3. Kaş Tiyatro Günleri’nin Ardından

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Esra Dicle

Kaş Çevre ve Kültür Derneği gönüllüleri tarafından ilk olarak 2022’de düzenlenen Kaş Tiyatro Günleri’nin üçüncü edisyonu 18-19-20 Ekim 2024 tarihlerinde oyun gösterimleri, atölye ve panellerden oluşan zengin bir programla gerçekleşti. Tiyatro Günleri’nin direktörlüğünü önceki yıllarda olduğu gibi Kaş Çevre ve Kültür Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Akoy, küratörlüğünü ise Şule Ateş yaptı. Antalya İl Kültür Müdürlüğü, Kaş Kaymakamlığı, Kaş Belediyesi ve Avrupa Birliği Sivil Düşün Programı’nın desteklediği Tiyatro Günleri’nin asıl önemi ve ayırt edici yönü ise dernek gönüllülerinin ve 100’e yakın Kaş esnafının, organizasyonun mali ve operasyonel yükünü karşılıyor olmalarıydı. Festivalin yerel dinamiklerle birlikte hareket etmesi, gösteri sanatları alanında çalışan sanatçılar ve ekipler için bölgenin verimli ve cazip bir alan haline gelmesi bakımından önemli. Bununla birlikte bölgede kısa-orta vadede, ulusal-uluslararası ölçekte bir buluşma/birlikte üretme mecrası yaratılabilmesi açısından da değerli. Bu bakımdan Tiyatro Günleri’nin her edisyonunda etkinlik çeşitliliğinin artırılması; bu etkinliklerin bölgenin farklı mekânlarına yayılarak genişlemesi; “Genç Tiyatro” başlığı altında genç sanatçılara performanslarını sunma alanı açılması; “Çocuk Oyunları” odağında hem çocuk tiyatrosu yapan toplulukların teşvik edilmesi hem de çocukların etkinliklere dahil olmasının sağlanması; festivalin bölgede bir “müzakere ve eylem alanı” olarak çoğul, katılımcı ve dönüştürücü bir kamusal alan oluşturabilmesi için umut veriyor. Tiyatroların, devletleştirilmiş ve paralılaştırılmış kültür-sanat ortamının kamusal alan illüzyonu olmaktan kurtulması için benzer-ortak sorunlarının çözümünde bir araya gelmesi, birbiriyle ve bölge halkıyla iletişim kurarak iş birlikleri geliştirmesi elzem görünüyor. Festivaller de böyle buluşmaların gerçekleşebileceği kuşkusuz en etkili alanlardan biri. Bu açıdan Kaş Tiyatro Günleri de gelenek oluşturmaya doğru ilerleyen yapısıyla çok önemli bir yerde duruyor.

Kaş Tiyatro Günleri’nin üçüncü edisyonu, ikisi çocuk oyunu olmak üzere, sekiz tiyatro oyunu, iki söyleşi ve bir atölye ile kapsayıcı bir etkinlikler bütünü sundu. Bu etkinliklerde Antiphellos Antik Tiyatrosu dışında Çukurbağ Köyü’ndeki eski ilkokulun bahçesindeki küçük amfi tiyatro, Eski Şehir’deki barlar ve ara sokaklar, performans ve atölye mekânları olarak kullanıldı. Festivale konuk olan çocuk oyunları, ODTÜ Oyuncuları kökenli oyuncuların oluşturduğu Boş Sahne’nin sahnelediği ÇimidiÇalgıcı Gülali ve AbZU oyunlarıydı. Bu oyunlar sadece tiyatro günlerinin türsel zenginliğini, çocuk seyircilerin de etkinliklerin bir parçası haline gelmesini sağlamakla kalmadı, aynı zamanda Türkiye’de İstanbul dışında düzenlenen tiyatro festivallerinin genel olarak İstanbul’dan oyunları toplayıp götürme alışkanlığının, hatta kolaycılığının dışına çıkarak Kaş’ın, ülkenin farklı bölgelerinde tiyatro yapan ekipleri birbirleriyle ve bölge halkıyla buluşturacak bir merkez haline gelme potansiyelini sınamak için de bir imkân oluşturdu. Kaş Tiyatro Günleri’nin son edisyonundaki yetişkin oyunlarıysa -yine bir Ankara tiyatrosu olan Mek’an Sahne oyunu Dansöz hariç diyeceğim ama o da turneler yoluyla pek çok defa İstanbul’da sahne aldı- İstanbul sahnelerinden aşina olunan oyunlardı. Tek Kullanımlık Hikâye, Annemden Kalan Gül Ağacı Masanın Üzerinde Çaydanlık Beyaz Bir İz Bıraktı, Mahallemiz Eşrafından, Monologlar Müzesi Yuvakimyon ve İki Kent Arasında Bir Bar Masasında oyunları, kimi geçmiş sezonlardan beri kimi bu sezon itibarıyla İstanbul tiyatro ortamında ilgi gören, kendinden halihazırda söz ettiren oyunlar.

