Geçtiğimiz günlerde bir şarap tadımına katıldım. Ama alışılageldik bir tadım etkinliği değildi bu. Tiyatro ve şarap tadımının bir arada olduğu, bu sezon izleyicilerle buluşmaya başlamış özgün bir etkinlikti.
Bir yandan bu topraklarda yetişen farklı kadim üzüm çeşitlerine dair bilgilenip şarap tadımı yaparken bir yandan da uçuş korkusu olan şarap uzmanı Üzüm ve kabin görevlisi Tanen’in ilk görüşte alevlenen aşk hikayelerini izlediğimiz 90 dakikalık bir deneyimdi. “Bu Bir Aşk Hikayesi” MonoVino’nun seyirci ile buluşan ilk projesi. Daha önce hiç yapılmamış bir şarap tadım deneyimi oluşturma iddiası ile kurulmuş olan MonoVino, üzümlere yazılmış oyunlar ile tıpkı şarap-peynir eşleşmesi gibi monolog- üzüm eşleşmesi yapıyor ve üç monologdan oluşan hikayeyi seyirci ile buluşturuyor.
“Bu Bir Aşk Hikayesi”ni MonoVino’nun kurucusu ve proje koordinatörü Zeliha Kaya ve oyuncusu Melis Öz ile konuştuk.
Söyleşi: Nihal ALBAYRAK
Öncelikle kısaca kendinizi tanıtıp bu projedeki rolünüzü anlatabilir misiniz?
Melis Öz: Ben projede oyuncu olarak varım. 1990 senesinde İzmir’de doğdum. İzmir’deki okul hayatından sonra Isparta’da Güzel Sanatlar Fakültesi’nde oyunculuk bölümünden mezun oldum. 2012 yılında İstanbul’a geldim. O zamandan beri de aktif olarak tiyatro yapıyorum. İkinci Kat’la başladım, ardından Boa Sahne, BAM İstanbul, Asmalı Sahne gibi İstanbul’da pek çok sahnede oyunlarımız oldu. Şimdilerde Monologlar Müzesi’nde ve MonoVino’da aktif olarak tiyatro yapmaya devam ediyorum.
Zeliha Kaya: Ben İstanbul Bakırköy’de doğdum. Ön lisansımı Şarap Üretim Teknolojisi üzerine yaptım. Ön lisansımı okul birinciliği ile bitirdikten sonra Gıda Mühendisliği okudum. Bu süreçte şarap fabrikalarında şarap ürettim. Sonrasında restoran ve otel kanalına geçtim. Orada hem şarap menüleri hazırladım hem de yöneticilik yaptım. Ardından MonoVino’yu kurdum. Mesleğim gereği çok fazla şarap ve yemek eşlemelerine katıldım. Bir süre sonra hafızamda yer etmemeye başladı. Neyle, neyi eşleştirmiştik? Yemek, şarap eşleşmesi çok güzeldi ama yenilik istedim. Bir gün Melis’i izlerken “bunu şarapla birleştirebilir miyiz?” diye düşündüm. Tiyatroyu şarapla eşleştirelim diye Melis’e çıtlattım. Melis sağolsun çok güzel karşıladı. Hemen ardından Başak’a ulaştık. Böylece ilk projesi “Bu Bir Aşk Hikayesi” ile MonoVino kurulmuş oldu.
O zaman MonoVino fikri ilk çıktığı andan itibaren Melis bu projenin içindeydi. Sonrasında ekibin geri kalanı ile yollarınız nasıl kesişti?
