Münasebetsiz Bir Rastlantı

Pinterest LinkedIn Tumblr +

   Fuldem Özkan

Oyun yazarı, yönetmen ve senarist Francis Paul Veber’in yazmış olduğu, Münasebetsiz adlı tiyatro oyunu, 2023 – 2024 sezonunun ardından, sahnelerin açılmasıyla yeniden seyircisine kavuştu. Şarkılar Susarsa (1993, Tiyatrokare), Salaklar Sofrası (?, Dormen Tiyatrosu, 2014 – 2015, 2016, Trabzon D.T.) gibi yapıtlarıyla seyirci tarafından tanınan yazar, oyunlarının önemli bir kısmını sinemaya da uyarlamıştır.

Münasebetsiz kısaca; farklı sebeplerle aynı otele gelip, birbirine komşu odalarda konaklayan Pignon ve Ralph ekseninde gelişen olayları konu edinmektedir. Fransız tiyatro geleneği olarak, komedilerin çoğunda “Pignon” beceriksiz bir tip olarak karşımıza çıkarken, “François Perrin” zorba olanı temsil etmektedir. Bu tiplerin bir araya gelmesiyle oluşan komedi unsuru; yanlış anlamalar, sakarlıklar, abartılı tesadüfler vb. ile kendini gösterir. Bu açıdan bakıldığında diyebiliriz ki Münasebetsiz, bir fars örneği olarak çıkıyor karşımıza. (Nitekim yazar, benzer fars tiplerinden yararlanmayı seviyor. Bkz, Salaklar Sofrası.) Otelin tam karşında bulunan Adalet Sarayı’na o gün gelecek olan devlet başkanını öldürmek için görevlendirilmiş tetikçi ile aynı olayı fotoğraflamak bahanesiyle, kendisini terk eden karısını görmek için şehre gelmiş olan adamın kesişen hikâyeleriyle… Metinde yararlanılan önemli ikilikler sadece komediye değil, esas alınan meseleye de hizmet etmesi açısından önem taşıyor düşüncesindeyim: Biri, soğukkanlılıkla öldüren bir tetikçi, diğeri karısı tarafından terk edildiği için ölmek isteyen bir fotoğrafçı. Oyun bir bakıma, ölüm – yaşam, öldürmek – yaşatmak ikiliklerini sevgi ve güven duygusunu merkeze alarak inceliyor.

İzmir D.T.’nda Cengiz Toraman rejisiyle sahneye konan oyunda, oyunun künyesinde “garson” olarak bahsi geçen, aslına bakılırsa “kat görevlisi” denilmesi bence daha uygun olan kişinin başlattığı bir ön oyunla açılışın yapıldığını görüyoruz. Sahneye, elinde bir çöp kovası ve peluş köpekle çıkan kat görevlisi, hikâyenin kahramanlarını birer birer karşılarken aslında, onların karakter özelliklerine dair de bilgi veriyor. Bu sözsüz oyunda, örneğin Pignon’un korkak ve pimpirikli bir adam olduğunu daha ilk baştan anlamış oluyoruz. Ya da karısı Louise’in elinden eksik etmediği kırbacın oyundaki karşılığını. Münasebetsiz, son oyun ile selamlıyor seyircisini aslında: Hikâyenin metnin dışında devam edecek olan, olası tarafına dair muzip bir ayrıntı olarak.

Ancak bana kalırsa, metinde oyunun başından itibaren üzerine bir kara bulut gibi çöken ciddi bir sorun varsa o da, metnin inandırıcılıktan uzak ve tutarsız oluşuydu. Bu durum, oyunun neredeyse üçte ikilik kısmının sıkıcılığa varan, oyunun işleyişini bozan sorunlarla karşılaşmasına neden oluyor. Oyunun genelindeki bu sarkmayı, oyuna sonradan dâhil olan “ruh doktoru” gülünçlükleriyle örtmeyi başarabilse de, yeterli mi? Örneğin; kat görevlisinin, içeride müşteri varken elindeki anahtarla sürekli odalara girip çıkması, üzerine vazife olmayan olaylara dâhil olup bir müşteriyi diğerine, “bakmakla yükümlüymüş gibi”  emanet etmesi, hatta isteği gerçekleşmeyince müşteriye hesap sorması pek de akla mantığa uygun değil. Yine, kiralık katilin yan odadaki başka müşteriyle ilgilenmeye mecbur kalmasının tek gerekçesinin “polise yakalanmak” olarak açıklanması da, tatmin etmeyen başka bir mesele. Çünkü olay, doğrudan onu ve onun odasını ilgilendirmiyor. Aksine, polisi ısrarla istemiyor oluşu kuşku uyandıracağından neden kendini sorumlu hissetsin? Öyleyse, tetikçinin (Ralph), fotoğrafçıya (Pignon) olan zaafının duygusal ve inandırıcı bir gerekçeye ihtiyacı var. Ciddi bir dramaturji eksikliğinden söz etmek mümkün hâliyle. Ya da Pignon ve karısı Louise arasındaki ilişkinin çarçabuk tatlıya bağlanması ve bunun tek sebebinin Pignon’un psikiyatrist Wolf’un kafasında vazo kırmış olması eylemine bağlanan, “ben artık değiştim,” sözü ile gerekçelendirilmesi; abartının ötesine geçilen, absürt olanın saçma olandan ayrılması gerektiği düsturunu hatırlatan önemli ayrıntılardan biri, düşüncesindeyim. Tutarsız, acele değişim oyunda inandırıcılığı bir de bu açıdan sekteye uğratıyor.

Oyunun önemli ve takdire şayan taraflarından biri ise, dekor tasarımıydı kuşkusuz. Sahne plastiğinin iyi kullanılması; iki farklı dünyayı ayıran yan duvarın kasıtlı olarak yıkılması, planları yerle bir olan iki tarafın durumunu ve aralarında sonradan oluşacak bağı iyi özetliyordu.  Rejinin yakaladığı bazı sahne fotoğraflarının duygu ve durum temsili açısından başarılı olduğunu söyleyebilirim. Dikkate değer bir an olarak: “Bir insanı ölümden kurtarmak bu kadar zor bir şey mi,” sözünün fotoğrafı bence oyunun belkemiği. Ancak, fars oyunculuğu konusunda başa dert sayılabilecek ölçüde yapmacık olmak meselesi oyunda önemli ölçüde kendini gösteriyordu.  Ödenekli ve köklü bir tiyatronun tüm imkânlarıyla sahneye bir fars koymayı tercih etmesi, olası tehlikelerinden de sıyrılmayı bilmesi demektir oysa. Fakat son çeyrekte yakalanan komedinin, seyirciye bu detayı hoşgörüyle karşılatıyor olması, meseleyi hasıraltı etmeli mi? Denilebilir ki Münasebetsiz, sevgi duygusunun insan hayatındaki yerini, koşulsuz sevginin insanı nasıl değiştirebileceğini, güven duygusunun insana kattıklarını ve öze ulaşmanın yolunu sorgulatan değerli bir yapıt olarak bu sezon da seyircisinin karşısında.

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Fuldem Özkan

Yanıtla