Bu nedenle bu yazıda tek tek oyunları değerlendirmeyeceğim, fakat festivalin kürasyonunun düşündürdüğü bir iki küçük noktaya değinmeye çalışacağım. Bahsetmek istediğim ilk konu da biraz ortaya çıkmış oldu aslında, festivalin oyun repertuvarının belirlenmesi. Elbette İstanbul merkezli oyunların festivaller yoluyla İstanbul dışındaki seyircilerle buluşması önemli; fakat bununla sınırlı kalmayıp mümkün olduğunca geniş bir takip ve taramayla farklı şehirlerdeki tiyatrolara da festival kapsamında yer verilmesi, bahsettiğim “çoğulculuk”, “katılımcılık” ve “çeşitlilik” pratiklerinin kurulması açısından daha verimli bir ortam yaratılmasını sağlayacaktır. Oyunların takip ve seçim sürecini kolaylaştıracak yollardan biri, festivalin bağlayıcı bir tema etrafında düzenlenmesi olabilir. Aslında son edisyonun basın bülteninde Tiyatro Günleri’nin teması “Birlikte Yaşam” olarak duyurulmuştu ama açıkçası bu çok genel başlık, festival için bir odak sunmaktan uzak kaldı. Takvimi, organizasyonu, küratörü belirli ve istikrarlı olan bir festivalin, bu avantajını kullanarak her yıl bir tema etrafında şekillendirilmesi, oyunların, atölyelerin, panellerin bu tema çerçevesinde tamamlayıcı-geliştirici etkinlikler olarak planlanması hem festivalin kendine ait bir söz üretmesini sağlayacak hem bu sözün dikkat çekeceği meselelere dair bir tartışma-müzakere ve eylem alanı yaratacak hem de bu sözün yanında durmak, onu desteklemek isteyen çevrelerin, kaynakların da festivalle iş birlikleri kurmasını teşvik edecektir. Hatta gelecek senenin temasının, süren festivalin son gününde duyurulabilmesi, gelecek senenin festival hazırlıklarını da daha odaklı, organize ve katılımcı hale getirebilir. Bu şekilde kazanılan zaman içinde tema çerçevesinde yeni oyunlar dahi yazdırılabilir, festival telif oyun üretiminde teşvik edici bir konum elde edebilir. Bu edisyonda, festivalde hemen önce, Çehov hikâyelerinden uyarlanarak dört gün içinde üretildiği duyurulan “Bar Filozofu” gösterisini bu bağlamda bir örnek olarak düşünmek zor, her ne kadar festivale bir hoşluk katmış olsa da dört günde Çehov hikâyelerinden uyarlanmış bir “oyun” ortaya çıkarmak mümkün değil, aslında gerekli de değil. Fakat bu etkinliğin, festivallerin yeni oyunların yazılmasında ve sahnelenmesinde önemli bir mecra olduğunu hatırlatmış olması önemli. Dolayısıyla belirlenen tema çerçevesinde, belki yerel yaşamın dinamikleri, meseleleriyle de diyalog kuracak, bölge halkını da üretim süreçlerine katacak oyunlar desteklenebilir, yarışmalar açılabilir, bu vesileyle yeni, kolektif çalışma ve üretim alanları oluşturulabilir.

