[Tarık Yüce’nin Bianet’te yayınlanan yazısının bir kısmını paylaşıyoruz.]
Seyirci, oyundan cevaplar alarak değil; kendi sorularını sorarak ayrılıyor. Üstelik herkesin evine, çocuk odasına, annesine ve babasına benzeyen bir hikâyeden…
IASON: Başkasıyla yatmam, yeterli bir neden miydi bu kıyıma?
MEDEA: Sence ihanet, bir kadın için yenilir yutulur bir şey midir?
Antik Yunan tragedyası Medea, tarih boyunca patriyarkal düzenin eleştirisi ve bireysel trajedinin aynası olarak okunmuş bir eser. Ancak bu kez, Hira Tekindor yönetmenliğinde sahnelenen uyarlama, Avustralyalı yazarlar Kate Mulvany ve Anne-Louise Sarks’ın perspektifiyle alışılmışın dışına çıkıyor. Medea’nın hikâyesi, bu kez çocukların gözünden anlatılıyor.
Bu radikal değişim, hikâyeye yeni bir derinlik ve trajediye yenilikçi bir katman ekliyor. Oyun, bir tekrar ile başlıyor. Antik Yunan retoriğindeki öykünme geleneğini andıran bu yapı, finali bir “oyun içinde oyun” formunda taklit ediyor. “Tekrar olmadan oyun yoktur ve her iyi dramatik yapı bir simetri taşır” diyen bir hocamı hatırlıyorum. Medea, dünyanın her yerinde var olabilecek bir çocuk odasında, evrensel bir hikâye anlatmaya başlıyor. Bu anlatı, ölümü taklit eden ve finalde tekrar eden bir oyun formülüyle ilerliyor.
Tekinsiz ve beklenmedik bir başlangıçla hikâyenin sonunu baştan gören reji, seyirciyi finale hazırlıyor. Kardeşlerden biri, ölü taklidi yaparken şakayı uzatınca diğer kardeşi tedirgin oluyor. “Ben küçük bir çocuğum” diyerek, taklit edilen ölümün onun payına düşmeyeceğini, henüz bir çocuk olduğunu kardeşine ve seyirciye hatırlatıyor. Bu, trajediyi her haneye sığabilecek bir forma getiren bir yapının ürünü. Yazarlar, belli ki çocuk oyunculardan güçlü bir performans talep ediyor. Hira Tekindor, çocuk oyuncuları profesyonel oyuncularla boy ölçüşecek seviyeye taşıyan rejisiyle zorlu bir işi başarıyor.
Abdullah Burak Kaya, Ayaz Çoban, Ayaz Gülşen ve Tarık Sarıyar oyunu dönüşümlü olarak oynuyorlar. İzlediğim temsilde Ayaz Çoban ve Tarık Sarıyar ağzımı açıkta bırakan komedi zamanlamaları, oyuna hakimiyetleri ve oyun boyunca sahneden hiç ayrılmamalarına rağmen düşmeyen enerjileriyle çocukların gözünden anlatılan bir Medea uyarlamasının hakkını veriyorlar. Defne Kayalar’ın ölçülü, soğuk, beyaz ve üst orta sınıf bir kadına sığdırdığı Medea adım adım seyirciyi finale taşıyor.
Hira Tekindor’un Medea uyarlaması, trajediyi yeniden yorumluyor. Çocukların gözünden anlatılan bu hikâye, Medea’nın öfkesini ve çaresizliğini çok katmanlı bir şekilde işlerken seyirciye modern bir patriyarka eleştirisi sunuyor. Finalde Medea’nın attığı sessiz çığlık, oyunun patriyarkal bakış açısından kopma çabasını temsil ediyor. Medea, artık yalnızca bir evlat katili ya da ihanete uğramış bir kadın değil; aynı zamanda kendi öfkesi, acısı ve çaresizliğiyle mücadele eden bir insan olarak karşımıza çıkıyor.
Medea’nın çocuklarını öldürme eylemi, bir intikamdan çok daha karmaşık bir duygusal çatışmayı yansıtıyor. Gururu ayaklar altına alınmış bir kadın, çocuklarının patriyarkal bir düzende büyüyerek aynı döngüyü sürdürmesini istemiyor olabilir mi? Yoksa uğruna cinayetler işlediği adamın ihanetiyle sarsılan Medea, öfkeli bir kalabalığa çocuklarının bedenini teslim etmeyi reddediyor olabilir mi?
Belki de nekropolitik bir yaklaşımla, çocuklarının ölme hakkını savunuyordur. “Ben sizin kanınızı seviyorum” repliğiyle Hira Tekindor’un Defne Kayalar’ın bakışına verdiği oyun, bu çelişkileri daha da derinleştiriyor.
Euripides’in, koro aracılığıyla Medea’ya hem hak veren hem de eleştiren ahlaki yargılarının yerini, çocukların sessiz masumiyeti alıyor.
Finaldeki dingin veda ve tiradın sonunda Medea’nın sessiz çığlığı, çocuklarının bedenlerini düşmana vermek istemeyen bir annenin çaresizliği mi? Medea gerçekten çocuklarını intikam için öldürmemiş olabilir mi? Eğer öldürdüyse, bu eylemi, Iason’un patriyarkal düzende değer kazandırdığı tek şeyi —soyu ve oğullarını— ondan alarak gerçekleştirdiği bir intikam mıydı? Iason halihazırda trajediyi şu cümleyle özetliyor: “Başka krallıklar ararken kendiminkinden oldum.” Medea, çocuklarını, iktidar uğruna gözü dönmüş bir babadan kurtarıyor olabilir mi? Bu soruların cevaplarını net bir şekilde vermek yerine, Tekindor seyirciyi derin bir sorgulama sürecine itiyor.
Oyunun sahne tasarımı da Hira Tekindor’a ait. Oyuncaklarla dolu bir çocuk odası, bir çocuğun en güvende hissetmesi gereken yerken, kapının ardındaki aile içi şiddet sahneleri, bu güvenli alanın nasıl bir şiddet döngüsüne dönüştüğünü gözler önüne seriyor. Çocuklardan biri, annesinin şiddete uğradığını gördüğünde, aynı şiddeti oyuncağına uygulayarak bu döngüyü yeniden üretiyor.
Mitolojik unsurların modern bağlama taşınması ise oyunun güçlü yönlerinden biri. Altın postun yerini tutan sarı kazak, Medea’nın hikâyesini postmodern bir düzleme oturtuyor. Medea dekorunun bir evin içinde kurulmuş olması şaşırtıcı değil; çünkü ev arketipi, Medea’nın hikâyesinde derin bir anlam taşıyor.
Kadının patriyarkal toplumdaki yeri, “baba ocağı”ndan “koca yanı”na uzanan bir zincirle tanımlanıyor. Ancak Medea, bu zincirleri kırarak kendi kimliğini ve özgürlüğünü arıyor. Antik Yunan’dan günümüze uzanan bu hikâye, “istenmeyen kadın”ın evrensel temsiline dönüşüyor.