Pınar Erol
Baktı ki kimse (devlet, kurumlar dahil) onun kadar yokluğunu hissetmiyor; Esen Çamurdan kendi girişiyor işe. Öyleyse ben yaparım diyor. Ve kulağını yılgın seslere tıkayarak yola koyuluyor. Ön çalışmalar, hazırlıklar, izinler derken Aralık 2019’da İmren Sipahi, Canan Arın ve akademik çevrenin de desteğini alarak Türkiye Tiyatro Vakfı’nı resmen kuruyor. Bekleyerek daha fazla zamanı, tiyatro kişisini dolayısıyla izleri kaybetmeye tahammülü yok çünkü. 1960’larda tiyatronun altın çağını yaşayan/yaşatan gençleri, şimdinin ustaları, yani o güzelim neslin son temsilcileri. Onlar da birer birer aramızdan ayrılırken birikimleri, kültürel mirasları, kişisel arşivleri de yok olup gidiyor. Yani her bir yaşlı bilge öldüğünde, bir kütüphane yanıyor. Ve asıl onları hatırlayan son kişi de gidince, ikinci ve telafisiz bir ölüm gerçekleşiyor. Hafıza aktarımı duruyor. Tarihe şerh düşmedikçe de o değerlerle aramızdaki bağ kopuyor. İşte buna isyanla başlıyor her şey.
İlk iş, doksan metrekarelik evindeki kiracısını çıkarıp orayı vakıf binası yapıyor. Yanında da vakfın ilk genel koordinatörü Ece Birçek var. Bir masanın etrafında iki sandalye, önlerinde birer bilgisayar ve ortalarındaysa Ece’nin eşinin hediye ettiği orkide… Bir hayali inşa etmeye böyle başlıyorlar. Yokluk ve incelikle… İki bilgisayar, bir orkideyle… Tiyatro diline çevirirsek iki kalas bir hevesle… Heves dediğime bakmayın; sağlam bir inanç ve sorumlulukla ilerliyorlar. Esen Çamurdan’ın kendi olanaklarıyla yaşattığı Türkiye Tiyatro Vakfı’nın (TTV) bu çetin serüvenini 17 Ekim’de Pera Müzesi’nde yine onların öncülüğünde gerçekleşen “Uluslararası Tiyatro Müzeleri Buluşması”ndaki konuşmasından öğreniyoruz. Mücadelelerini öğrendikçe değerbilirliğin de artmasını umarak.
Evet, bir de bu var. TTV’nin, dünyanın önde gelen müzelerini bir araya getirmesi yani. Vakıf, Kristina Trubinova’yı (Bakhrushin Tiyatro Müzesi, Moskova), Rudi Rusatti’yi (Tiyatro Müzesi, Viyana), Peter Teilman’ı (Saray Tiyatrosu Müzesi, Kopenhag), Elisabeth Ramm’ı (Atölye Brückner, Stuttgart), Dorothea Volz’u (Alman Tiyatro Müzesi, Münih) ve Malin Karlsson’ı (Sahne Sanatları Müzesi, Stokholm) bir masanın ve amacın etrafında topluyor. Müzeler arası bir diyalog yaşanıyor. “Sınırlı olanaklar, sınırsız hayaller”le yol alan vakfa, bu buluşma için Avrupa Birliği Sivil Düşün Programı; Pera Müzesi; İBB Kültür Dairesi Başkanlığı; Enka Sanat ve Mey Diago’dan destek geliyor. Bu önemli ama ironik buluşma bu sayede gerçekleşiyor. Arkın Yaratıcı Sanatlar ve Tasarım Üniversitesi’nden (Girne) Kerem Karaboğa’nın moderatörlüğünü üstlendiği oturumda, müze temsilcilerinden fark yaratan deneyimlerini dinlemek, sergileme felsefe ve yöntemlerini öğrenmek ne kadar heyecan ve ilham vericiyse, -henüz- bir tiyatro müzesi olmayan bir şehrin, böyle bir etkinliğe ev sahipliği yapması da bir o kadar burukluk sebebi çünkü. Salonun nabzına bakılırsa katılımcılar imrenme, gurur, umut, hayıflanma gibi duyguların üzerinde dolanıyor ama en çok coşkunun üzerinde kümeleniyor.
