Tiyatro, Politik Bir Meydan Okumadır; Kadından, Kediden Korkmayan Neuzubillah Kâfir Olur!

Pinterest LinkedIn Tumblr +

[Ebru D. Dedeoğlu’nun T24‘te yayımlanan ve Deniz Türkali ile yaptığı söyleşinin bir kısmını okurlarımızla paylaşıyoruz.]

“Direnmek için umutlu olmaya ihtiyacımız var. Direnmek için gülmeye ihtiyacımız var. Direnmek için âşık olmaya, sevmeye, dostluklara ihtiyacımız var”

Deniz Türkali, hayatı sadece yaşamamış, dönüştürmüş bir kadın. Sahneye adım attığı ilk andan itibaren bir direnişçi, bir âşık ve kendine sadık bir özgürlük savaşçısı olarak varlık göstermiş. 2017 yılında Doğan Kitap’tan yayımlanan, Murat Çelikkan’ın kaleme aldığı Daha Dans Edicem kitabı, bu eşsiz hayatın sayfalara dökülmüş hali. Ancak bu kitap bir biyografi olmanın ötesinde, yaşama duyulan aşkın, baskıya ve acıya karşı direnişin ve sanatla yeniden inşa edilen bir dünyanın hikayesi.

Deniz Türkali, hayata zekâsı, cesareti ve kahkahasıyla meydan okuyan bir kadın. Onunla sohbet etmek, anılarını dinlemek ve kahkahalarına eşlik etmek benim için her zaman büyük bir şans oldu. T24 ofisinde gerçekleştirdiğimiz söyleşi de bu anlamda farklı değildi; kahkahalar sohbetimizin ritmini, öğretileri ise zihnime kazınan bir yaşam dersi oldu. Kadınlık halleri, annelik, kadın olma olgusu ve sanatın muhalif gücünü konuşurken, Türkali’nin mizahi ve keskin dili bir kez daha büyüledi. “Kadınlar, kahkaha ve neşeyle direnişin en büyük gücüdür,” derken, kahkahanın egemen sistemleri nasıl sarstığını mizahi bir dille şöyle anlattı: “Kadından, kediden korkmayan neuzubillah kâfir olur!” ?

– Hayatınız boyunca hem bir kadın, bir anne, bir eş, bir sanatçı, hem de bir feminist olarak pek çok kimlik taşıdınız. Peki, bu kimlikler bazen birbiriyle çatıştı mı? Bir kimliği diğerine tercih etmek zorunda hissettiğiniz anlar oldu mu? Sizi en çok zorlayan ama aynı zamanda en çok güçlendiren bu çatışmaların hayatınızdaki yeri nedir?

Ebrucum zor bir soru bu. Neden dersen annelik ya da eşlik durumunun bir kimlik olduğunu düşünmüyorum. Bunlar yaşam içinde girdiğimiz haller ama kimlik değil. Annelik ve eş olma halinin, feminist olmamla elbette zaman zaman çelişkileri oldu ama olumlu yanı da oldu. Zeynep dünyaya geldikten sonra daha çok kadın olma haliyle hesaplaşmaya ya da bu konuda düşünmeye başladım. Tabii bir çelişki de annelik meselesini nasıl algıladığımızla ilgili. Aynı durum eş olma halinde de var. Bu meseleye nasıl bakıyorsunuz dersen; Zeynep’e sorarsan ben çok iyi bir arkadaşım ama onun annelik tasavvuruna uymuyorum.

– Ama çok iyi bir anneanne olduğunuz kesin.

Valla bilmiyorum Ceren’e de sorarsan, “Hayır, o anneannem değil, Denizella” der. Onun için annem, anneanneydi. Ben onun için de çok iyi bir arkadaşım. Bu durumu biraz da bilinçli olarak tercih ettim. O kalıplaşmış, beklenen annelik nedir, annelikten ne beklenir halleri beni çok kesmiyor açıkçası. Her zaman çok iyi arkadaş olmak istedim ama galiba Zeynep’in haklı olduğu bir yer var. “Arkadaş edinebilirsin ama anne denilen şeyin yeri ayrı.” Ben de annemle çok iyi arkadaştım, ancak annem olarak çok farklıydı. Bunu beceremedim.

