Aynadaki Yansımalarımız ve Ayna Nöronlar

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Mehmet K. Özel

Berlin Radialsystem’in salonunda, seyirci tribününde yerlerimizi alıyoruz. Işıklar sönüyor, perde açılıyor. Işıklar yavaş yavaş yandıkça hemen perdenin arkasında sahne ağzını bütünüyle kaplayan bir ayna olduğu fark ediyoruz. Işık, oditoryumu aydınlattıkça biz seyirciler de aynanın üzerinde gittikçe daha net görünür oluyoruz. Zaten 75 dakikalık bu gösteri bütünüyle bizimle ilgili; çevremizdekileri ne kadar taklit ettiğimiz, ne kadar onlarla iş birliği yaptığımız veya bir şeyi yapmayı reddedip reddetmediğimizle ve bunlardan sorumlu olan beynimizdeki sinir hücreleriyle. Bu hücrelerin adları ayna nöronlar. Rimini Protokoll ile Sasha Waltz & Guests ortak yapımı, Stefan Kaegi’nin konsepti oluşturup sahneye koyduğu gösteri de adını doğrudan onlardan alıyor: Spiegelneuronen (ayna nöronlar).

Kaegi’nin seyirciyi performansçıya dönüştüren işlerine İstanbul seyircisi yabancı değil. Beykoz Kundura sayesinde İstanbul’da da deneyimleme şansına erdiğimiz Remote İstanbul, kulaklıklarımızdan aldığımız direktiflerle bizi Kadıköy sokaklarında gezdiriyor; bedenimizin, çevremizin ve toplumsallığımızın eğlenceli bir şekilde farkına vardırıyordu. Kaegi, gösteriye bizleri katmak için bu sefer ise, sözleri değil, aramıza serpiştirdiği dansçıları kullanıyor. Ama

[Ama…
… Bir yandan]
Bir yandan Tobias Koch’un bazen arka plan oluşturan bazen ritimleriyle yerimizde durdurmayan atmosferik müziği eşliğinde ve Martin Hauk’un gösterideki her fikrin altını sakince çizen ışığı altında eğleniyoruz. Bir anda nerden çıktıklarını anlamadığımız sarı balonları şişirip birbirimize atıyoruz, ortalık kindergarten’a yani bir çocuk yuvasına dönüyor, bir yandan da -belki daha önce bilmediğimiz veya üzerinde etraflıca düşünmeden icra ettiğimiz- gündelik davranış tercihlerimiz hakkında bilgileniyoruz. Örneğin; birinin bize yaklaşmasına ne kadar izin vereceğimiz konusunda her zaman bedenlerimizle pazarlık yapıyor olmamız. Üst ses sonraki sekansta tam da buradan yürüyor. Az önce aramızda ortak hareketlere katılmayıp öylece kollarını kavuşturmuş oturan insanların da olabilme olasılığını bile tahmin ederek dillendirmiş olmaktan çekinmeyip, çıtayı Orta Avrupa seyircisi için bir derece daha yükseltiyor ve yanımızdakinin omuzuna dokunmamızı, biraz sonra da etrafımızdakilerle el ele tutuşmamızı öneriyor. Berlin’in her şeye açık ve teşne seyircisi ikiletmiyor, bir anda seyirci tribününde koltuk sıralarını aşan bağlar oluşuyor. Sonlara doğru Sasha Waltz’in dansçıları da anonimliklerinden iyice sıyrılıp, çok da bir parıltısı olmayan bir koreografi eşliğinde bulundukları farklı noktalardan birbirleriyle bağlar kurmak üzere yavaş çekim hareketlerle bir araya gelecekler.
Yalnızlık mı, grup dinamiği mi? Kitle içinde mi olmak, birey mi kalmak? Kitle içinde aykırı olunabilir mi, eleştiri yapılabilir mi? Şüphecilik sağlıklı mıdır? “Normal” mi, yoksa “farklı” mı davranılırsa hayatta kalınır? Gösterinin dert edindiği, hakkında bu ve benzer soruları sorduğu mesele 70 dakika sonra gelip Radiohead’in eskimeyen kült şarkısı Creep’e dayanıyor. Zaten
[Zaten…]
Bu yazıyı, gösteriyi aynı seansta birlikte ama farklı koltuklarda oturarak seyrettiğim arkadaşım Ayşe Draz ile birlikte kaleme aldık. Gösterinin fikrinden esinlenerek, birimizin bitirdiği paragraftaki son kelimeyi diğerimiz aynaladı ve devam etti. Yukarıda, yazıya benim katkımın olduğu paragraflar var. Ayşe’ninkileri merak ederseniz, ya da yazıyı bütünsel haliyle ve gösterinin yayın haklı görselleriyle birlikte okumak isterseniz tıklayın.
 
Yukarıdaki fotoğraflar bana ait; 01 Eylül 2024’te Berlin Radialsystem’de gerçekleşen gösteri başlamadan önce ve alkış sırasında çekildiler.
Paylaş.

Yanıtla