Melis: Başak’la (oyunun yazarı) biz yıllardır ortak işlerde çok fazla çalıştık. Birbirimizin dilini çok iyi biliyoruz, iş yapma şekillerimizi çok iyi biliyoruz, birbirimizi çok iyi tanıyoruz. O yüzden benim aklıma ilk Başak geldi oyunu hem yazması hem yönetmesi için. Hem de bu fikirlere çok açık olduğu için onu heyecanlandıracağı içime doğmuştu. Bahsettiğimiz anda Başak gerçekten çok heyecanlandı. Zeliha ona şaraba dair bilgiler, şarabın tarihçesine dair özel notlarını ulaştırdı. Bir araştırma süreci oldu. Ardından on gün içinde oyun yazılmıştı. Çok heyecanlı bir süreç olduğu için biz on gün sonunda okuma provasına başladık neredeyse. Ve herkesi heyecanlandıran bir şey olduğu için üç kadın bir anda birleşti ve böyle bir iş ortaya koydu.
Zeliha : Sanat ekibinde bir de afiş tasarımcımız var, Doğa Alkan. Mimar Sinan Resim bölümünü birincilikle kazandı. Çok yetenekli bir genç eğitimine Bahçeşehir Üniversitesi İletişim Fakültesi Çizgi Film/Animasyon bölümünde devam ediyor. Afiş tasarımı için ben öncesinde bir sürü kişiyle görüştüm. Artık en son tıkanma noktasına gelmiştim; “herhalde ben brief veremiyorum” diye düşünmeye başladım. Bir şey anlatıyorum, bambaşka bir şey yapıyorlar bana. En son Doğa’ya anlattım hayal ettiğimi ve Doğa anında çizdi. Doğru kişi oymuş meğer.
Bir de seramik biletlerimiz var. Seramik konusunda da uzun süren fikir alışverişleri sonrasında seramik sanatçısı Işıl Çelik’e ulaştık. Prömiyere on yedi gün kala tasarımı çıkardı ve seramik bilekliklerimiz ortaya çıktı. Yani kadınların böyle inanılmaz güzel bir buluşması ve bir şeyler ortaya çıkarmasıyla gelişti bu proje.

Fotoğraf: Tunahan Taşsümer
Seramik biletlere dair daha detaylı sormayı düşünüyorum ben de ileride. Ama öncesinde biraz daha formatı ve içeriği konuşalım isterim. Böylesi bir formatın daha önce Türkiye’de ya da dünyada benzeri bir örneğini görmüş müydünüz?
Zeliha: Sorduk soruşturduk ama başka örnek bulamadık Türkiye’de de dünyada da. Biz başlattık Türkiye’de. Kısmi benzerlik taşıyan oyunlar var ama doğrudan üzümlere yazılmış hikayeler ve şarap üzerinden yapılmış bir şey bulamadık.
Melis: Farklı sanat dallarıyla eşleşmeler yapılmış; örneğin tablo, şarap eşleşmeleri ya da müzik tarihi şarap eşleşmeleri gibi… Ama onun dışında böyle monolog ve şarap eşleşmesi yok. Hem duygulara hitap eden hem damağa hitap eden hem göze hitap eden bir iş yapıyoruz. Şarabı anlatan aynı zamanda şarabı aşkla birleştiren bir hikaye… Daha önce hiç olmamış. Özgün olması çok mutlu ediyor beni.
Biraz oyunun hikayesine girecek olursak, Öküzgözü ve Boğazkere üzümlerinin hikayesini Üzüm ve Tanen’in filizlenmekte olan aşkı üzerinden dinliyoruz diyebiliriz. Öncelikle neden bu üzümler? Ve yazara oyun fikrini açarken ondan bu ikiliye dair bir hikaye yazmasını istediniz? Oyun metni nasıl ortaya çıktı?
Zeliha : Oyun metni Başak’ın mucizesi diyelim. Ona ben sadece şarapla ilgili teknik temel bilgileri verdim ve Öküzgözü ve Boğazkere olmasını istedim. Çıkan metin sonrasında da şarapla ilgili kısımların rezivasyonunu yaptım. Neden Öküzgözü ve Boğazkere derseniz, Türkiye’nin uluslararası yarışmalarda boy gösteren, yüksek potansiyelli üzümleri diyebilirim bunlar. Yani Fransa’nın bir Cabernet’si, Merlot’su gibi dünyaya mal olacak üzüm çeşitlerimiz. O yüzden o potansiyellerini de biraz açığa çıkarmak için, biraz onları sevdirmek için de yapılmış bir proje aslında bu.
