(Sarya Toprak’ın “Küçük Balkon” oyunu üzerine yaptığı ve Birgün‘de yayımlanan söyleşiyi okurlarımızla paylaşıyoruz.)
Küçük Balkon 16 Ocak’ta prömiyerini yaptı. Can Kılcıoğlu’nun yazıp yönettiği oyunun oyuncu kadrosunda Vildan Atasever, Nazlı Senem Ünal ve Deniz Karaoğlu bulunuyor. Vildan Atasever’i 25 yılın ardından tiyatro sahnesinde gördüğümüz Küçük Balkon, tadilatı yarım kalmış bir evin salonunda geçiyor. Oyunun başında bir kadın erkek ilişkisinin işlendiğini hissediyoruz fakat sonrasında asıl odak bir kızkardeşlik öyküsü oluyor. İki kardeşin annesinin hastalığı sebebiyle yarım kalan ev tadilatı ‘kutsalları, üstü örtülenleri’ de tekrar tartışmaya açıyor. Yönetmen, yazar Can Kılcıoğlu ve oyuncular Vildan Atasever, Nazlı Senem Ünal, Deniz Karaoğlu Küçük Balkon’u anlattı.
Küçük Balkon oyunu sizin için neyi temsil ediyor?
Can Kılcıoğlu: Ben bir kızkardeşlik öyküsü yazdım. Şahane bir ekiple, harika oyuncularla çalıştım. 80 dakikalık bir kara-komedi çıktı ortaya. Çok heyecanlıyım. Tiyatro ateşi çok yüksek bir sanat. Beni hayata bağlıyor. Ettiğim kavgayı da, yediğim yemeği, soluduğum havayı da kuvvetlendiriyor. Yazıp yönettiğim bir işin aynı anda yüzlerce kişi tarafından izlenmesi, o anda verilen tepkiler, kahkahalar, gözyaşı ve tüm bu sürece canlı canlı tanıklık etmek çok büyük bir haz. Geçen hafta ikinci oyunumuzda bir anda sahneye bir kedi çıktı mesela. O kediye hepimizin, tüm seyircilerin de heyecanlanması çok şahane bir his. O anda orada oluyor. Ve hepimiz tanığız. Ne olacağını merak ediyoruz. Oyuncular da aşırı tatlı bir şekilde kediyi oyuna kattılar. Bu deliliğin tarifi yok.
Oyun hem komedi unsurları hem de duygusal derinlik taşıyor. Bu dengeyi nasıl yarattınız?
C.K.: Açıkçası metni yazarken çok uğraştım. Aylarca ilmek ilmek ördüm. Hem olay örgüsü, dramaturji hem de karakterler üzerine çok çalıştım. Karakterlerin nasıl konuşacağı, tartışırken hangi kelimeyi, sakinken hangi kelimeyi seçeceği üzerine çok mesai harcadım. Metin ve özellikle diyaloglar konusunda çok titizim. Metindeki konuşma diline çok özen gösteriyorum. Karakterlerimi çok iyi tanıdıktan sonra, onları 360 derece bildikten sonra yazmaya başlıyorum. O yüzden de Nehir nasıl öfkelenir, Damla nasıl söylenir, Burak nasıl flört eder, hepsine hakim olduktan sonra yazmaya başladım. Ya da bazen konuşmak kadar konuşmamak da çok şey anlatabiliyor. Bu da önemli ritim için. Ayrıca kara-komedi en yakın olduğum tarz. Daha önceki işlerimi de kara-komedi yazıp çektim. İlk uzun metraj filmim Karnaval da kara-komedi mesela. Tüm omurga ve karakterler ortaya çıkınca da, bu kara-komedi ekseninde dramı, komediyi hep dengelemeye çalışarak Küçük Balkon’u yazdım.
Küçük Balkon’un hikayesi aile, geçmiş ve hatırlama gibi temalar etrafında şekilleniyor. Bu temaları işlerken kendi deneyimlerinizden ilham aldınız mı?
C.K.: Ben 10 yıl boyunca haftada 3 gün psikanalize gittim. Kendimi bildim bileli de hafıza, geçmiş konuları üzerine düşünüyorum ve çalışıyorum. Yani yıllardır unutmak, hatırlamak ve unutmamak konuları hep gündemimde. Unutmayı seçtiklerimiz, bir türlü unutamadıklarımız, hatırlayamadıklarımız, farklı hatırladıklarımız ve gerçekten unuttuklarımız bizi biz yapan şeylerin önemli bir kısmını oluşturuyor.Özellikle çocukluk bu konuda çok zengin. İnsanın binlerce hatırası var. En çok etkileyenler de çocukken yaşadıklarımız oluyor. Ama o dönem de çok sisli. Çok bulanık. Bazen de fazla parlak. Ama çocukluk hep önemli geliyor bana. Aile de bu hava durumuna dahil tabii. Hatta başrol. Aile konusu da hafıza-geçmiş temasıyla zenginleşiyor. Ben de bu temalarla çalışmayı seviyorum. Çok renkli bir dünya, çok anlatılası. Çok eğlenceli. Küçük Balkon da kara komik bir aile hikayesi. Kutsal olanı sorgulayan, haklı ve haksızın yer değiştirdiği, bağ kurduğumuz kişinin sürekli değiştiği bir oyun. Bu ciddi ve sert konuların içinde de saçma anları yakalayıp onları yaşatmaya çalışıyoruz. Aslında tam hayat gibi. Mesela bir cenaze sonrası mezarlıktan dönerken ne yemek yeneceğini organize etmek gibi. Ölüm gerçeği orada mermer gibi korkutucu ve çok sert, dibimizdeyken kaşarlı pide ısıtıp yaşamayı seçmek gibi.
