatının simgesi sayılan bir nesne olarak akıllarımızda kalıyor. Güneş, sıcaklık kaynağı olarak yaşamı, canlılığı ve enerjiyi simgeliyor. Bir ışık kaynağı olması itibarıyla da aydınlanmayı temsil ediyor. Zaman, yaşam, doğum, ölüm, dirilme, tanrısallık, kraliyet, güç gibi diğer birçok önemli kavramlar da güneşle ilişkilendiriliyor. Güneş Kursunun ana çizgilerinin yani tam merkezdeki yuvarlağın dünyayı ya da güneşi simgelediği düşünülüyor. Üstte yer alan figürlerin ise üreme, çoğalma, bereket gibi kavramları sembolize ettiğine inanılıyor. Güneş Kursunda bulunan kuşların özgürlüğün ifadesi olduğu söyleniyor. Yazarın oyunda vermek istediği mesajla tam örtüşen bir dekor olduğu açıkça görülüyor.

Mersin BB Şehir Tiyatrosu “Ben, Anadolu” yorumu hakkında

Mersin Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu Dramaturgu Taner Çelik tarafından Güngör Dilmen’in “Ben, Anadolu” oyunu Prömiyerine davet edildiğimde, izleyeceğim oyunun heyecanı bir yandan, Mersin Büyükşehir Belediyesi Kongre ve Sergi Sarayı’nı ilk kez görecek olmanın heyecanı diğer yandan ruhumda kelebekler uçuşarak oraya vardım. Mersin Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu’nun yeni Genel Sanat Yönetmeni Ozan Erdönmez ile tanıştığımda, gözlerindeki sanat ışığını fark etmemek olanaksızdı. İçinde bulunduğumuz tiyatro sezonunda çok sayıda oyunun Prömiyerini gerçekleştirdiklerini belirten Genel Sanat Yönetmeni Ozan Erdönmez gelecek sezona dair sürprizleri olacağını da ifade etti. Tiyatro severlerle hıncahınç dolu salona girdiğimde Mersin’de tıpkı insana, canlıya, yaşama olan duyarlılığın sanata da ne kadar yansımakta olduğunu gördüm. Bir kez daha Mersin’e taşınmış olmaktan ötürü mutluluk duydum. Oyunu izlemeden önce oyunculuk eğitimim sırasında okuduğum çok sayıda oyun arasında olan “Ben, Anadolu” yu tekrar okumak ama bu kez Şehir Tiyatrosunda çalışılmış tekstten okumak istediğim için çok sevdiğim İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Dramaturgu can arkadaşım Dilek Tekintaş’tan rica ettim. Işık hızıyla metne ulaşmamı sağladı. Tekrar tekrar okudum. Notlar çıkararak okudum. “Kent Oyuncuları”nda değerli Yıldız Kenter hocamızın tek başına oynadığı aynı oyunun yönetmenliğini yaparak tiyatro tarihine kalıcı imzasını atan can hocam Yücel Erten’den inceleme ve eleştiri yazımı yazarken nelere bakmalıyım, neleri göz ardı etmemeliyim sorumun cevabını da aldım. Yücel Erten Hocam bana şunları söyledi: “Bence rejide de oyunculukta da tasarımda da en önemli nokta şu: Bu beş kadın oyuncu, kendi partilerini iyi ya da kötü oynayabilir. Önemli olan, karşılıklı oynamasalar bile bize bir ansambl duygusu yansıtabiliyorlar mı? Yani biz elden ele bayrak yarışını yaşayabiliyor muyuz, yoksa her biri başka bir tiyatrodaki başka oyunlardan alınıp seloteyple yapıştırılmış gibi mi? Dolayısıyla: Oyun bir ırmak gibi akıyor mu, yoksa minik su birikintileri mi?”

“Ben, Anadolu”nun değerli oyuncuları

Mersin Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu oyuncularının sergilediği “Ben, Anadolu” oyununun Puduhepa, Ada, Hürrem karakterleri oyuncu Eda Etike tarafından, Lamassi, Berber, Nilüfer Hatun, Nakşıdil karakterleri oyuncu Ceren Özmen tarafından, Lydia, Theodora, Andromache karakterleri oyuncu Burçak Göçmen tarafından, Nasreddin Hoca’nın karısı, Anafartalı Zehra, Hititli Anne, Ayşe Sultan karakterleri oyuncu Ömür Sevgi Çil tarafından, Niyobe ve Halide Edip karakterleri oyuncu Ümit Yalçın Adıgüzel tarafından canlandırıldı.