Yani aslında sen tadımını yaptırmak istediğin üzümlere karar verdin öncelikle. Öküzgözü, Boğazkere ve Öküzgözü-Boğazkere üzümlerinden yapılmış şarapların tadılacağı üç bölümlü bir oyun mu istedin?
Zeliha : Evet, konsept aklımdaydı. Üç monolog ve üç şarap eşleşmesi olsun istedim. Orada da Başak’ın sihri öne çıktı ve çok güzel bir aşk hikayesi ile yazdı, yönetti.

Fotoğraf: Ruşen Ali Onur
Melis, seni başka monolog olarak gerçekleştirdiğin performanslarda görmeye alışkınız bu sefer bir restoranda ve şarap tadımı yapan seyircilerin karşısında (ya da arasında demek daha doğru, bir sahne düzeni yok sonuçta) görüyoruz. Oyuncu olarak bu nasıl bir deneyim? Ve diğer performanslarından farkı ne?
Melis: Seyirciyle göz göze olmak hem çok biricik bir deneyim hem de çok güzel bir paylaşım oluyor. Yani o anda insanların gözünden karşı duyguyu hemen almak açık biçim olmasından da kaynaklı… Benim bütün monologlarım şans eseri açık biçim oldu. Kapalı biçim olanları da yazarla bir şekilde görüşüp açmaya razı ettik. Çünkü öyle olunca oyun hem sıcaklığını çok fazla koruyor, hem oyuncu seyirci arasındaki mesafe tamamen kalkıyor, hem de paylaşım gerçekten had safhaya ulaşıyor.
Biz zaten duygularınızı istiyoruz diyoruz. Yani oyuna başladınız, sizin duygularınızla bu şarabın nasıl eşleştiği öğrenmek istiyoruz diyoruz. Aşk zaten herkesin içinde, bir şey bekliyor kapısı aralık şekilde. Açıldığı anda ise herkesin içinde bir hikayesi var. Herkesin geçmişten gelen bir tecrübesi var. İşin içinde zaten muhabbet var, sohbet var, çok güzel şaraplar var. Dili de açılıyor insanların zamanla. Diğer monologlarımdan farkı ise samimiyetin dozu. İşin içine bahsettiğimiz, tattığımız üzümler de girdiği zaman artmaya başladı oyundan oyuna, günden güne, kadehten kadehe. Dolayısıyla paylaşım had safhaya ulaştı ve benim için herkesin an be an daha fazla katılım sağlamasını görmek çok güzel oldu. Diğer monologlarda müze mantığı olduğu için kısa on beş dakikalık oyunlar dört seri şeklinde oynanıyor ama bunda uzun bir form var. Toplamda kırk beş dakikayı geçmeyen bir form ama seyirci katılımıyla birlikte bir buçuk saate bile uzayan bir form oldu. Dolayısıyla bu paylaşımlar ve temelde bir metin olsa da insanlarla birlikte oyunu sıfırdan var ediyormuşuz gibi olması benim için çok güzel bir tecrübe oluyor.
Gerçekten de seyircinin çokça oyuna dahil olduğu bir form. O yüzden mekana özgülük ve interaktiviteyi de konuşalım isterim. Sonuçta hep aynı mekanda sergilediğiniz bir oyun değil bu ve gittiğiniz her mekanda masa sandalye yerleşimi, dolayısıyla seyircinin yerleşimi, sana kalan oyun alanı değişiyor. Çalışma sürecinde bunları nasıl değerlendirdiniz ve ne gibi rejisel tercihlerde bulundunuz?