Artık biliyoruz ki kuşatıcı bir anlayışla literatür veri tabanı, arşivleme, tarih konuşmaları, sözlü tarih, ustalar ustalarını anlatıyor, arşiv salısı, sergiler, sempozyumlar ve her sene yapılan uluslararası toplantılar derken TTV, tiyatro belleğinin kalesi oluyor. Tarih nerede başlar, söylence nerede biter karışmasın diye çalışmalarını sürdürüyor. Kültür erozyonuna uğramamak için belgelerden set kuruyor. Gözden kaçanı yakalıyor, resmi tarihin sağlamasını gayri-resmi tarihle yapıyor. Bunu yaparken Türkiye tiyatrosunu oluşturan azınlıkları unutmuyor. Yapılan tüm çalışmalar tarihin kaydını tutarken bir yerden bir diğerine değiyor ve en nihayetinde “müzelik” oluyor. Burada Esen Çamurdan’ın etrafını saran ve çoğunlukla tiyatro dalı yüksek lisans öğrencilerinden oluşan gönüllüleri de adlı adınca anmak istiyorum. O isimsiz kahramanlar da boylarından büyük işler başarıyor çünkü. Son genel koordinatörleri Elif Dila Ergenekon, vakfın çalışmalarını sürdürebilmesi için durmadan fon arıyor. Bir önceki koordinatör Semin Özge Gül, İzmir’e taşınsa da elini çekmiş değil vakıftan. Doğaldır ki gelenlerin arasında gidenler de oluyor. Noyan Ayturan, Aylin Erkan, Ceren Uyan, Harun Aktaş, Gözde Nur Kuru, Yağmur Bayazıt, Fatih Candemir ise neyi temsil ettiklerinin bilinciyle, titizlikle çalışmaya devam ediyor. Onlar için gönüllü olmak, gönülden bağlı olmak anlamına geliyor. Zamanla işlerinin ehli olup profesyonel ölçekli işler çıkartırken hepsinin yüzüne iyi şeyler yapmanın iç rahatlığı yerleşiyor.
Vakfın binası olan o doksan metrekare yer, zaman içinde artan çalışanları, eşyası, arşiv bağışlarıyla doldu, taşıyor. Yenilerini koyacak yer yok. Kuruldukları günden itibaren bir tiyatro müzesini yapılandırmak için çalışsalar da henüz ortada bir müze de yok. Çünkü kapitali elinde bulunduranlardan tık yok. O yüzden “Çağdaş Bir Tiyatro Müzesi Yaratmak” alt başlığı şimdilik beklemede. “Her şeyi devletten beklemeyin” cümlesini, “Her şeyi Esen Çamurdan’dan beklemeyin” olarak değiştirmek istiyorum. Biz o hayale ortak olduk bir kere. Kadim tiyatro geleneğimize çok yakışacak müzemize kavuşacağımız günü bekliyoruz. Daha önce de söylendiği gibi bize çağdaş, çocuk ve engelli dostu, yaşayan bir tiyatro müzesi gerek. Hâlâ… O zaman “suya yazılan yazı” korunaklı formuna kavuşacak. “Buzdan heykeller”, tunçtan heykeller edasıyla geleceğe kalacak. Tiyatroyu diğer sanatlardan ayıran “o an”ın büyüsü, tüm zamanlara yayılacak. Tiyatro, doygun bir uzamda tekrar ve tekrar yaşayacak. Müzede tiyatroya dair sergilenen ne varsa, kendi zamanına varıp ilk sahibine kavuşacak. Geçmiş zaman, bir daha şimdiki zamanın elini bırakmayacak. O da hep, gelecek zamanı kollayacak. Tiyatronun ve tarihinin oluşturduğu kültür, ayrılmamak üzere birbirine bağlanacak. Kalbi tiyatro için atan herkes kendini bu müzede bulacak. Ah ne güzel olacak! Belleğin unuttuğu arşive bir ev bulunacak, Dionysos’un tüm çocuklarına ev sahipliği yapılacak! Hem bu sefer o ironi de olmayacak. Tarih bir gün bunu da yazacak!