Bu işler böyle dendi hep; “Menajerin kim?, “Bir işin ana castına giremezsen kariyer inşa etmeyi bile düşünme”, “Tiyatron mu var? Seni sunamam tatlım, bu daha ilk işlerin, sende kaşe bu kadar”…
ir tiyatro oyuncusu
Şu sıralar dilden dile dönen, kulaklara fısıldanan, “Aa bilmem kim de şöyleymiş” falan filanlarla büyüyen mesele, meselemiz oyunculuk dünyasındaki tekelleşme!
Oyuncular malumunuz gözde olan, takip edilesi, merak ögesi olan bir güruhun neferleri, bu yüzden buradaki dedikoduları ve altında gizli kalmış düzenbazlıkları yakalamakta ve takip etmekte, yargılamakta hiç geç kalmıyoruz. Halbuki tekelleşme dediğimiz şey devletin tüm kurumlarında, özel kurum ve kuruluşlarda, sanat yapılanmasının her alanında, şu ya da bu sebeple evine ekmek götürme derdinde olan herkesin ucundan kıyısından parçası olmak zorunda olduğu bir şey değil miydi? Konu “Bilmem kim kaç para kazanıyormuş”, “Kim kimle birlikteymiş”e gelince farkındalık algılarımız zirve yapıyor. Ben tiyatronun yapım ve icraat aşama zincirlerinin her bir zerresinde son damlama kadar ter döken biri olarak evet, bu meseleye magazinsel bakamıyorum. Bu mesele doğrudan benim meselem zaten, evet. Ama demek istediğim konu buraya gelene kadar o kadar çok emeğimizin karşılığını alamadığımız, kapısında sıra beklediğimiz, şansın yüzümüze gülemediği, bilmem nereden tanıdığımız olamadığı için yüzümüze çarpan kapı var ki! Hepsi için herkes için ses olmalı ve hak arama derdinde olmalıyız. Mesleğimin derdine inmem gerekirse, bu tekelleşme zaten hep vardı, biz oyuncular küçük bir reklam filminin ya da bir dizinin birkaç saniyesinde görünebilmek için bile yıllarca film ve reklam şirketlerinin “audition” (seçme) sırasında bekleyip, zarfta iletilen bambaşka isimlerin ekranda yüzümüze çarpılmasıyla umutsuzluk adına ilk darbeyi aldık. Bu işler böyle dendi hep; “Menajerin kim?, “Kaç işte oynadın?”, “Bir işin ana castına giremezsen kariyer inşa etmeyi bile düşünme”, “Tiyatron mu var? Seni sunamam tatlım, bu daha ilk işlerin, sende kaşe bu kadar”… Sanki bir et reyonunda bedeninizin en lezzetli yerini sunmaya çalıştığınız berbat bir sektör düşünün. Bu iğrenç, dayatmacı, doğrudan duygusal manipülasyona uğradığınız sektör, sizi kendi mecbur ettikleriyle kıskıvrak yakalıyor. Kimse yetenekten, gerçekten, hak edişten bahsedemez oluyor. Dolayısıyla yitiriyorsunuz, yitiriliyorsunuz. Bu hemen hemen her anlamda kapsayıcı olan “tekelleşme”den kaçmak için belki tiyatro yapmaya karar verebilirsiniz. Ne güzel, tiyatro… İşte tam olarak orada da kafanıza kocaman bir sektör gücü tokmağı iniveriyor! Film, dizi ve reklam dünyası için geçen balon laflar burada da karşınıza çıkmaya başlıyor. TV yüzleri sahneye iniyor. İnsin tabii inmesin mi? İşin gereği bu, değil mi? Ama yaratılan “cast sistemi” alt sınıfın üst sınıfa geçmesini engellediği sürece biz tiyatrocuların da “just network” (bağlantılar) diyen “ünlü” kişilere öfkesi de pek dinecek gibi durmuyor. İşte yine sektördeki tekelleşmenin ele geçirdiği burada da “Ben varım n’aber” dediği ve ahlaksızca yanağınızdan makas alıp size güle güle dediği bir an! Kendini göstermek isteyen, çalışmak isteyen, aslında en temelde oynamak isteyen oyuncu ve oyuncu adaylarının kökünü kurutmaya hevesli koca bir tekel tayfası var karşımızda. Şimdi ne yapacağız? Temelde bir sınıf meselesinden ibaret olan bu tekelleşme dünyasını yıkmak adına hep birlikte, el ele, can cana vermek zorundayız. Gördüğümüz gibi bu artık var olma hakkınızı tehdit eden, sizden yıllarınızı ve emeğinizi çalan koca bir zorunluluk!