Melis: Biz ilk çalıştığımızda Nişantaşı Must’ta prova yaptık ve oraya özgü bir biçim belirledik. Orada ortalardan sütunlar geçiyordu. O sütunların arkasından karakter değişimlerini yaptık. Sütunun sağından çıktığımda Tanen solundan çıktığımda Üzüm oluyordum mesela. Zaten rejinin temelinde böyle bir karakter değişimini sağdan soldan belirledikten sonra onu herhangi bir mekana bir şekilde adapte edilebiliyorsun. En kötü paravan koyarız, paravan arkasından bir değişim gerçekleştiririz dedik ama mekanların içinde de hep bir olasılık oldu kullanabileceğimiz. Mesela Chez Moi’de kapı var ve kapıdan gir çık yapılıyor. Beyoğlu Şaraphnesi’nde arka tarafta küçük bir paravan var, seyirciyi merdivenden ayıran. Onu oyuna dahil ediyoruz. Rejiyi en başta her yere uyum sağlayabilecek şekilde kurduğumuz için devamındaki diğer mekanlarda da ona uygun bir reji tercihi yapabiliyoruz.
Oyun boyunca üç farklı karakter canlandırıyorsun: Şarap uzmanı Üzüm, kabin görevlisi Tanen ve Üzüm’ün çalıştığı restoranın şefi. Ufak kostüm ve aksesuar değişiklikleri ile bu karakterleri birbirinden ayrıştırsan da özellikle çok farklı üç tipleme yapmıyorsun ve anlatıcı-oyuncu üslubunu hiç bırakmıyorsun gibi hissettim. Bu tercih de seyirci ile samimi ortamı sürdürebilmek için yapılmış diye düşündüm. Katılır mısın? Senin bu karakterlere oyuncu olarak yaklaşımın nasıl oldu?
Melis: Üslupsal tespitine kesinlikle katılıyorum. Temelde anlatıcı formunu çok fazla bozmadığımız bir biçim belirledik. Ufak nüanslar var sadece. Aşçının elinde bir lazer var, daha snob bir tip, kendini belki diğerlerinden daha üstte gören ya da insanlarla alay etmeyi seven biri. O yüzden arkadaşıyla alay ediyor. Onu öyle bir karakter farkıyla ve kostüm olarak önlükle ayıralım istedik. Üzüm ile Tanen de taban tabana zıt insanlar aslında. Tanen’in o not tutmadaki heyecanı, Üzüm’ün de ilk buluşmadaki ve çok fazla konuşkan oluşundaki heyecanı, Tanen’in de heyecandan konuşamadığı için onu nasıl yontabileceği üzerindeki heyecanı onları birleşiyor. Zaten iki karakterin aşkı da öyle bir yerde birleşiyor benim içimde. Öyle çok ufak nüanslarla ayrıştırmayı ama temelde o anlatıcı Melis’i de bozmadan, yani biraz da kendime de bir iki adım mesafede olan bir heyecanla aktarmayı tercih ettik.
Böylece seyirci ile de daha mesafesiz, samimi bir iletişim kuruyorsun ve onların da oyun boyu sana cevap vermesini, katılımcı olmasını sağlıyorsun.
Melis: Tanen ilk girdiğinde anlaşılmaması mesela… “Hadi Tanen ne zaman geliyor” gibi tepkilerin üzerine “Selam ben Tanen” dedikten sonra seyircideki “oh be sonunda Tanen geldi” tepkileri benim aşırı hoşuma gidiyor. Kimisi hemen anlıyor, kimisi anlamıyor, kimisi karakterlere cinsiyet atamaya çalışıyor, kimi atamıyor. Böyle herkesin kafasında farklı karakter algılarını oluşturması bana göre projeye çok uygun ve katkı sağlıyormuş gibi geliyor bana.
Benim geldiğim temsilde Tanen’in cinsiyetinin ne olduğuna dair bir tartışma bir türlü bitemedi. Ben o kısımlarda çok eğlendim. Bir seyircimiz inatla senin ağzından “Tanen bir erkek” diye duymak istedi bence.