Festivalin diğer önemli bir konusu, festivalin kapsadığı mekânlar. Festivalde oyunların gösterim alanları Antik Tiyatro ile sınırlı kalmayarak özellikle Eski Şehir bölgesine, ağırlıklı olarak bar mekânlarına da yayıldı. Günümüzde kafe, bar, meyhane gibi mekânlarda oyunların sahnelenmeye başladığını görüyoruz. Fakat bu oyunlar genelde seyirci için mekânın kavranışını, deneyimini dönüştüren yaratıcı etkinlikler olarak yapılandırılmıyor, aksine mekânın estetiğinin ve ekonomisinin içine akarak onu besleyen, yeniden üreten bir kanal olmaya yöneliyor. Dolayısıyla bir oyunun tiyatro sahnesinden, mesela bar mekânına taşınmasının, etkinliğin kendisine doğrudan ayırt edici bir nitelik kattığı söylenemez. Mekâna özgü üretilen oyunlar da bu çerçeveye dahil edilebilir, böyle hazırlandığı belirtilen pek çok oyun aslında mekânla doğrudan estetik-politik bir ilişki kurmadan, klasik sahneler dahil pek çok farklı mekânda da sahnelenebilecek oyunlar. Dolayısıyla oyunun tiyatro için düzenlenmiş alanlardan dışarıya taşınması da tek başına pozitif bir değer üretmiyor; oyun ve mekân arasındaki diyalogun nasıl bir estetik-politik söylem-tutum üzerine kurulduğu, oyunun ve mekânın dahil oldukları kitle-tüketim kültürü çarklarını nereye doğru döndürdüğü önemli olmalı. Tiyatro Günleri’nde de ağırlıklı olarak çeşitli barlarda sahnelenen oyunlar izledik. İki Kent Arasında Bir Bar Masasında, barlarda sahnelenmek üzere düzenlenmiş, her defasında seyirci ve mekân dinamikleriyle ilişki kurarak yenilenen bir oyun. Çehov’un Üç Kız Kardeş oyunuyla serbest bir diyaloğa girerken klasiklerin günümüz gerçekliği içinden yeniden yorumlanması konusunda olduğu kadar temsil mekânı olan bar alanının çeşitli imkânlarının verimli kullanılışı açısından gösterdiği yaratıcılık ve “bilinçlilikle” de dikkat çekiyor. Dolayısıyla Kaş Tiyatro Günleri’nin, oyunları Antik Tiyatronun dışına yayma amacına en uygun oyun seçiminin, eğer etkinliklerin asıl olarak barlar odağında gerçekleşmesi planlanmışsa, İki Kent Arasında Bir Bar Masasında olduğunu söylemek mümkün. Fakat yine bu amaç doğrultusunda altı farklı barda sahnelenen Monologlar Müzesi Yuvakimyon için bunu söylemek mümkün mü bilemiyorum. İstanbul’un yaklaşık yüz elli yılının içinde dolaşan, pogromdan askerî darbelere kadar kolektif hafızanın dışında tutulmaya çalışılan felaketlerin yarattığı pek çok travmatik an üzerinde kurulan hikâyelerden oluşan ve mekâna özgü üretilen Monologlar Müzesi Yuvakimyon, İstanbul’daki gösterim mekânlarında, mesela oyunların ilk olarak sahnelendiği Yuvakimyon Rum Kız Lisesi’nde izlendiğinde bu hikâyelerin seyirciyi dahil ettiği tarihsel-politik-estetik deneyim etkileyici, dönüştürücü bir nitelik kazanıyordu. Fakat oyun festivalde, Eski Şehir’de yer alan barlarda sahnelendiğinde seyircilerin Kaş sokaklarında dolaşarak, bar mekânlarını deneyimleyerek oyuna dahil olmaları sağlandı elbette ama içerik ile mekân arasında hiçbir bağ olmadığı için oyunun mekânla bütünlük kurması, seyirci için mekânı farklı görme pratikleri sunması söz konusu olamadı. Asıl mekânlarından yalıtılarak sunulan oyunlar, elbette oyuncuların ve anlatıların kuvvetiyle güçlü bir etki yarattı; fakat bar mekânlarının özel olarak gösterime sağladığı bir şey yoktu. Dolayısıyla Kaş bölgesinin yaşam alanlarına, tarihine, iklimine, coğrafyasına vs. göre üretilmiş veya onlarla uyumlu oyunların seçimi-üretimi, festivalin katılımcılar için sağlayacağı mekân deneyimi ve bilinci konusunda daha geliştirici olacaktır. Aslında Kaş Tiyatro Günleri’nin geçen seneki edisyonunda Kaş Çevre ve Kültür Derneği, Kaş’ta yer alan Genedos Kooperatifi’yle iş birliği yaparak “açıkAlan” başlığı altında, CultureCIVIC Kentler Arası Ağ Geliştirme hibe programı tarafından desteklenen bir programa yer vermişti. Bu program kapsamında Bergama ve Hemşin’in ekoloji ve kültür sanat programlarıyla iş birliğine gidilmişti ve bu bölgelerde yaşayan insanlarla iklim krizi, doğa tahribatı, ekolojik sorunlar üzerine yapılan görüşmelerden üretilmiş video gösterimleri, yerel sanatçıların tasarımları, katılımcı-kolektif bir parkur performansı bulunuyordu. Gelecek edisyonlarda buna benzer programların geliştirilmesi önemli olabilir. Kaş dışından gelen ve Kaş’ta yaşayan, farklı alanlarda çalışan, üreten sanatçılarla bölge halkının yeniden yaratıcı bir diyalog oluşturabileceği koşullar festival vesilesiyle kurulabilir.

