[Eray Özer’in T24’de yayımlanan yazısını okurlarımızla paylaşıyoruz.]
Devlet Tiyatroları’nın Instagram sayfasında son bir ayda genel müdür Tamer Karadağlı’nın olduğu tam 17 içerik paylaşılmış. Ekim ayına kadar normal işleyen hesapta ne hikmetse ekimle birlikte içerikler değişmiş, üstelik gönderiler de yoruma kapatılmış
Bir arkadaşım aradı.
“Devlet Tiyatroları’nın Instagram hesabını gördün mü” dedi.
“Yooo” dedim. Takip de etmiyordum.
“Hesap Tamer Karadağlı hesabı olmuş” dedi.
Instagram’da Devlet Tiyatroları’nın hesabına bir girdim ki…
Girmez olaydım.
Son bir ayda paylaşılan 32 gönderiden 17’sinde Genel Müdür Tamer Karadağlı var.
Tamer Karadağlı açılışta… Tamer Karadağlı televizyon röportajında… Tamer Karadağlı misafir ağırlamış… Tamer Karadağlı misafir olmuş… Tamer Karadağlı oyun izlemiş… Tamer Karadağlı prova izlemiş…
Devlet Tiyatroları’nın Instagram hesabında yer gök Tamer Karadağlı.
Üstelik bu ayın başına kadar böyle de değilmiş.
Eski gönderilere bakınca hesabın ekim ayına kadar olması gerektiği gibi yönetildiğini görüyoruz.
Gönderilerde şehirlerin tiyatrolarından, oyunlarından kareler var. Çeşitli oyunların katıldığı festivallerin bilgisi var. Oyunlara dair bilgilendirmeler var.
Arada bir yine Tamer Karadağlı’ya rastlıyoruz ama hadi o kadar olsun.
Ekim ayıyla birlikte bu durum değişmiş, oyunlar azınlığa düşmüş, yere göğe Tamer Karadağlı gelmiş.
Sanki birileri hesabın yöneticilerine fırça atmış gibi…
Sanki biri çıkıp demiş ki, “Koskoca Devlet Tiyatroları’nın hesabında nasıl olur da koskoca genel müdürümüz sadece arada bir paylaşılır? Bundan sonra hep genel müdür, arada bir tiyatro paylaşılacak!”
Sanki bunun üzerine emir alınmış, hatta belki hesabın yönetimi el değiştirmiş ve DT’nin hesabının Tamer Karadağlı’nın kendi hesabından daha bir Tamer Karadağlı hesabı olması görevi itinayla yerine getirilmiş.
Bir tiyatronun genel müdür olsam sosyal medya hesabımızda değil arka arkaya 17 tane, ayda bir tane bile kravatlı resmi görünümlü insan olsun istemem.
Hele elimde pırıl pırıl bir sahnede, şıkır şıkır kostümlerini giymiş onlarca aktörün enfes kareleri varsa…
Bir de tüm gönderileri yoruma kapatmışlar. O da olacak iş değil.
Vatandaş belki oradan soru sorar. Misal “Filanca oyun şehrime gelecek mi” der, “Falanca oyunun biletleri ne zaman satışa çıkacak” der.
Gönderilerin altına artık ne yazılmasından korkuyorlarsa, tüm gönderiler yoruma kapalı.
Devlet Tiyatromuz bugün resmi olarak 75 yaşında.
16 Haziran 1949’da Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olarak kuruldu.
Fakat ondan önce Tatbikat Sahnesi’nin geçmişi 1930’ların ortalarına uzanıyor.
Daha da öncesinde İstanbul sahnelerinden başlayan bir tiyatro geleneğimiz var.
Darülbedayi’nin kuruluş tarihi 1914.
Darülbedayi bir konservatuar olarak kuruldu, İstanbul Şehremini’nin himayesinde bir süre iç tartışmalarla kapanıp açıldı ve nihayet 1931’de İstanbul Belediyesi’ne bağlanarak bugünlere Şehir Tiyatrosu olarak geldi.
Bizim tiyatromuzun temellerini aslında Ermeni aktörler inşa etmişti.
Mardiros Mınakyan, Güllü Agop, Fasülyeciyan, Eliza Binemeciyan, Kınar Sıvacıyan…
Bizde bir kesim Ermeni “alerjisi” nedeniyle genelde hep Afife Jale üzerinden kadın ve tiyatro konuşmayı sever ama mesela Eliza Hanım yaşadığı dönemde bir stardı.
Sokakta yürüyemeyecek kadar tanınır ve sevilirdi.
Mükemmel Türkçe konuşurdu, Darülbedayi’nin çalkantılı zamanlarında yöneticilik de yapmış olması, o zamanın kurucu heyetinde yer alması nedeniyle de ayrı bir öneme sahipti.