– 2017 yılında yayımlanan “Daha Dans Edeceğim” kitabından konuşalım. Çok sevmeme rağmen yerini tam olarak bulamadığını düşünüyorum. Sadece biyografi değil, aynı zamanda bir dönemin, günlük tarihin özeti adeta. Ne düşünüyorsunuz?

Ben de öyle düşünüyorum. Çok önemli bir kitap. Tabii şöyle bir durum var Ebru. Herkes kitabımı okuduktan sonra ne kadar ilginç bir hayatım olduğunu söylüyor. Haklılar da ancak ben bu hayatı yaşarken ne ilginç bir hayat diye hiç düşünmedim. Sadece yaşadım.

– Bugün yazılsa kitapta değişiklikler olur muydu?

Tabii. Murat’la bugün yazsaydık kitabı kaçınılmaz olarak farklı olurdu. Yedi yılda çok şey değişti. İnsanın kendisi bile değişiyor.

“Savaşa karşı sanatın tavrı olacak ve sanat hep direnecek”

– Şu anda “Yedi Yahudi Çocuk” adlı bir oyun oynuyorsunuz. İtiraz tiyatrosunun çok iyi örneklerinden biri olan oyunu anlatır mısınız? Sizi sahnede izlerken hayranlıktan dondum kaldım.

Çok teşekkürler Ebrucum. 7 Yahudi Çocuk oyununu bu günlerde farklı yerlerde oynuyoruz. Emek Sahnesi’nde ve House of Performance Bakırköy’de şimdilik. Dolaşıyoruz. Gazze için yazılmış bir oyun, İngiliz tiyatro yazarı Caryl Churchill’in 2008-2009 yıllarında Gazze’ye düzenlenen İsrail saldırısına yanıt olarak yazdığı altı sayfalık, 15 dakikalık bir oyun. Bir direniş ve muhalif oyun. 15 dakikanın sonunda Metin Bala’yla birlikte seyirciyle konuşuyoruz. Olağanüstü güzel bir oyun. Bu oyun İsrail’de de savaşın göbeğinde oynanmış. 2024’te de İsrail’de sokak tiyatrosu olarak oynanıyor. Çok ilginç, demek ki diskurlar değişebilir ama haksızlığa, zulme, savaşa karşı sanatın tavrı olacak ve sanat hep direnecek. Direnmeyen olmaz mı? Olur. O da politik tiyatro. Ama başka bir politikanın tiyatrosu.

– Oyun dünyadaki örneklerinden farklı olarak tek kişilik değil mi?

İsrail’de oynanan sokak tiyatrosu yedi sekiz kişilik ama biz burada tek kişilik yaptık. Çok daha vurucu oldu bence. İzleyen herkes de aynı şeyi söylüyor. Böyle bir tiyatronun içinde olmak beni çok iyi hissettiriyor. “2024’te muhalefet, direniş nasıl olur?”un cevabı aslında. Bir tür, bir ucundan, küçücük bir ucundan tutma hali. Bizim gibi bir sürü aktivist, itiraz oyunu var. Mutlaka seyredilmeli. Kendi oyunumu tabii ki önce söyledim. İnsanların gelip görmesini istiyorum. Gerçekten muhalefetle derdi olan, tiyatroda muhalefet nasıl oluyor diye düşünen, bu meseleyi kafaya takan insanların gelip görmesi gerekir.

– Oyun ücretsiz…

Evet, bu oyunda seyirciden para almıyoruz. Biz kendimiz de para almıyoruz. Tiyatro da para almıyor. İsteyen izleyici Gazze’deki tıbbi yardım için bağışta bulunuyor. Müthiş. Çok önemli buluyorum.