Oyuncu kritikleri

Ömür Sevgi Çil; Ömür Sevgi Çil’in oyunculuğu ve müzikal performansı çok fazla övgüye değer. Oldukça yetenekli, müzisyenliğini de konuşturuyor. Müzik eğitimi aldığını sesinin her teliyle bastığı her notaya kadar anlıyorsunuz. Ses rengi güzel, müzikalitesi çok yüksek, oyunculuğu çok akıcı ve çok doğal. Nasreddin Hoca’nın Karısı performansında yöresel ağız yeteneğini de konuşturuyor. Ayşe Sultan rolünde kahkahalarınıza engel olamıyorsunuz. Sevgili Ömür Sevgi Çil; “Ne kadar da müzikal komedi kumaşınız var, hayran kaldım”. Sizi bir Şark Dişçisi’nde bir İstanbul Efendisi’nde izlemeyi çok isterim. Ömür Sevgi Çil, Kübele sahnesinden itibaren oyunun tamamına, her sahnesine hâkim, rengarenk, dikkat çekici görünüyor. Her oyununda gittikçe büyüyor, büyüyor. Epik, yabancılaşma anlarının hakkını veriyor sahneden inip seyirciye yakın sanatını konuşturuyor. Doğaçlamada da bir numara. Sahne Ömür Sevgi Çil’i seviyor ama belli ki oyuncumuz da sahnede olmayı seviyor. Bu sevgi, bağlılık seyircinin seyrine geçiyor. Çok başarılı, çok çok başarılı.

“Alışılmadık davranışlarıyla, sözleriyle tuhaf bir adam olarak ünü çarçabuk yayıldı.

Önce bizim köhne ahşap ev başladı gülmeye paslı çivileri söküle söküle.

Komşu evler, sokaklar, bütün mahalle gülmeye başladı.

Derken bütün köy, komşu köyler, kasabalar, yakın uzak kentler, ülkeler Nasrettin Hoca’ya gülüyorlar”. Güngör Dilmen / Ben, Anadolu

Ceren Özmen; Oldukça yetenekli ve oynadıkça sahnede büyüyen, devcleşen bir oyuncuyu daha sahnede izliyorsunuz. Sahneye yakışan duruşu, beden enstrümanını doğru kullanışı, ses enstrümanının hakkını verişi, çalışkanlığı ile sahnede dikkat çekiyor, göz dolduruyor.  Rolden çıktığında arka planda ansamblı ciddiyetle koruyor, asla bozmuyor. Daima sıradaki rolüne zamanında giriyor. Berber rolünde seyirciye mizahı olağanüstü geçiriyor, sahneden iniyor ve harikulade yabancılaştırıp sonra da toparlıyor. Seyirciyi çok ama çok güldürüyor.  Nilüfer Hatun performansında seyirciyi gözlerini dolduracak derecede etkiliyor, oyunu seyirciye aralıksız geçiyor. Nilüfer Hatun’da gözyaşlarını tutamayan seyircilerden biri de benim. Lamassi ve Nakşidil karakterlerini de hakkını vererek oynuyor. Narin, zarif postürü ile her karakterin içine zarafetle giriyor. Çok başarılı, çok çok başarılı.

“Demek, Türk beyi tutsağını azad ediyor!

O yöne bir davrandım, atım yürümüyor. Yere indim, iki ayağım da yürümüyor… Döndüm baktım, Orhan Bey’in gözleri buğulu… Birden içim burkuldu, şurama bir yumru oturdu…

Anladım ki, Holofira olmuş Nilüfer… Ağlaşarak, kahka- halar atarak doludizgin at sürdük Söğüt’e doğru…Şimdi, sevgilim Orhan Gazi’nin oğlu, canım Murat’ım benim, karşımda kubara kubara, “Bizans’ı alacağım,”dersin.

Bizans, annendi senin”. Güngör Dilmen / Ben, Anadolu

Eda Etike; Puduhepa, Ada ve Hürrem performansını hakkıyla yerine getiriyor. Her rolünden çıkıp arka plana geçtiğinde akışın bir parçası haline geliyor. Rollerini aksatmaksızın sistemli bir biçimde yerine getiriyor. Oyuncu duruşu ve postürüyle sahneyi dolduruyor. Rolden çıktığında arka planda ansamblı ciddiyetle koruyor, asla bozmuyor. Daima sıradaki rolüne zamanında giriyor. Çok başarılı oyunculuğunun kendisine uygun harikulade çalışmalarla devleşeceğine inanıyorum. Sahnedeki disiplinli oyuncu duruşu başarısının devamını getirecek.

