Dikmen Gürün
Aslında, bugün sevgili Müjdat Gezen’in İKSV 28. İstanbul Tiyatro Festivali’nde aldığı onur ödülünden söz etmek istiyordum ve de onun, sanatçılığının yanında, 1991 yılında konservatuvar statüsünde kurduğu Müjdat Gezen Sanat Merkezi (MSM)’nden konuşmak istiyordum. MSM’ye sınavla alınan pırıl pırıl gençleri orada ücretsiz olarak okutarak mezun ettiğinden ve de o gençlerin çalışmalarından, enerjisinden söz edecektim…
Tabii ki Prof. Mehmet Birkiye küratörlüğünde düzenlenen 28. İstanbul Tiyatro Festivali’nin cazip programı bugünkü yazımın bir başka konu başlığı olacaktı.
5 -7 Eylül 2024 tarihleri arasında Uluslararası Tiyatro Araştırmaları Derneği (UTAD) tarafından BAU (Bahçeşehir Üniversitesi), BAU Konservatuvar, TÜBİTAK katılımlarıyla düzenlenen “2. Uluslararası UTAD Tiyatro Araştırmaları Konferansı” ve bu kapsamda Türk ve yabancı konuklar tarafından üç gün boyunca üzerinde çeşitli konuşmalar yapılan “Varoluş Gelenek Gelecek” teması ile ilgili gözlemlerimi paylaşmak düşüncesindeydim. Yapamadım.
EĞİTİM NEREYE GİDİYOR?
Yapamadım, çünkü “Eğitimin amacı nedir? Ne değildir?” sorusuna takıldım kaldım.
Evet, neler oluyor bizim umutlarımıza, beklentilerimize? Nasıl bir cehalet ve şiddet sarmalı içinde soluk alıp vermeye çalışıyoruz ve de giderek soluksuz bırakılıyoruz? İpek gibi bir küçük kızın, Narin’in nasıl hunharca hayattan koparıldığına ve Diyarbakır’ın bir köyünde feodal bir sistem içinde bu cinayetin nasıl örtbas edilmekte olduğuna değinmeyeceğim. Bir başka kentte, iki yaşında cinsel istismara uğrayan bir bebeğin nasıl ölümle cebelleştiğinden söz etmeyeceğim. İşlenen onca cinayet. Katledilen kadınlar, çocuklar, hayvanlar… Hiç durmayan bir şiddet ve vahşet seli. Önüne kattığı yaşamları yok ederek akıyor. Cehaleti, şiddeti besleyerek akıyor.
Ve bütün bunlar yaşanırken bir dönem bu ülkenin; laik demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nin Genelkurmay Başkanlığı’nı ve Milli Savunma Bakanlığı’nı yapmış olan Hulusi Akar’ın birkaç gün önce katıldığı bir programda “Eğitimin amacı bilgi edinmek değildir. Eğitimin amacı bir Allah korkusu, iki kuldan utanmaktır” sözlerini okumak hayli tedirgin etti beni. Tedirginliğin ötesinde, rahatsız etti. Milli eğitim bakanının bu hususta söyleyecek bir sözü var mıdır acaba diye düşünmedim bile. Uygulanmakta olan eğitim sistemi zaten ortada.
Bilimsel eğitimden her geçen gün kopuyoruz. Ve bu sistematik kopuşun, koparılışın meyvelerini topluyoruz sokaklara taşan şiddetle, cehaletle, baskıyla, sansürle… Sessizlikle, suskunlukla…
Evet beyler, nedir eğitimin amacı? Mustafa Kemal Atatürk ne güzel açıklamış bu amacı, 27 Ekim 1932’de Çankaya’da; Cumhuriyetin dokuzuncu yıldönümünden iki gün önce, öğretmenlerle yaptığı bir toplantıda:
“Memleketi, ulusu kurtarmak isteyenler için, hamiyet, hüsnüniyet, fedakârlık, gerekli olan vasıflardır. Fakat, bir toplumdaki hastalığı görmek onu tedavi etmek, toplumu günümüz icaplarına göre ilerletmek için, bu nitelik kâfi gelmez; bu niteliğin yanında ilim ve fen lazımdır. İlim ve fen teşebbüslerin merkezi, uygulamaları ise mekteptir. Mektebin vereceği ilim ve fen sayesindedir ki Türk ulusu, Türk sanatı, iktisadiyatı, Türk şiir ve edebiyatı, bütün mükemmel ve yeni şeyler ile inkişaf eder… Bu hayat ancak ilim ve fen ile olur. İlim ve fen nerede ise oradan alacağız ve her ulus ferdinin kafasına koyacağız. İlim ve fen için kayıt ve şart yoktur.”*
Atatürk, her şeye karşın; dün olduğu gibi bugün de yarın da aydınlatacak yolumuzu.
*Atatürk’ün Hayatı, Konuşmaları ve Yurt Gezileri. Derleyen: Necati Çankaya. Tifdruk Matbaası 1985. s 309.