Melis: Üç sahne geçtik, “Ama o unisex isim erkek de olabilir, kadın da olabilir” diye hala tartışma vardı. Çok keyifliydi. Ben özellikle bir cevap vermiyorum. Zaten orada önemli olan şey duygu. Bu bir aşk yani sonuçta, size nasıl geliyorsa o şekilde düşünebilirsiniz.
Peki seyirci her zaman istediğin kadar katılımcı oluyor mu? Olmadığı durumlarda nasıl ilerliyorsun?
Melis: Senin geldiğin temsil mesela ortalama bir katılım seviyesiydi diyebiliriz. Bunda yanlış anlaşılmalar ve tartışmalar oldu. Tanen isminin anlaşılmaması, benim harfleri kodlamak durumda kalmam ve cinsiyet tartışmaları vardı. Başka bir oyunda hiç böyle bir tartışma olmadı. Onda da Üzüm’ün dişiliği ve tarihteki yeri üzerinden tarihe hakim konuklar tarafından epey bir gündem olmuştu. Üzüm ve Tanen’in tarihte dişilik ve erillik simgeleri olması üzerinden “Zaten dişidir üzüm” diye dahil olanlar olmuştu. Arada kendi aralarında sohbetlere dönüyor iş. Çünkü bazı mekanlarda tek masa sistemi var. O tek masa sisteminde insanlar da kendi içinde iletişime açık olabiliyor. Onu da özellikle tercih ettik. Yani hem masa paylaşıyoruz hem ortak duygularımızı paylaşıyoruz, hem peynir tabağını paylaşıyoruz. O sıradaki karakterin izin verdiği ölçüde dikkati tekrar kendime çekmeye çalışıyorum. Aşçı mesela daha çok izin veriyor buna. “Siz artık kendi aranızda konuşmayın” filan diye direk girebiliyorum aşçı iken. Tatlı bir ortam oluyor.
Her oyunun biricik bir deneyimi var aslında senin açından. Peki Zeliha senin deneyimini de sormak isterim. Her bir monoloğun başında seyirciye tıpkı tadım etkinliklerindeki gibi üzüme, şaraba dair teknik bilgileri senden dinliyoruz. Aslında her monoloğun açılışını sen yapıyorsun. Yıllarca sektörde çalışmış biri olarak çok şarap anlatmışsındır diye tahmin ediyorum fakat bu sefer bir oyunun parçasısın ve oyunda anlatıcı rolünü sen oynuyorsun diyebiliriz? Senin için bu nasıl bir deneyim? Diğer şarap tadım etkinliklerinde sunum yapmak ile MonoVino’da yapmanın bir farkı var mı?
Zeliha : Bir kere hayalimin içindeyim, çok zor, onun ağırlığını taşıyorum. İlk başlarda olabilecek mi diye heyecanlıydım. Ama çok güzelmiş, seni diri tutuyor. Bazen bir on yaş yaşlanıyoruz, bazen bir on yaş gençleşiyoruz, o heyecan güzel geliyor. Genelde açılışlar zor oluyor benim için ama sonrasında ikinci, üçüncü bölümde rahatlamış oluyorum artık. Çok mutluyum, mesudum. Benim yerime anlatan biri var, tiyatral bir şekilde profesyonelce. Ben deneyim sunucusuyum aslında, arkaplanda ne nedir diye anlatan şarap profesyoneliyim. Ama arada bana sataşıyor, çok gülüyorum dayanamıyorum.
Melis: Sataştığım yer benim de çok hoşuma gidiyor. İlk temsillerde oyunu izlemeye gelen şarap profesyonellerinin de aşırı hoşuna gitti. Sanki oyunları ayıran bir bölüm varken, bir anda oyunla birleşmesi insanların çok hoşuna gitmişti. Beni de çok mutlu ediyor o anda sataşmak.