Burçak Gözmen; Gözlerimin önünden harikulade bir Burçak Gözmen geçti. Oyunculuk Burçak Gözmen için biçilmiş kaftan olmalı, sesi ile görüntüsü ile sahneye bu denli yakışan ve sahneyi dolduran bir oyuncunun her performansının da göz doldurmaması mümkün mü? Sesini dilediği kadar yüksek kullanabiliyor. Ses rengi ile tiyatronun o arka sıradaki seyircisinde kendisini rahatça duyurabiliyor. Özellikle Theodora performansı ile seyircinin aklında yer ediyor. Burçak Gözmen, Theodora’yı gösterirken oyunculuktan çıkıyor Theodora oluyor. Mış gibi yapmıyor, hissederek, duygularını akıtarak oynuyor. Her rolünde ses rengi, sesini yükseltebildiği sınırları zorlaması oldukça dikkat çekiyor ve oyunculuğuyla, sesiyle, postürüyle sahneyi dolduruyor. Rolden çıktığında arka planda ansambl’ı ciddiyetle koruyor, asla bozmuyor. Daima sıradaki rolüne zamanında giriyor. Çok başarılı, çok çok başarılı.

“O zaman Tanrıya ısmarladık Altın Bizans,

Tanrıya ısmarladık görkem!

Yoo, bana en yaraşan bu mor giysilerden arınamam ben.

Baştan seçtim giysimin, kefenimin rengini.

Mor, mor çılgınca seviyorum seni.

Ve usta bir mozaikçi gibi

sabırla işliyorum görüncümü sonrasızlığa!

Ben Theodora”. Güngör Dilmen / Ben, Anadolu

Ümit Yalçın Adıgüzel; Gerek Niobe gerekse Halide Edip performansında rolünü itinayla canlandırıyor. Ansambl zincirinin bir halkası olarak zincir içinde kalabilmeyi gayretleriyle başarıyor. Rolünden çıktıktan sonra gerek anlatıcı gerekse arka plan oyuncusu olarak bütünlüğün bir parçası olarak sahnede ciddiyetle akışa hizmet ediyor. Halide Edip performansında Yunanca cümleleri vurgulayıp yükselterek oynaması halinde tekstin anlatmak istediğinin seyirciye daha rahat geçeceğini düşünüyorum. Oyuncunun deneyimlerini ve bu başarısını tek kişilik bir oyunda harikulade parlatacağını düşünüyorum. Örneğin Dario Fo’nun Yalnız Kadın oyunu gibi. Gayretli ve yüksek başarılarının devamını diliyorum.

Akıcı bir ırmak gibiydi oyun

Mersin Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu oyuncularının sergilediği “Ben, Anadolu” oyunu gürül gürül akan bir ırmak gibiydi. Oyuncular bir önceki rolden çıkarak bir sonraki rolün giriş konuşmasını itinayla yapıyorlar “Anlatıcı” oluyorlar ve sahneyi diğer rol için arkadaşlarına bırakıp geri çekiliyorlar. Harikulade başarılı ve bir ırmak kadar akıcı ansambl duygusunu yansıtıyorlar. Seyirci başından itibaren elden ele geçen bir bayrağı heyecanla takip ediyor gibi sanki.

Dekor: Hitit güneşi yerine sahnede bir hayat ağacı görüyorsunuz. Ağacın kökleri yerine beş ayrı uzun kumaş salınıyor. Zaman zaman oyuncular her bir köke sarılıyor. Anlam bütünlüğü sağlanıyor. Dekor ve kostüm tasarımı, Şehir tiyatrosunun çok başarılı tasarımcısı Z.Alev Tol tarafından gerçekleştiriliyor. Zihnine, yaratıcılığına ve emeklerine sağlık. Yaratıcılığının meyvelerini sahnede keyifle izleyeceğime inanıyorum.

Kostüm: Kostümlerde dişiliği vurgulamak üzere somona bakar pudra rengi kullanıldığını düşünüyorum. Oyuncuların siyah giymeleri durumunda değiştirdikleri başlıkların patlayacağını böylece seyircinin dikkatinin karakteri niteleyen aksesuarlara ve oyuncuya gideceği düşüncemi de öneri olarak sunmak istiyorum. Z.Alev Tol’un bir kez daha zihnine, yaratıcılığına ve emeklerine sağlık.

Sahne makyajı içinse her bir oyuncuda farklı makyaj değil tek bir konsept oluşturup her bir Anadolu karakteri için Anadolu’yu hissettirecek renkler ve çizgilerle bir makyaj oluşturulabileceğini düşünüyorum.

