Belediyeler, Sanat ve Tiyatro (I)

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Sacit Hadi Akdede

Giriş

Instagram ve X hesaplarım yok; bir facebook hesabım var. Oldukça az kullandığım tek sosyal medya hesabım…  Son zamanlarda Tarsus, Nilüfer, İzmir Büyükşehir belediyelerinin, kendi şehir tiyatrolarında vuku bulan çeşitli sorunlar facebook sayfalarında tartışıldı. Hatta bu sorunların, belediyelerin tiyatro çalışanı olmayanlar, sanatsal sorunlara duyarlı ya da ilgili olanlar arasında da tartışıldığını görünce, hem oyun yazan, dönem dönem oyun yöneten, oyunculuk yapan hem de “kamu ekonomisi” ve “politik ekonomi” alanında kafa yoran biri olarak, ilgili ekonomi alanlarının kavramlarını kullanarak devletin, belediyeler aracılığı ile sanatı, tiyatroyu nasıl destekleyebileceğine ilişkin bazı önerilerde bulunmanın mümkün olduğunu düşündüm. İktisadi modeller ya da akıl yürütmeler sorunları anlamamıza yarar, sorunları uygulama düzeyinde çözmek ise iktisadın değil, siyasetin işidir.

Yazının hemen başında söyleyeyim; yukarıda adı geçen belediyelerde neler yaşandığının ayrıntılarını bilmediğimden, o belediyelere ve tiyatrocularına ilişkin bir yorumum olmayacak.  Bu belediyelerde genel sanat yönetmenlerinin değişmesinin “nezaket dışı” (Bu gerçekten iyi olmamış) gerçekleşmesinin ötesinde tartışma konuları çok derinleşmedi. Yönetmelik gibi bazı yasal metinlerde yapılması planlanan değişikliklere ilişkin bazı tartışmalar sosyal medyaya yansıdı. Bu tartışmalarda da görebildiğim ve takip edebildiğim kadarıyla taraflar birbirilerini, dışardan takip edenlerin teyit edemeyeceği bir şekilde, suçladı. Bu tartışmalar özellikle İzmir Şehir Tiyatrosu hakkında daha fazla oldu. Belediyelerin tiyatro sanatını nasıl destekleyebileceği veya desteklemesi gerektiğine ilişkin çok ayrıntılı tartışmalara rastlanmadı çünkü mevcut destekleme biçiminin muhtemelen en doğru olduğu düşünülüyordu ya da bu konular ilgili başka mecralarda tartışıldı ise ben görmedim.  Tarsus’ta ise basına yansıdığı gibi oyuncuların, sanatçıların, park ve bahçelerde görevlendirilmeleri gibi uygulamalar olduysa, belli ki yasaya uygun “adaba aykırı” işler yapılmıştır. Bunun yanında bu üç belediyenin şehir tiyatrolarının hukuki yapısı birbirlerinden çok farklı olabilir. Bu üç belediye bağlantılı tiyatronun hukuki yapılarının ayrıntı düzeyinde farklarını bilmiyorum. Bu yazıda biz genel olarak daha çok bir yöntem olarak yukarıdaki başlıktaki konular hakkında düşüneceğiz.

Devlet sanat ilişkisi kapsamında genellikle karşılaşılan temel iktisadi sorun şudur: Devlet sanatı nasıl destekler? Bu arada, aynı soruyu Almanya’da sorsanız, size hangi devlet? sorusu ile yanıt verilecektir çünkü üç-dört devlet düzeyi vardır: federal devlet, bölgesel devlet (eyalet), yerel devlet, ayrıca belediyeler…  Bir de bazı şehirler kendi başına eyalet statüsündedir.