“Sahnede bir sürü başka kadın oynuyorsun, kendinden bir duygu katıyorsun”

– Kadın olmanın zorluklarını hayatınızın her döneminde hissettiğinizi söylüyorsunuz. Ancak tiyatro ve sanat, bu zorlukları avantaja çevirdiğiniz bir alan oldu mu? Sahnedeki kadınlık deneyiminiz, gerçek hayattaki kadınlığınızla nasıl bir bağ kurdu?

Valla bilmiyorum. Sahnede oynadığım kadınlarla kendi hayatımdaki kadın, yani ben çok farklı insanlarız. Sahnede bir sürü başka kadın oynuyorsun, kendinden bir duygu katıyorsun. Sende olanın dışında hiçbir şey olmaz sonuç olarak. Kimi oynarsan oyna. Taklit yapmıyorsan eğer. Kaldı ki taklit de yapıyorsan kendi malzemenle yapıyorsun.

– Avantajı oldu mu?

Avantaj dediğimiz şey biz nasıl kullanıyorsak ona bağlı aslında. Yani bir avantaj oldu mu hiç düşünmedim bu soruyu. Tiyatroda çalışmak, tiyatro oyuncusu olmak bir avantaj mı, sanmıyorum. Gelişmemde bir katkısı kuşkusuz olmuştur.

“Hayatın gülümseyen yüzüne, aydınlık yüzüne bakmamız gerekiyor”

– 12 Eylül’ün etkisinin sürdüğü günlerde sahnelediğiniz “Küçük Sevinçler Bulmalıyım” oyununda, baskıcı dönemlere rağmen gülümsemenin ve küçük sevinçlerin bir direniş biçimi olduğunu vurguladınız. Mizah ve gülümseme sizin için toplumsal direnişin en güçlü araçlarından biri midir? Bu yaklaşım sanatınıza ve yaşamınıza nasıl yansıdı?

Kesinlikle. Şimdi iki şey var. Biri mizah ve tabii ki kahkaha muhaliftir. Muhalefettir. Olağanüstü bir direniştir. Öte yandan “Küçük Sevinçler Bulmalıyım”da şöyle bir durum var: Direnmek için umutlu olmaya ihtiyacımız var. Direnmek için gülmeye ihtiyacımız var. Direnmek için âşık olmaya, sevmeye, dostluklara ihtiyacımız var. Hayatın gülümseyen yüzüne, aydınlık yüzüne bakmamız gerekiyor. Direnmek için sadece kendimiz gülelim oynayalım değil. Ama eğlence de bir direniş biçimi olmalı. Eğlenirsek eğer, eğlenerek direnirsek karşımızdakini silahsız bırakırız. Ve bu çok önemli bir detay diye düşünüyorum. Yani kadın olmanın özelliği de bu. Kadın hareketlerine dikkat et. Ne kadar eğlenceli değil mi? Hiç öyle bir asık suratlı, asıcaz, kesicez diyen kadın direnişçi var mı? Hayır, kahkaha, soyunma, gülme. Karşındakiyle alay etmek, onu komik duruma düşürmek. E tabii deliriyor erkek dünyası buna. Hani hep soruyoruz ya, “Kadınlardan niye korkuyorlar?” diye. E korkmakta haklılar. Çünkü bizden neşemizi, aşkımızı, sevgimizi, dünyayı kucaklamamızı, iyi şeylerle kendimizi ifade etmemizi alamazlar. Erkekler dünyası, bu iktidarlar dünyası, iktidarcıklar bunu kaldıramazlar. Küçücük bakkal iktidarından tut, tepedeki devlet iktidarına kadar. Evet, kadınlardan korkmakta haklılar. Korkmaya da devam etmeliler. Hep onu diyorum “kadından, kediden korkmayan neuzubillah kâfir olur!!:))”

Devamı için tıklayınız.

Paylaş.

Yanıtla