Tiyatrolog’ta Eril Bir Hesaplaşma: Aut

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Fuldem Özkan

Alper Kul ve Özgür Özgülgün’ün birlikte kaleme aldıkları, In Yer Face türündeki oyun Aut, Çağrı Turnalı rejisiyle Tiyatrolog’ta bu sezon sahnelenmeye devam ediyor. Oyuncu kadrosunda Burak Korkmaz, Burak Onat, Caner Arpat, Çağdaş Sur, Çağrı Turnalı, Ege Hepdemir, Onur Karagözoğlu, Tuana Tuncer, ve Yetiş Bora’nın olduğu ekip sahnede yakaladığı uyumla dikkat çekiyor.

Oyun, derbi maçı öncesi “kapının önünde bekleyen” beş holiganın ortak öyküsü üzerinden, futbolun görünmeyen yüzünü gözler önüne seriyor. Aslında bu yolla bir sistem eleştirisi yapmasının yanı sıra, “önemli insan olmak” için gözünü karartan delikanlıların yozlaşmasını merkeze alıyor; Zehir, Ateş, Boza, Öcü ve Fidel arasındaki hiyerarşi çatışmasını görüyoruz. Yaşanan gelişmeler, öğrenilen sırlar yasak aşkın yarattığı gerilimle birleşince geri döndürülemez felaketler silsilesini başlatıyor. Her şey gerçekten göründüğü gibi mi? Kim gerçek, kim yalan? Aut, “kötülükten görülen iyiliğin” ne olduğunu sorgulatan zorlayıcı bir oyun.

Futbolda Kadının Figüratif Rolü  

Aut, alt metninde önemli bir sorunu irdeliyor. Hikâyede gömülü olan bu durum, hayatın pek çok alanında olduğu gibi futbolda da kadını ikinci plana iten, söz hakkı tanımayan, görüşleri önemsenmeyen ve dahası kadını figüratif bir nesne gibi imleyen görüşü yansılamasıdır. Çünkü oyun, futbol sevgisinde aşırıya kaçan, kenar mahallede sıkışıp kalmış bir avuç gencin başından geçen hazin olaylardan öteye geçerek eril bakışa dair saptamalar da içeriyor. Bu meseleyi oyunda kadının bir erkeğin (tabii ki abisi ya da babası) onayı olmadan başkasını sevemeyeceği, gizli tutulmak zorunda bırakılan aşk öyküsünden, cinselliğin örtüsüzce sunulduğu kavuşma sahnesinden anlıyoruz. Ne gariptir, bizi bu “açık saçıklık” şiddet sahnelerinden daha fazla rahatsız ediyor. In Yer Face, alışılmışın dışında bir deneyim sunmak amacıyla tiyatronun, yaşamın sınırlarını zorlayan cesur bir tür. Bu türün tabuları yıkması, izleyiciyi sarsması ve sosyal eleştiriyi en açık şekilde yapması güçlü yönleri. Ancak provokasyon uğruna anlam kaybı yaşanabileceğini, aşırı rahatsızlık yaratma riski taşıdığını da gözden uzak tutmamak gerek. Bu türe, sanatsal bir meydan okuma olarak değer biçilse de dengeli bir anlatım ve derinlik sağlanmadığında dipsiz bir kuyuya dönüşebileceği de kesin. Aut da işte bu meydan okuma ile kör kuyu arasında bir yerde duruyor.

Eril dünyanın eğlence, hatta daha çok bir var oluş aracı olarak sunulan futbol, bu oyunda da holiganizm olgusunu merkeze alarak toplumun tamamını ilgilendiren başat sorunları irdeliyor: adaletsizlik, çarpık düzen, kapitalizmin insanları acımasız bir rekabete sürükleyişi ve insan ilişkilerindeki yozlaşma. Dolayısıyla Aut, bireysel ve toplumsal meseleleri mercek altına almasının yanında, eril eğlencenin sembolü olarak dayatılan futbolun kirli yüzünü de eleştiriyor. Bu oyun, “auta çıkan”, köşeye sıkışmış, sistemin kendisine dayattığı güç koşullar karşısında nefes almaya çalışan ve tepedekinin onayını kazanarak kurtuluşu bulma gayesinde olan delikanlıların son çırpınışları. Bu nedenle olsa gerek, elbette tiyatronun teknik koşullarının da zoruyla, seyircinin de kendini küçük bir mekâna hapsolmuş, çaresiz hissetmesi hedeflenmiş. Seyirci, hikâyedeki karakterler gibi kenar mahallenin, bozuk düzenin bütün korkunçluğuyla, iğrençliğiyle, aşkıyla, dostluğuyla, sahtekârlığıyla, zayıf umuduyla burun buruna kalıyor. Günlük yaşam içinde kaçınabileceğimiz bu sert gerçeklerle burun buruna gelmek etkileyici olabilir, ancak bu yüksek duygusal yük seyircide bir yüzleşme yerine kaçınma refleksi doğuruyor olabilir mi? Ya da ardı arkası kesilmeyen yoğun şiddet içeren sahneler hikâyenin etkisini yitirmesine ya da seyirciyi duyarsızlaştırmaya itiyor olabilir mi? IYF prodüksiyonlar söz konusu olduğunda hemen karşımıza çıkan temel sorular galiba Aut için de geçerli. Son olarak oyunun eleştiri getirdiği kadının figüranlaştırılması meselesinde bıçak tersine dönüyor ve kadını, dostlukları bozan, ölüm getiren bir iç mesele hâline getiriyor. Dehşet, hayret, ilgi, heyecan ve yürek ağızda izlenen bir oyun kısacası…