Devletin sanatı desteklemesi somut olarak kısaca, sanatçının sanatını icra edecek, sanatını üretecek ve sanat takipçisine sunacak ortam, mekân yaratması demektir. Bazen de sanatçıların hizmeti karşılığı onları mali olarak desteklemesidir. Bu iki durum, yani sanatın üretilmesi için ortam, mekân, çevre yaratılması bir de sanatçının bazı durumlarda da mali olarak desteklenmesi, farklı sanat dalları için farklı kurumsal yapılar gerektirir.  Burada bir parantez açarak kapitalizmde gözlenen “parsadan” bahsedelim.  Kapitalizm vitrinine iş adamlarını, büyük sermaye sahiplerini koymaz. Onları halk tanımaz. Onlar ünlü değildir.  Kapalı kapılar arındadırlar. Kapitalizm vitrinine sporcuları, özellikle futbolcuları ve sanatçıları, özellikle oyuncuları ve popüler müzik yapan müzisyenleri koyar. Meslek grupları bakımından (iş adamları, büyük sermaye sahiplerini dışarda tutarak) dünyanın en çok gelir elde eden insanları arasında futbolcular, oyuncular, popüler müzik yapan müzisyenler de vardır. Ancak, unutulmaması gereken önemli nokta, bu spor ve sanat alanlarında “kazanan parsayı toplar” (winners-take-it-all) durumunun egemen olduğudur. Diğer bir deyişle bütün oyuncular ve sanatçılar çok yüksek gelirler elde etmezler. Kazanan parsayı toplar durumu ilgili sektörde çok az sayıda insanın o sektördeki gelirin çok büyük bir kısmını alması, çok sayıda insanın da ortada kalan azıcık geliri aralarında paylaşması demektir.  Oyunculuk alanı böyle bir alandır. Kendi içinde gelir dağılımı en bozuk meslekler arasında oyunculuk ilk sıralardadır. Bu bakımdan, devlet örneğin tiyatroyu destekleyeceği zaman, bu desteğin nasıl yapıldığını, paylaşıldığını, birilerine rant mı aktarıldığını takip etmek zorundadır. Devletin sanatı destekleme biçimi sanatçılar arasında gelir dağılımının daha da bozulmasına neden oluyorsa, o zaman destekleme biçimini gözden geçirmek gerekir. Devletin sorumluluğu vardır.  Devlet, çoğu “kaynakta kesilen” ve “dolaylı” vergilerle (işçi, memur ve düşük gelirlilerin oransal olarak daha çok ödediği vergilerle) elde edilen kamu kaynağıyla, zaten parsayı toplayan durumundaki (rant geliri elde eden) sanatçıları özendiren bir destekleme yapısı oluşturmamalıdır. Burası önemli bir noktadır. Öyle bir destek yapısı oluşturulmalıdır ki, parsayı toplayan sanatçılar değil, sanat desteklenmelidir. Devletin destek yapısı sanatçılar arasındaki gelir dağılımı bakımından nötr olmalıdır. Bunu gerçekleştirmek zordur. Bu konunun ayrıntılı incelenmesine bu yazıda başlanacak ve serinin diğer yazılarında da devam edecektir.

Farklı sanat dalları daha önceki birkaç yazımda üzerinde durduğum gibi, kendi aralarında bazı “kümelere” ayrılırlar ya da sanat dallarının farklı boyutları vardır. Kısaca hatırlatalım. Söze ve yazıya dayanan sanatlar, GENEL OLARAK söze ve yazıya dayanmayan sanatlara göre daha politik ya da daha fazla politik içerikle donanabilecek sanatlardır. Burada sanatçı değil, sanatın kendisi politik olmaya daha müsaittir. Örneğin edebiyatın hemen her türü ve tiyatro, senfonik müziğe göre politik olmaya daha müsaittirler. Bu konuyu daha çok merak eden okuyucular için özellikle Akdede (2022, 2023) önerilir.