VİLDAN ATASEVER 25 YIL SONRA SAHNEDE
25 yıl sonra tiyatro sahnesine dönmek sizin için nasıl bir deneyim? Bu süreçte sizi en çok heyecanlandıran şey neydi?
Vildan Atasever: Tiyatro sahnesinde oynamak fikri bile benim için heyecan vericiydi . Bu heyecanı Küçük Balkon ile yaşadığım için çok mutluyum. Seyircimizin enerjisiyle hikayemizi o anda anlatmak muhteşem bir duygu. Ve bu süreçte beni en çok heyecanlandıran da bu heyecan. Bu heyecan çok güzel. Seyircimizle bunu paylaşmak da ayrı bir heyecan.
Bir kızkardeşlik öyküsü canlandırıyorsunuz. Kişisel hayatınızla bağ kurduğunuz bir yanı oldu mu bu hikayenin?
V.A.: Bir karakter ve hikaye ile bağ kurarken tabii ki önce kendi belleğimi ve hislerimi analiz ediyorum. Her karakter ve hikaye farklı tabii ama benim kardeşlerim var, bu duyguyu çok iyi biliyorum. Fakat Oyunumuz iki kız kardeş ve “yabancı” sandığımız kişilikler üzerinden daha başka cümleler de kuruyor. Bir makalede “Hafıza bir tür benlik tutkalıdır*” diyordu. Herkesin kendi hafızasını yokladığı bir benlik bağı kuruluyor.
*Güven Güzeldere
NEHİR KENDİ DOĞRULARINA İNANIYOR
Nehir karakteri, hem komik hem de duygusal figür. Çok yönlü bir karaktere hayat vermek nasıl bir süreçti?
Nazlı Senem Ünal: Çok keyifli yer yer de zorlayıcı bir süreçti. Nehir çok anlık yaşayan, bir anı bir anını tutmayan, neyi neden yaptığını ya da söylediğini bazen kendi bile bilmeyen, fevri biri. Anlaşılması zor biri yani. Onu anlamaya çalışmak da hayata onun baktığı yerden bakmaya çalışmak da çok keyifliydi benim için. Biraz da bıçak sırtı bir karakter Nehir. Kendi doğruları var ve kim ne düşünürse düşünsün modunda yaşıyor. Onun bu genel tavrı prova süresince bizi düşündürmedi değil tabi. Ya Nehir anlaşılmazsa diye çekindik. O kadar yargılanmaya, taşlanmaya müsait bir karakter ki çünkü. Derdimiz Nehir’in seyirci tarafından yer yer yargılanacak da olsa sonunda anlaşılmasıydı. Bunu sağlamak da ayrı bir sorumluluktu benim için. Ama bir yandan da o kadar gerçek ve şeffaf biri ki ne dese, ne yapsa kabulümüz de olmaya başladı süreçte ve dedik ki ‘Nehir bu ya, neyse o‘ Bu cümle beni o kadar rahatlattı ki. ‘Nehir bu ya.’ Gerçekten öyle. Tabii durum böyle olunca da benim için çalışması, oynaması daha da keyifli bir hale geldi. Sanki sahnede ne yapsam yer gibi geliyor bazen, çünkü ‘Nehir bu.’ Sürprizlerle dolu ve ondan her şey beklenir. Bu da bir oyuncu için inanılmaz bir oyun alanı.
BURAK’IN OYUNDAKİ HACMİ ARTTI
Burak karakteri, komedi unsurlarıyla oyunun dengesini sağlıyor. Bu dengeyi nasıl sağladınız?
Deniz Karaoğlu: Gerçekten Burak, dizginlerini bıraksak oyunun tamamını ele geçirebilecek bir virüs gibi. Bu ölçüyü tutturmak rolü oynamanın zevkli alanlarından birisi benim için. Reji ekibimiz ve sevgili rol arkadaşlarımla beraber, sağlıklı bir çalışma sürecinin ürünü olarak çıktı bu ölçü diyebilirim.
Can Kılcıoğlu oyun sürecinde sizi izledikten sonra Burak karakterine daha fazla yer verdiğini söylemişti. Bu süreci biraz açar mısınız?
D.K.: Can bir gün beni aradı ve bir oyun yazdığını, fikrine güvendiği insanlarla oyunu bir sesli duymak istediğini söyledi. Ben de gittim ve kendi aramızda küçük bir ekiple oyunu okuduk. O okumada şuan oynadığım Burak karakteri hepimiz çok eğlendirdi. Can yazdığı karakteri sesli duyunca karakterdeki potansiyeli fark etti ve oyundaki hacmini daha da büyütmeye karar verip yeni bir versiyon çalıştı. Ardından yeni metni tekrar beraber okuduk ve rolü bana teklif etti. Keyifli bir prova sürecinin ardından da şimdi sahnede izlediğimiz versiyona ulaşmış oldu.