Editörden
Geçen sezonu ekonomik kriz, baskı ve yasaklamaların gölgesinde kapatmıştık. Tiyatro sezonu bu kez kadın ve çocuk cinayetlerinin ağırlığıyla açılıyor. 2024 yılında katledilen 297 kadın ve kız çocuğundan biri olan Narin’in ardından, İstanbul’da Ayşenur ve İkbal’in vahşice öldürülmesi, yıllardır biriken öfkeyi katmerledi. Kadınlar öldürülmeye ve tacize karşı seslerini duyurmak için pek çok şehirde sokağa çıkıyor. 6284 sayılı kanunun uygulanması, İstanbul sözleşmesine geri dönülmesi, cezasızlığın önüne geçilmesi yönünde haklı talepler dile getiriliyor. Devlet ise her alanda olduğu gibi bu konuyu da baskı ve yasaklama ile çözeceğine inandığından olsa gerek, kadına yönelik şiddeti önleme adımları atmak yerine yine bazı sosyal medya platformlarını yasaklamakla yetiniyor. Kadın sanatçılar da katıldıkları etkinliklerde, verdikleri konserlerde tepkilerini ortaya koyuyor.
Tiyatro gündemleri arasında ise Devlet Tiyatroları ile ilgili tartışmalar var. Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Tamer Karadağlı’nın bir söyleşide sarf ettiği “Lale devri bitti, çalışmayan istifa etsin” sözleri tepkiyle karşılandı. Devlet Tiyatroları Sanatçıları Derneği (DETİS) yaptığı açıklamada yoksulluk sınırına yakın çalışan sanatçılar için hiçbir zaman Lale devri olmadığını, Karadağlı’nın kurumdaki herkesi töhmet altında bıraktığını ve çalışanlarını rencide ettiğini belirtti. Kültür Emekçileri Sendikası ise genel müdürü eleştirerek makamının sorumluluklarını hatırlattı. Kanunla sabit olduğu üzere, DT bünyesinde çalışan oyuncular “sanatkâr memur” statüsünde ve tabi oldukları sözleşmeye göre kendilerine verilen her türden rolü ve görevi üstlenmekle yükümlüler. Genel müdürün işleyişteki sorunların kaynağı olarak oyuncuları göstermesi kabul edilebilir türden değil. Bu sözlere tepki gösteren DT oyuncularından biri olan Gaye Filiz Alacacı, konuyla ilgili yazılan bir eleştirinin altına “Açık hava tiyatroları, belediye salonları bedava. Oyna, 40 kişi gelsin sonra istatistiğe 4 bin kişi yaz” yorumunu yazdı. Alacacı bunun ardından Genel Müdürün Özel Kalem Müdürü tarafından görüşmeye çağrıldığını, genel müdür danışmanının kendisini 3 saat alıkoyduğunu, bu sorgulama sırasında telefonuna da el konduğunu ifade ederek 3 kişi hakkında suç duyurusunda bulundu. Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü ise bu konu hakkında soruşturma başlattığını duyurdu. Basında oyunculara yönelik sözlerinden dolayı Karadağlı’yı eleştirdiği için “sorgulandığı” ön plana çıksa da, DT oyuncusu aslında daha kritik bir iş yapmış, yeni genel müdürün aynı söyleşide “son bir yılda tarihi rekor kırdık” diyerek övündüğü seyirci sayısı istatistiklerini şaibeli duruma düşürmüş ve DT’nin işleyişini açık etmişti.
DT’nin gündeme gelmesine sebep olan vakalar bununla sınırlı değil. Mayıs ayında Ankara Devlet Tiyatroları bünyesinde oynayacağı duyurulan, Okan Bayülgen’in yazdığı ve yönettiği “Drakula” oyunu, prömiyere günler kala sessiz sedasız iptal edildi. Aynı oyunu Okan Bayülgen önümüzdeki ay kendi yapımcılığında sergileyecek. Ankara DT ise Karadağlı’nın başrolünde olduğu bir Drakula versiyonunu Ocak ayında oynayacak. Dışarıdan hizmet alımı usulü ile yaptırılan bu oyunun anlaşmasının neden bozulduğu, son dakika iptali nedeniyle ne kadar bütçe zararı olduğu muamma. Konu TBMM gündemine de taşındı ve DT bünyesinde 3150 yerleşik personel olmasına rağmen neden dışarıdan hizmet alımı yapıldığı soruldu. DT ile ilgili ayrıca, tanıtım işlerinde adrese teslim hizmet alımları, genel müdür isteğiyle pahalı ve son model makam araçları alınması gibi usulsüzlük iddiaları da mevcut.
Arka planda hâl böyleyken elbette en kolayı halkın öfkesini oyunculara çekmek. Devletin tüm kurumlarına sirayet eden bu eğilimlerin, doğrudan hükûmet atamalarıyla yönetilen Devlet Tiyatrolarından uzak durmasını beklemek belki tuhaf olurdu. Bu işleyiş pek çok açıdan tartışmalara gebe olsa da ısrarla sorulması gerekiyor: Bu kaynaklar tiyatrocuların kullanımına ne kadar açık? Örneğin DT yönetmeliğinde, miadı dolan dekor, kostüm ve aksesuarların imha, hibe veya satış yoluyla elden çıkarılacağı belirtiliyor. DT faaliyetleri arasında ise bu malzemelerin okul, sivil toplum kuruluşu ve kamu yararına çalışan derneklere verildiği yazıyor. Peki bu konuda özel tiyatrolarla nasıl bir ilişki kuruluyor, “kamu yararına çalışan dernek” olmadıkları için tiyatrolar hibelerde liste dışı mı kalıyor? Veyahut, özel tiyatroların ekonomik krizin pençesinde salon kirası/bilet fiyatı/seyirci sayısı hesaplarıyla boğuştuğu bir dönemde DT salonları bu tiyatrolara neden açılmıyor? Özel tiyatrolara devlet desteğinin çok sınırlı ve keyfi bir şekilde yapıldığı bir ortamda tiyatroculara sunulacak her kaynak şüphesiz önemli ve değerli.