Türkar Çoker
Alain Delon ölmüş! Çocukluğumuzun, gençliğimizin hayran olduğumuz Fransız film oyuncusu, yıldızı. Kimi önemli kimiyse sıradan bir çok filmin yıldız oyuncusu. Hayvan hakları savunucusu da.
Film endüstrisinin ‘yıldız yaratıp’ büyük kazançlar sağladığı sisteminin de önde gelen bir temsilcisi. Ama bir oyuncuyu bu niteliğinden ötürü suçlamamak, tam tersine hoş görmek gerekir. Ne de olsa oyuncular, özellikle de film oyuncuları, kariyerlerini sürdürebilmek için sistemin içinde yer almak zorundalar.
Ancak, yıldızları özel yaşamlarını da göz önüne alarak değerlendirmek gerekir. Kim olursak olalım, yaşadığımız sürece, toplum içindeki tutumlarımız önemli. Kimden yana olduğumuz, kimle, kimlerle yandaşlık yaptığımız, toplumsal, çevresel, siyasi, insancıl, hayvancıl tutumumuz, sorumluluğumuz çok önemli. Bu, etkileme gücü yüksek ‘yıldız’lar açısından daha da önemli. Onların bu anlamdaki sorumlulukları daha da büyük..
Alain Delon, 2013 yılından itibaren Fransa’nın aşırı sağcı, ırkçı, Neo-Nazi, Le Pen’ci Nasyonal Cephe isimli siyasi partisini açıkça destekledi. Tıpkı diğer bir ünlü eski film yıldızı Brigitte Bardot gibi! Ne çelişkidir ki Bardot’da hayvan hakları savunucusu.
Hayvan haklarına saygı duymak, savunmak hem çok insancıl, asil, saygı duyulması gerekli bir davranış ve de hepimizin görevi.
Ama ne gariptir ki Alain Delon, yaşamı boyunca yoldaşı olmuş 50’den fazla köpeğinin en sonuncusu olan ve en çok sevdiğini, bağlandığını söylediği Belçika Çoban Köpeği cinsi ‘Loubo’sunun, kendi ölümünden sonra hemen uyutulup kendisiyle birlikte gömülmesini vasiyet etmiş! Kendi ailesi de başta olmak üzere Fransa’nın bütün hayvan örgütleri, Brigitte Bardot’nun ki de dahil bu vasiyete karşı çıkıp gayet sağlıklı Loubo’nun öldürülmesini önlediler. Hayvan sevgimiz, tıpkı diğer sevgiler gibi, bencilliklerimizin, egolarımızın bir yansıması olduğunda ‘sevgi’ niteliğini yitirir, narsisizme dönüşür. Ünlü yazar, hayvan hakları savunucusu Isaac Bashevis Singer’in güzel bir sözünü anımsayalım: “Ben kendi sağlığım için vejetaryen olmadım, bunu tavukların sağlığı için yaptım.”
2019 yılında Alain Delon’a Cannes Film Festivalinde Palme d’Or onur ödülünün verilmesi, ‘kadınları tokatlama’ itirafları, ‘gay’lik doğaya aykırıdır’, ‘aynı seksten kişilerin çocuk sahibi olmalarına karşıyım’ v.b. homofobik açıklamaları yüzünden tartışmalara ve protestolara yol açmıştı.
Ama ne gariptir ki, aynı Alain Delon, daha Le Pen’ci ideolojiye sempati duymaya başlamadığı yıllarda, 60’larda, bu konularda tam tersi fikirleri savunuyordu.
1969 yılında Alain Delon’un koruması ve yakın arkadaşı Stevan Marković Paris’de bir çöplükte öldürülmüş olarak bulunmuştu. Polis soruşturması Alain Delon’un da katıldığı seks partilerinde Fransa’nın bir çok ünlülerinin, önde giden hükümet üyelerinin, daha sonra Fransa’nın başkanı olacak Georges Pompidou’nun ve eşi Claude Pompidou’nun da yer aldıklarını saptamıştı. Claude Pompidou’nun bu partilerdeki uygunsuz fotoğraflarının olduğu söylentileri büyük bir skandala yol açmıştı.
Marković’in ölümünde Alain Delon’un arkadaşı, Korsikalı Mafya şefi François Marcantoni en önemli şüphelilerdendi. 1969 yılında BBC ile bu konularda yaptığı bir söyleşide Alain Delon şöyle diyordu:
BBC: İnsanlar, senin yüzüne karşı açıkça söyleyemeseler de, senin homoseksüel zevklerin olduğunu söylüyorlar.
DELON: Öyle bile olsa bunda yanlış olan ne? Ya da öyle yapmışsam? Suç mu işlemiş oluyorum? Eğer seviyorsam yaparım. (..) Önemli olan aşktır.
Bu sözler, yukarıdaki, 2013 den sonraki siyasi / ideolojik dönüşümünden sonraki benzer konulardaki tutumunun 180 derece karşıtıydı!
Burada kimsenin Delon’u bu söz, inanış ve davranışları yüzünden yargılamaya, eleştirmeye, moral açıdan sorgulamaya hakkı yok.
Ama 2013’den sonraki dönüşümü ve davranışlarını, tutumunu, inançlarını eleştirme hakkına sahibiz.
Delon’lar, Bardot’lar, Yves Montand’lar (gençliğinde solcu, yaşlılığında sağcı!), sadece düşlerde var olan, nostaljik, kültürel olarak yapılandırılmış ama gerçekte hiç bir zaman var olmamış bir ideal, görsellerde yaratılmış, düşsel Fransa’nın yıldızlarıydı.
Eifel’in fonda yer aldığı, ruhu okşayan akordeon müziklerinin çaldığı, Fransız Riviera’sında bikinili güzellerin, yakışıklı gençlerin denize girip eğlendikleri ‘yapma’ bir düş Fransa’sının temsilcileri.
Oysa, onların görmediği, görmek, duymak, bilmek, yansıtmak istemedikleri bir gerçek Fransa da vardı tarih boyunca. Dünyanın her tarafından; Cezayir, Senegal, Ermenistan, İtalya, İspanya v.b. ‘den gelmiş, çulsuz, yoksul göçmen işçilerin fabrikalarda, bağlarda, Marsilya’nın tersanelerinde bir kaç Frank’a, karın tokluğuna çalışan emekçilerin, acılı, zor, gerçek yaşamlarının Fransa’sı..
Fransız kolonyalizminin Fransa’ya ithal edip çalıştırdığı, kolonyal savaşlarında asker olarak en öne sürüp feda ettiği kolonyal subje’lerin Fransa’sı..
Sanıyorum, çocukluğumuzun pembe rüyalarının çok yakışıklı, çok güzel, çok meşhur yıldızlarını yitirdiğimizde, üzülsek de gerçeklere, o yakışıklı yüzlerin ötesinde, biraz daha dengeli bakabilmeliyiz..
Hoşcakal Alain Delon..