Hatta 1922’de yine Darülbedayi’nin dağılmak zorunda kaldığı bir ara, tiyatrolarına isim ararken “Türk Tiyatrosu” ismini de yine Eliza Hanım önermişti.
Bu isimlere zamanla Muhsin Ertuğrul, Ahmet Muvahhit, Bedia Muvahhit, Neyyire Neyir, Vazfi Rıza Zobu gibi isimler katıldı.
Afife Jale sahneye çıkan ilk Müslüman ve Türk kadın oyuncu olmasına rağmen bu kadroya maalesef eşlik edemedi. Parlak başlayan kariyeri acılarla, bağımlılıklarla sekteye uğradı.
Aslında uzun ve başka bir yazının konusu ama tiyatromuzun kuruluşunda da bir “yerli ve milli” tartışması yatar.
Milli Mücadele döneminde tiyatroyu bir propaganda aracı olarak gören kadrolar milli duyguları öne çıkarak, yerli oyunların sahnelenmesi için ısrarcı olurlar.
O dönemin tiyatro çevrelerinde yer alan Reşat Nuri uyarlama oyunların sergilenmesini sert bir dille eleştiren yazılar kaleme alır.
Keza Darülbedayi’nin Abdülhak Hamit, Yahya Kemal gibi isimlerin başında bulunduğu “Edebi Heyet”i oyuncular ve yönetmenleri yerli ve milli oyunlara, “Vatan Yahut Silistre”lere yönlendirmek ister.
Sahiden de tiyatro geniş halk kitlelerini etkilemek için o dönemde en güçlü araçtır.
Buna karşın oyuncuların ve yazarların bir bölümü bu işi meslek olarak görmekte ve mesleğin “artistik” kısmına büyük önem vermektedir. Bu nedenle de tıpkı Avrupa’daki gibi sanatsal yönü ağır basan klasik metinleri uyarlayarak sahnelemek isterler.
Bu grubun başını Muhsin Ertuğrul çeker.
Yaşanan tartışmalara bağlı olarak Ertuğrul sık sık öfkelenerek istifa eder ve yurt dışına çıkarak oralarda oyun sahnelemeye, Avrupa’daki film stüdyolarında sinemayı öğrenmeye meyleder.
Her seferinde ikna edilir ve geri döner.
1940’larla beraber tiyatromuzda uzun sürecek olan Muhsin Ertuğrul dönemi başlar.
Artık Türkiye’de tiyatro ondan sorulmaktadır.
1947’de Devlet Tiyatrosu’nun başına gelir. 50’lerin başında kısa bir ara verse de üç yıl sonra koltuğa yeniden oturur ve dört yıl sonra da yolculuğa başladığı yere, Darülbedayi’ye, o günkü ismiyle İstanbul Şehir Tiyatrosu’na döner.
Devlet Tiyatrosu’nda Ertuğrul’dan boşalan koltuğa Cüneyt Gökçer oturur.
Yazıya Tamer Karadağlı’dan başladık nerelere geldik.
Cüneyt Gökçer, Muhsin Ertuğrul…
Bu isimlerin de epey eleştirilecek yanları vardır elbet. Özellikle Muhsin Ertuğrul’un hiç de öyle egosu düşük bir isim olmadığı söylenir.
Lakin geçmişin tozlu sayfalarında dolaşınca bile anlıyorsunuz: Tiyatromuzun tarihine kazınan bu isimler hiçbir zaman kendini ortalara atmak gibi bir derdi olmayan, mesleğiyle yatıp mesleğiyle kalkan, işinde gücünde isimlerdi.
Bugünlerin ruhunda beni en çok yaralayan da bu aslında…
Artık işimizden gücümüzden çok “görüntümüzle” var olmak istiyoruz.
Görünelim de nasıl olursa olsun. Nerede olursa olsun.
Her yerde ama her yerde, her şekilde, her koşulda, bedeli ne olursa olsun, kim ne derse desin, kim ne düşünürse düşünsün. Yeter ki görünelim.
Görmeyenlerin gözüne gözüne sokalım kendimizi.
Bunu yaparken de komik mi görünüyorum, ayıp mı ediyorum, sakil mi duruyor, yakışık alıyor mu diye asla düşünmeyelim.
Ben genel müdür olsam mesela biri çıkar da “Abi koskoca tiyatronun hesabını kendi fotoğraflarınla doldurmuşsun” der diye korkarım.
Halk dilinde “Ar ederim” diye bir laf vardır. Utanırım manasında.
Şimdi onu bile Google “arz ederim” diye düzeltiyor.
Hiç ar etmiyoruz sahiden, sürekli arz ediyoruz.
Kendimizi arz ediyoruz.
İsteye istemeyene…
Alana almayana…
Doğru mecrada yanlış mecrada…
Biz sürekli arz edelim de…
Neme lazım, birileri genel müdür olduğumuzu unutur filan…
İyi haftalar.