Sanatsal çıktının ölçümü

Bu aşamada bir konuyu daha hatırlatmak gerekir. Sanatsal üretimin çıktısı (sanat eserinin kendisi ya da sanat üretim süreci) iktisatçıların ölçmekte çok zorlandıkları bir kavramdır. Bu yüzden sanat alanında iktisadi analiz yapılırken özellikle output (çıktı) konusunun ne olduğu sürekli akılda tutulmalıdır. Sanat alanında iktisadi analiz kesinlikle yapılamaz diyenler ise bu makaleyi okumayı burada bırakıp kendi “bağnazlıklarına” çekilebilirler. Örneğin bir tiyatro kurumunun etkinliğini ya da verimliliğini değerlendirirken hangi verilere bakmak gerekir?  Her tiyatro grubu çok başarılı olduğunu iddia edebilir. İnanılacak mı? İnanılmayacaksa, nasıl değerlendireceğiz? Çok duyulmuştur, özellikle bazı ödenekli tiyatrolar şu kadar temsil yaptık, bu kadar festival yaptık, köylere oyun götürdük, şu kadar seyirciye ulaştık, salonlar hep doluydu, yurtdışında şu kadar temsil yaptık, bu kadar çocuğa oyun ulaştırdık, dağa taşa oyun götürdük, gibi söylemlerle output (çıktı) konusunu aydınlatmaya, somutlaştırmaya çalışırlar. Bu tiyatrolar bütün bu çıktı örneklerini başarı kriteri olarak sıralarken genellikle bütçe rakamını vermeyi unuturlar. Bütün o üretildiği iddia edilen çıktılar kendi özel bütçelerinden karşılanmamıştır. Acaba o çıktılar devletin sanatı desteklemek için başka bir organizasyonu, başka bir örgütlenme biçimi olsaydı toplumsal olarak daha az maliyetle mi üretilirdi sorusu asıl can alıcı sorudur.  Bu konu genellikle unutulur. Bununla beraber bu yazının konusu bu soru olmadığı için, geçiyoruz.