Ağzı Bozuk Bir İsyan

Aut, gücünü stilize edilmiş mekânın inandırıcılığından, gerçekçiliğinden alıyor. Ayrıca karakterlerin var oluş mücadelesindeki her çabanın karşılıksız kalmasına gösterdikleri isyan, sokak dilinin ağır sözlerinde, üzüntülerinde, geçmişte kalan mutlu anlarda inandırıcı biçimde can buluyor. Bir müddet sonra seyirci, oyunun izleyeni olmayı bırakarak, yakınlık besleyip aynı duyguları paylaşan, aynı hayal kırıklığıyla dertlenen, fiziksel acıyı birebir hisseden öykünün bir başka karakteri oluveriyor. Bu deneyim, aynalarla dolu bir mekânda oyunu ve birbirini izleyenlerin sınırlarını ortadan kaldırıyor. Oyunun dekoru bu açıdan atmosferi yansıtma işlevini görüyor; çünkü arka sokaklar insan ilişkileri ve çarpık düzenin kurucuları kadar kirli, karmakarışık.

Hayatın keşmekeşliği içerisinde kendi dilini bulan ve insanca yaşamaktan başka amaç gütmeyen bu gençler, bağrı açık gömleklerden taşan tedirginliklerinde başkalarının yaşadığı mutlu, huzurlu hayata sahip olmak için çırpınıp duruyorlar. Bilerek unutulmuş, terk edilmişler, mekândan kurtulmak için her çareye başvurmaya hazır olmaları da bu yüzden.

Tezahürat Boşuna

In Yer Face, genç nüfusun gelecek kaygısını, serzenişlerini ve ani öfke patlamalarını anıştıran bir tarza sahip olduğu için midir bilinmez, daha çok genç izleyici profilinin ilgi gösterdiği bir stil hâline geldi. Tiyatrolog, seçtiği oyun müziğiyle susmak yerine inadına konuşmanın, düzene kafa tutmanın, gerçeği karşısındakinin yüzüne haykırmanın müzikteki karşılığı rap ile hem oyunun iç ritmini yakalamış hem de oyunun estetiğine hizmet eden bir tercih yapmış. Bu durum, izleyicisini yaşamın gerçekliğine yaklaştırmak, seyrettiklerinin oyundan ibaret olmadığını aktarmak adına yapılmış doğru bir tercih. Rap müziğinin isyankârlığı, oyunun hem dinamiğiyle hem de stiliyle örtüşüyor. Ancak her ne kadar perde arasında fuayede aynı amaçla tezahürat dinletmek yoluna gidilse de, seyirciye kendi karanlık taraflarını görme fırsatı sunan, insanların ruhsal ve fiziksel kırılganlıklarını acımasızca gözler önüne seren Aut’a perde arası vermenin izleyici üzerinde bıraktığı etkiyi zayıflattığı kanısındayım. Tıpkı birlik, beraberlik adına söylenen, ebedi dostluk naralarıyla bezeli tezahüratların ardından, maç sonunda çıkan kavgalarda taraftarların eğlenceyi vahşi bir şiddete dönüştürdükleri gibi.

In Yer Face, bir yandan seyircisini düşünmeye sevk etmek adına rahatsız edici bir üsluba sahip cesur, diğer yandan sert temalar ve sunum biçimiyle geniş bir seyirci kitlesi yerine niş seyirciyi hedefleyen, şok etkisi yaratmayı önceleyerek anlatıyı değersizleştirme riski taşıyan tartışmaya açık bir tür. Seyirciyle yüz yüze kurduğu iletişim ve performatif yanı türü ilgi çekici kılsa da, dengeli bir estetik ve içerik yönetimi sağlanmadığında, “sadece rahatsız edici” olma tehlikesiyle de “yüz yüze”. Akla, böylesi yoğun şiddet gösterimi, seyircinin kaçındığı, bir türlü yüzleşmek istemediği zorbalığa alışmasını sağlamaz mı, sorusu geliyor. Seyirciyi “izleyen” olmaktan çıkarmak için sahne ile sınırı kaldırmanın ardından onu dehşete duyarsız hâle getirmek kendi içinde çelişki yaratıyor mu, bunu da tartışmalıyız…

 Tiyatrolog, hem bu tartışmalara katılarak oyun sonunda görüş bildirmek, hem de ekibin gösterdiği yüksek performansı kaçırmamak adına seyirciler için bu sezon Aut’u sahnelemeye devam ediyor. İyi seyirler…

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Fuldem Özkan

Yanıtla