Işık tasarımı: İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda 2011-2012 sezonunda hayranlıkla izlediğim can Hocam Yücel Erten’in yönettiği, kostüm tasarımını Nalan Türkoğlu Alaylı’nın gerçekleştirdiği Bertolt Brecht‘in “Sezuan’ın İyi İnsanı” oyununun ışıklarını tasarlayan olağanüstü deneyimli Işık Tasarımcısı Yakup Çartık’ın Mersin’de “Ben, Anadolu” oyununun da ışıklarını tasarladığını afişte gördüğümde görsel bir şölen yaşayacağımdan emin olarak seyirci koltuğuna oturdum. İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda Çöl Fırtınaları (2014) nı da seyirci koltuğundan izlerken Yakup Çartık’ın ışık tasarımına hayran kaldığımı hatırlıyorum. Ve daha nice oyunlarda…

Müzik: Besteci, müzik direktörü Gürkan Çakıcı tarafından hassasiyetle biçimlendirilen “Ben, Anadolu” oyununun müzikleri, sahnede oyuncuların performanslarını bütünleyici bir rol oynuyor. Oyundaki duygunun seyirciye geçmesinde olağanüstü etkili olan bu müziklerin usta bir direktörün dağarcığından dökülüyor olması oyuna diğer bütün tasarım unsurları gibi değer katıyor.  Seyirci ansamblın müzikalite ile de tamamlandığının ayırdına varıyor.

Koreografi: Oyunun koreografisinde Mersin Devlet Opera ve Balesi’nde solist dansçı olarak görev yapan birçok müzikal ve opera eserinin koreografisini yapan sanatçı Serbülent Biçer imzasını görüyoruz. Sanatçı, “Ben, Anadolu” oyununun koreografisini gerçekleştirirken estetiği, uyumu ve seyredilebilirliği ön plana alıyor ve bir imza ya da mühür gibi oyuna yansıtıyor. Bu toprakların kültüründen, Anadolu’dan beslenen zarif, özellikle seçilmiş olduğu hissedilen kadınlara yakışır hareketlerle oyunu nazikçe harmanlıyor. Seyirci “Ben, Anadolu” oyununda profesyonel ve estetik bir koreografi izliyor.

Üç hafta içinde çıkarıldığı belirtilen bu oyunun yönetmeni Eski Devlet Tiyatrosu Genel Müdürü Mustafa Kurt’un başarısını alkışlıyorum.

Bu denli başarılı bir kadroyu bir araya getirdiği ve sahneye harikulade bir oyun taşıdığı için yetenekli ve başarılı Genel Sanat Yönetmeni Ozan Erdönmez’i de alkışlıyorum. Mersin Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu’nun sahnedeki başarılarını yeni Genel Sanat Yönetmeni Ozan Erdönmez ile taçlandıracağına inanıyorum. Hele hele Dramaturg Taner Çelik kadar yetenekli ve çalışkan bir “Yazar, Çevirmen ve Dramaturg” aralarındayken başarı kaçınılmaz.

Prömiyer gecesi, alışılageldiği üzre oyuna emek verenlerin oyuncu Ümit Yalçın Adıgüzel’in sunumuyla sahneye davet edilmesinin, seyircinin, oyunun oyuncular dışındaki emekçilerini de sahnede görmeleri açısından iyi olduğunu düşünüyorum.

“Ben, Anadolu” oyununun çok değerli oyuncularına en değerli çiçeklerden buketler de benden olsun, emeklerine sağlık, geçmiş olsun. Tebrikler.

-“Hah, bu da bir oyun yazarı işte.

Yersular, göksular ona kolaylık versin.

En erken bir yarında şu oyunu bitirsin…

Ya da…

`Arkası yarın, arkası yarın’ desin.” Güngör Dilmen / Ben, Anadolu

 Güngör Dilmen’in “Ben, Anadolu” oyununu yazdığında sonuna koyduğu ‘Arkası yarın, arkası yarın’ desin şerhinin Mersin Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu için de geçerli olduğunu fark ediyorum. Kendi adıma, gelecek sezon, Brecht oyunlarını ve klasik müzikalleri (Şark Dişçisi, İstanbul Efendisi gibi) de sahnede seyredebilmeyi hayal ediyorum. Mersin seyircisi olarak Mersin Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu’nun başarıların devamını bekliyoruz ve Güngör Dilmen gibi diyoruz ki: Mersin Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu ‘Arkası yarın, arkası yarın’ desin. Dostlukla.

“Ben bir oyuncu…

Değişerek kendim kalabiliyorum en çok.

Uykularımda sorarım kendime:

Ben kimim bu gece?

Hangi çağda, nerede?

işim, can vermek sözcüklere

eğirmek kan ipliğini gündüz gece

dokumak insan ruhunu

tutkular, ihanetler, kıskançlıklar, seviler içre

şu daracık ve sonsuz gergefte.

Ben bir oyuncu

Kendi küllerinden tutuşan

O söylencelik kuş gibi

Yeniden can bulmak için

Yüreğinizden kopacak kıvılcımlarla eğiliyorum önünüzde”. “Güngör Dilmen / Ben, Anadolu”

 

*Güngör Dilmen’in “Ben, Anadolu” oyunundaki Kübele karakterinin Meddah geleneği bakımından incelenmesi, Bahçeşehir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İleri Oyunculuk Programı, Yüksek Lisans Tezi, Deniz Yeşil MAVİ, İstanbul, 2013.

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Neşe Binark

Yanıtla