Kısaca, tiyatro üretim faaliyetinin ölçülebilen çıktısı, sahneye konan eser (oyun) sayısı, seyirci sayısı, temsil sayısı, Keynesyen çarpan etkisi (maddi çarpan etkisi) gibi somut, objektif kavramlarla ifade edilmektedir. Bu ölçülebilir kavramlar, özellikle tiyatro sanatı için, iyi, güvenilir, objektif “çıktı” örnekleridir. Bu çıktı kavramları bizim analizlerimizde de kullanılır. Bunun yanında sayılarla ölçülemeyen çıktılar da vardır: estetik algısının, duygusunun tatmin edilmesi ya da yükseltilmesi, sanatsal yaratıcılığın özendirilmesi ve arttırılması, sanatsal bilgi birikiminin ve deneyiminin arttırılması,  bir “kimlik” oluşumuna yardımcı olunması,  tiyatro izleyicisinde oluşan “iyi insan olma halinin” dışsal olarak toplumun diğer bireylerine yansıması (duygusal olumlu dışsallık) gibi…Hem ölçülebilen hem de ölçülemeyen çıktı türleri, eğer sanat devlet ya da herhangi bir kamu kurumu tarafından destekleniyor ise, devletin veya kamu kurumunun denetimine, gözetimine, değerlendirmesine tabiidir.  Eğer ölçülemeyen çıktıların önemi sık sık vurgulanıyor, ölçülemeyen çıktılar üzerinde kamu kaynağını kullananlar (sanatçılar) ile bu kaynağın hangi alanlarda kullanılacağına, hangi alanlara yönlendirileceğine karar verenler (genellikle siyasetçiler) hemfikir ise bu iki kesim arasında sosyal güven (social trust) tesis edilmiş demektir. Sosyal güven genellikle kültürel uyum ya da kültürel harmoninin de bir göstergesidir. (Beğenilsin ya da beğenilmesin içinde bulunulan kapitalist demokrasilerde kamusal kaynakları yönlendirme yetkisi her ne kadar çok aksak da olsa belli dönemlerde yapılan seçimlerle siyasetçilere bırakılmaktadır. Siyasetçiler doğası gereği kötü, sanatçılar ve bürokratlar en yurtsever, en iyidir yargısı bilimsel olmaktan çok uzaktır. Bunu da akılda tutmak gerekir). Ölçülebilen ama özellikle ölçülemeyen çıktılar üzerinde siyasetçiler ve sanatçılar ya da bürokratlar hemfikir olamıyorsa o zaman genellikle kültürel, siyasal kutuplaşma kendini dışa vuruyor demektir.  Bu iki grup arasında “sosyal güven” tesis edilememiş, kültürel çatışmanın herhangi bir vesile ile ortaya çıkmış haline şahit olunuyor demektir. Burada söz konusu olan bir anlamda kamusal alana (buna bazen devlet de dahil) yerleşme mücadelesidir. Siyasal, kültürel kutuplama ille de sağ ve sol siyasi kamplar arasında olacak diye bir zorunluluk yoktur. Solun ya da sağın kendi içinde de farklı fraksiyonlar bağlamında, kutuplaşma kamplaşma olabilir. Ayrıca, genel bir ideolojik kategori olarak aynı siyasi “kampta” ya da fraksiyonda olsa bile, kutuplaşmalar bazen çeşitli nedenlerle kişisel düzeyde de ortaya çıkabilir. Son dönem belediyelerde yaşanan tartışmaların kaynağında böyle kişisel kamplaşmalar rol oynamış olabilir çünkü el değiştiren belediyelerde gelen yeni başkanlarla giden başkanlar aynı siyasi partidendirler.  Bir de gelen başkan sağ kanattan giden de sol kanattan olmuş olsaydı o zaman çatışmalar daha şiddetli olabilirdi. Bu durumda kamusal alana yerleşme ve kamusal alanın kurallarını belirleme konusunda güç sahibi olsa en nihai tahlilde parasal getiriye de dönüşecek, bu kültürel çatışma rant elde etme mücadelesine dönecektir. Bu çatışma durumu hayatın hemen hemen her alanına dağıldığında vergi ödeyen vatandaşlar açısından bir refah kaybına neden olacaktır. Bu kültürel ya da siyasi kutuplaşmadan toplum için olumu bir durum değil olumsuz durum ortaya çıkmış olacaktır. Bundan dolayı da Türkiye hemen hemen her alanda gelişmiş diye adlandırılan ülkelerde gözlenen iş modellerine, üretim biçimlerine, çalışma düzenine, en nihai olarak kendi içindeki toplumsal barış ve refaha ulaşamayacaktır.

Bu aşamada konuyu biraz daha daraltıp devletin, belediyelerin tiyatro sanatını en kavgasız gürültüsüz, en az refah kaybıyla nasıl destekleyebileceğine eğilelim. Bunu yapmadan önce tiyatro sektöründe (Henüz sektör olarak adlandırılabilir mi bilmiyorum çünkü ünlü birkaç sinema/dizi oyuncusunun toplam yıllık geliri, İstanbul’da satılan toplam tiyatro bilet gelirlerinden, tiyatro biletinin ortalama fiyatını 100 TL kabul ederek 1 milyar 600 milyon TL civarında, fazla olabilir) mevcut durumun ne olduğuna bakalım.  Mevcut durum Türkiye için, olması gereken durum mudur? Bu konu üzerinde durduktan sonra, gene verili durumda yani Türkiye’nin hukuki ve iktisadi yapısının kısa dönemde değişmeyeceği varsayımı altında mevcut durumda bazı değişiklikler yapılırsa, hangi çıktılar, ölçülebilir veya ölçülemeyen nasıl değişir? Bu sorular bu yazı dizisinde elden geldiğince gözden geçirilecek, incelenecektir.

Mevcut Durum

Şimdi mevcut durumu bizim gözlemimize göre dile getirelim

Türkiye’de oyuncu sayısı artmaktadır çünkü üniversitelerin, özel üniversitelerin dahil, kontenjanları dolmakta hatta özel kurslara devam eden öğrenci sayıları eksilmemekte, artmaktadır.

