Fuldem Özkan
Amy Hustoy, bu sezon Boyoz Akademi’nin sahnelemeye başladığı, bir trajikomedi. Geçtiğimiz yıl da, komedi ve gerilim türüne ağırlık veren ve seyircisinden beğeni toplayan ekip, yeni bir kadın hikayesiyle açıyor perdelerini.
Oyunun yazarı ve yönetmeni Bülent Aydoslu, geçtiğimiz sezon yine bir kadın öyküsüne dikkat çekerek, Cani’yi kaleme almıştı. Toplumsal farkındalık yaratmak ve bir toplum eleştirisi yapabilmek adına görülüyor ki bu yolda yürümeye devam ediyor.
Amy Hustoy, çoklu kişilik bozukluğuna sahip genç bir kadının başından geçenleri anlatıyor. Amy, 7 yaşında bir çocukken, terk edilir ve bir göl kıyısında hayatını değiştirecek trajedinin ilk gününü yaşar. Yıkıcı etkisiyle hayatını alt üst edecek bu büyük travma, onda kişilik bölünmesine neden olacaktır. Hepsi birbirinden ilginç, biri Danimarkalı bir Müslüman, öteki 7 yaşında bir kız çocuğu, bir diğeri İngiliz fahişe ve ergenlik çağındaki William.
Bülent Aydoslu’nun, Chris Sizemore, Shirley Ardell Mason ve Mary Reynolds gibi dünyaca ünlü çoklu kişilik bozukluğu hastalarının psikoanalist raporlarından esinlenerek yazdığı oyunda Amy Hustoy, yüksek zekaya sahip bir kadın olması sebebiyle psikanalistlerin işini oldukça zorlaştıran ve kendi öyküsüyle aslında bir biçimde örselenmiş, terk edilmiş, istismara uğramış kadınların yaşadıklarına ayna tutmak görevini üstleniyor. Akıl hastanesine gitmesi gereken gerçekte kimler sorusunun irdelendiği; aile, sevgi, güven gibi kavramların mercek altına alındığı oyunda, hipnotizma uzmanı profesör Daniel Holdernic ile Amy ve “diğerlerinin” zaman zaman güldüren, düşünmeye sevk eden çekişmeli hâllerini seyrediyoruz.
Amy Hustoy rölünde, Buse Sevindik’in oldukça başarılı performans sergilediği oyunda, Profesör rolünde Bülent Aydoslu ve ayrıca Onur Çimen, Kemal Alkan, Ferhat Mete ile Beste Dalkıran rol alıyor. Afiş tasarımı Gökhan Yılmaz’a, müzikler ise Tutku Yıldırım’a ait. 1977’de geçen oyunun, dekor ve kostüm uygulamasının döneme ve karaktere uygunluğu göze çarpıyordu. Rol değişimlerinde karaktere kolaylık sağlayacak ufak eklemelerle seyirci algısında değişimin takibini kolaylaştıracak çözümler bulmuşlar. Seyirciye oyun öncesinde dinletilen müzik de dönemin moda beğeni anlayışını sunması ve oyun öncesi seyirciyi hazırlamak açısından iyi düşünülmüş bir ayrıntı. Oyun anonsunun farklı kişiliklerce seslendirilmiş olmasını da yine, illüzyonu sağlamak, merak uyandırmak açısından doğru yapılmış hamleler olarak değerlendirmek mümkün.
Ancak, belirtmek gerekir ki, çoklu kişilik bozukluğu gibi, son derece kapsamlı, üzerinde titiz çalışılması gereken, çok katmanlı bir psikolojik hastalıktan yola çıkılarak yazılan metinlerde; hastalığı, bulgularını ve tedavi sürecini iyi tanımak gerekiyor. Bu nedenle de aslında böyle metinler büyük riskler de taşımaktadır. Örneğin, bir kişilik diğerine bir tetikleyici ile geçer; oyunun başında bu bağıntıyı yazar, sigara ile kurmuştu ancak devamında unutuldu. Veya genellikle kişilikler birbirlerinden habersizlerdir, o sebeple hastalığın tanısının konulması bazen yılları bulabilir; kişiliklerin “birbirlerine rastlamaları” belki “kendini bulma” öykülerini sıkça gördüğümüz post modern’de sivrilmeyecektir ancak gerçekçi bir oyunda su kaldırır mı? Veya tedavi süreci ilk muayenenin başladığı 9 Nisan 1977’den son muayenenin olduğu 11 Nisan 1977 aralığında, – hipnoz mucizevi etki yaratsa bile – büsbütün iyileşmeyi sağlayabilir mi?
Amy Hustoy, sonuç olarak söyleyecek sözü olan, didaktiğe kaçmadan farkındalık yaratmayı başaran izlenesi bir oyun. Gerek mekân, gerekse teknik bazı sorunlarla mücadele etmelerine rağmen, tiyatro sanatına olan derin sevgi ile var gücüyle çalışan Boyoz Akademi’nin emeğine sağlık…