Son değineceğim nokta festival kapsamında, yine bir bar mekânında gerçekleşen, panellerdi. Kaş Tiyatro Günleri, Türkiye’de kültür-sanat kamusuna pek çok açıdan katkı verecek konuma, kaynağa ve akla sahip bir organizasyon. Festival kapsamında düzenlenen iki panel de Türkiye’de tiyatronun sorunlarını tartışmak ve çözümlerine dair birlikte düşünmek için önemli alanlar açtı. İstanbul Bilgi Üniversitesi Sanat ve Kültür Yönetimi Bölümünün kurucusu Serhan Ada “Gösteri Sanatlarında Şimdi Neredeyiz? Ya Sonra?” başlıklı konuşmasında tiyatrocuların merkezî ve yerel yönetimlerden bağımsızlaşarak hareket etmelerini önerdi. Tiyatroyu geleneksel mekânlar, formlar ve bağların dışına çıkararak daha özgür ve yaratıcı bir düzleme taşımanın yolunun, tiyatroların bir araya gelebilmelerinden geçtiğini belirten Serhan Ada tiyatronun asıl ihtiyacının, uzun süredir ve sıklıkla dile getirilenin aksine bir tiyatro yasası olmadığını, hukukun sağlıklı işlemediği bir coğrafyada yasa talebinin işlevsiz ve sonuçsuz kalmaya mahkûm olduğunu belirtti. Yasasızlığı savunmak olmasa bile önemsememek, bir hukuk devletinde çok da doğru olmasa gerek, ama bu bir yana, tiyatrocuların destek programları için Kültür ve Turizm Bakanlığı’na, vergi konusunda Maliye Bakanlığı’na, sigorta işlemleri için Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na “bağlı” olduğu bir sistem içinde, merkezî ve yerel yönetimlerden bağımsız hareket etmesi zaten mümkün değil. Üstelik tiyatroların yönetimle kuracağı ilişki bir bağımlılık ilişkisiyle sınırlanmak, tanımlanmak zorunda da değil; elbette bunun bilincinde olarak ama yönetimlere sanatın ve sanatçının desteklenmesi konusundaki anayasal sorumluluklarını hatırlatacak, onlardan kültür-sanat alanındaki tasarrufları, ilişkileri konusunda şeffaflık ve hesap verebilirlik talep edecek bir kamusal bilinç-davranış da tiyatrolar tarafından yaratılabilir, yaratılmalıdır. Buna paralel olarak tiyatrolar farklı hedefler ve yapılanmalarla örgütlenebilir, seyirciyle ve birbirleriyle kurduğu bağları kuvvetlendirebilir, büyük prodüksiyon tiyatrolarıyla ödenekli tiyatroların kuşattığı piyasalaşmış-devletleşmiş tiyatro ortamında farklı tiyatro ekiplerinin, biçimlerinin var olabileceği bir alanın yaratılması için iş birlikleri kurabilir. Bu durum festivaller için de geçerli. Ada, sadece Fringe, Bergama ve Kaş festivalleri arasında bir iş birliğini önerse de Türkiye’de Borçka’dan Diyarbakır’a, Muş’tan Bursa’ya, Gaziantep’ten Çorlu’ya, Van’dan Ankara’ya farklı bağlamlarda ulusal-uluslararası onlarca tiyatro festivali düzenlendiğini biliyoruz. Bu festivallerin çoğu da Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Zerrin Yanıkkaya’nın, “Merkezden Uzak, Seyirci Yakın mı? Tiyatro Festivalleri, Sorular ve Arayışlar” başlığıyla yaptığı konuşmada kendi deneyimlerinden de hareketle işaret ettiği gibi zorluklarla, zaman zaman sınırlamalar ve yasaklarla boğuşmak zorunda kalıyor. Bu noktada Zerrin Hoca’nın ortak bir tiyatro festivalleri portalı oluşturulması önerisi çok değerli. Tüm tiyatro festival organizasyonları arasındaki diyalogu sağlayacak bir portalın tesis edilmesi; ortak-farklı sorunların tanımlanması, çözülmesi, çeşitli dayanışma ve iş birliği alanlarının yaratılması için önemli bir adım olabilir. Bununla birlikte portal, farklı oyunların farklı bölgelerde seyirciyle buluşması, organizasyonların verimliliğinin ve festivallere katılımın artırılmasına katkısı olabilecek biçimde festival takvimlerinin düzenlenmesi için dahi önemli bir zemin kurabilir.

Kaş Tiyatro Günleri estetik ve operasyonel aklı, yerel dinamikleri ve özverili, çalışkan, yaratıcı ekibi ile kendi sınırlarını aşan bir potansiyeli barındırıyor. Gelecek edisyonlarla gelişeceği aşikâr olan bu potansiyelle Kaş Tiyatro Günleri’nin Türkiye’de tiyatro ortamına, festival anlayışına ve pratiklerine de önemli değer katacağını umuyorum.

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Esra Dicle

Yanıtla