Antik Yunan referanslarını da konuşalım isterim biraz. Özellikle seyircinin köpüklü şarap eşliğinde karşılandığı kokteyl alanında bilet olarak Antik Yunan tiyatrolarına referans ile kolumuza takılan seramik bileklikler çok zarif tasarlanmış ve seyircinin kendini o akşamki deneyimin içine hızlıca dahil olabilmesini sağlayan önemli bir detaydı. Hem bilekliklerin hikayesini hem de tüm bu deneyimin Antik Yunan dönemi tiyatrolarına olan referanslarını biraz anlatabilir misiniz?
Zeliha : Köpüklü şarap, hep kutlama şarabı olmuştur, hep özel hissettirmiştir insanlara. O yüzden köpüklü ile başlamak özel hissetmeye yönelik bir şey. Aynı zamanda tadım sırasında doğru, yani kırmızıdan köpüklüye geçemezsiniz. Canınız isterse tabi ki geçebilirsiniz fakat etkinliğimiz özelinde köpüklüden, rozeye sonra da kırmızıya geçmeniz lazım. Bunu zaman gibi düşünebilirsiniz. Nasıl zamanda geriye gidemiyoruz, tadımda da geriye gidemiyoruz. Çok sert tatlar içtiğimizde yumuşak tatları algılamıyoruz.
Bileklik olsun diye ben çok istedim. Melis de bana önerilerle geldi.
Melis: Zeliha’ya kazılarda bulunan ya da örnekleri günümüze ulaşan Antik Yunan bilet örneklerini gönderdim. Tasarımcımız Işıl (Çelik) aynı zamanda sanat tarihçisi ve onun da bilgisi hakikaten derya deniz. Bunu onunla da paylaştık. O da bize böyle çok güzel bir şey çizdi. Antik Yunan tiyatro biletlerinden esinlendi. Tasarımda tabii ki olmazsa olmaz Dionysos şenliklerinde takılan, tiyatroyla özdeşleşen masklar ve üzüm var. Bir de söylemeden geçmemek lazım o birlikteliklerin kenarında “Bu bir aşk hikayesi, MonoVino” yazıyor. Bu bileklikler üretimi yapıldıktan sonra onların hepsini tek tek elle yazıyor Işıl.
Zeliha: Çünkü o kadar küçük yazıların kalıbı çıkmıyor, seramikler 3 cm olduğu için. Her biri Işıl’ın el emeği göz nuru.
Melis: Çok kocaman bir şey olursa insanların aksesuarı olamaz ama insanların gün içinde aksesuarı da olabilecek boyutta olursa insanların hayatına eşlik eder diye düşündük. Nitekim öyle de oldu. Hala bize fotoğraf atan, ben bunu bileğimden çıkartamıyorum diyen insanlar oluyor. Ece Saruhan gelmişti ikinci oyunumuza Must’ta. “Ben bunu artık benim için aşk tılsımıymış gibi düşünüyorum. Bununla aşkı bulacağıma inanıyorum.” demişti. Hatta aşkı bulan, aşkı bulamayan başka birine versin ve bu tılsım devam etsin gibi konuşmuştuk.

Fotoğraf: Nihal Albayrak
Bu oyun Anadolu’nun kadim üzümleri Öküzgözü ve Boğazkere üzümlerinden ilham almış, başka üzümlerin hikayesini de görecek miyiz?
Zeliha: Yakında izleyeceksiniz, yolda. Bizim çok değerli üzümlerimiz var Türkiye’de ve bunları tanıtıp sevdirmek istiyorum herkese.
Bu güzel deneyime katılmak isteyen izleyiciler için en yakın performans tarihlerinizi öğrenebilir miyim?
En yakın zamanda 24 Ağustos Cumartesi, 1 Eylül Pazar ve 21 Eylül Cumartesi Decollage Art Space’de izleyebilirler. Biletler https://decollageartspace.com/bu-bir-ask-hikayesi adresinden edinilebilir. Sonrasındaki gösterimlerimizi takip etmek için ise bizi https://monovino.net web sitemizden takip edebilirsiniz.