Türkiye’de yıllar itibariyle özel tiyatro/bağımsız tiyatro sayısı artmaktadır. En son 2023-2024 sezonu için Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’nden yardım talep edip de yardım alan profesyonel tiyatro sayısı 304’tür.

Birçok özel/bağımsız tiyatro dekor depolama alanı, prova mekânı bulamamakta, bu yüzden tek kişilik ya da az kadrolu, az dekorlu oyunlar sahneye koymaktadır.

Bazı özel/bağımsız tiyatrolar 20 temsil yapabilecek salon bulamamaktadır.

Ödenekli tiyatrolar sahneye sahip olma bakımından daha avantajlı ve fiyat rekabetinde de öne çıkmaktadır.

Ödenekli tiyatrolarda kadrolu oyuncuların dışarda TV dizi sinema seslendirme reklam faaliyetlerinde görev alma oranı özel/bağımsız tiyatroların sanatçılarıyla karşılaştırıldıklarında daha yüksektir. Toplam tiyatro oyuncuları içinde ödenekli tiyatro oyuncuları sayısı oransal olarak çok yüksek değildir.

Mevcut durum tespitlerinde bu gözlemlerimize katılmayanlar muhtemelen belediyelerin tiyatroyu destekleme konusunda bizim önereceğimiz modeli kabul etmekte zorlanacaklardır. Bu da çok doğaldır. Bu durumda diğerlerinin gözlemlerine ve onların modellerine ihtiyaç duyulacaktır.

Bundan sonraki bölümde anlatacaklarımıza faydalı olacağını düşündüğümüz bir kavramı daha açıklamakta fayda vardır.

Crowding out (Dışlama) Etkisi

Bu kavram, genellikle devletin yaptığı yatırımlar nedeniyle toplumsal mali kaynakları kendine çekmesi, özel sektöre kalan mali kaynakların azalmasını ve faiz oranının artması sonucu özel yatırımların düşmesi ve milli gelirin de azalmasını ima eder. Bu görüş oldukça özel sektör taraftarı bir görüş olarak ortada durmaktadır çünkü kamu yatırımları sonucu özel yatırımların düştüğü ve özel sermaye birikimin azaldığı dile getirilir. Bununla birlikte, kamu yatırımları sonucu özel yatırımların da arttığı yani crowding in durumunun da gözlendiği görülür. Özellikle, kamu sektörü firmaları özel sektör firmalarına ucuz aramalı ve yatırım malı sattıkları zaman özel sektörde sermaye birikimini özendirmiş olurlar. Türkiye’nin iktisadi tarihinde benzer durumlara ya da uygulamalara rastlanmıştır. Bazı Marksist yazarlara göre ise kapitalist devlet, özel sektörün güvenli bir şekilde gelişmesi için oluşturulmuş ideolojik bir aygıttır. Bu tür yorumlar bizim durumumuzla tam ilgili olmamakla beraber, Türkiye’de ödenekli tiyatrolarla özel/bağımsız tiyatrolar arasındaki iş birliği devlet ile özel sektörün sanayi alanında iş birliğine benzememektedir.  Yıllardır dile getirdiğimiz DT ve ŞT kullanımındaki salonların bağımsız tiyatroların da kullanımına açılması son zamanlarda uygulama alanı bulsa da yeterli düzeyde değildir. Türkiye’de özel/bağımsız tiyatrolarla ödenekli tiyatrolar iki farklı dünyanın tiyatroları gibidir; aralarındaki iş birliği neredeyse yok denecek düzeydedir. Bu konuda yapılabilecekleri de önümüzdeki sayıda üzerinde düşüneceğimiz modelde dikkate alacağız.  Henüz oluşturulacak modele ve o modelin gerçekleştirmek için kendine belirlediği amaçlara geçmeden önemli gördüğüm bir veri ile bu yazıyı bitirelim.

 Sahne sanatları prova mekanı/alanı

Şehir Prova alanı sayısı Verinin derlendiği yıl Veri kaynağı
Austin 74 2018  Austin Space Finder
Barcelona 11 2018  Cultural Data Observatory. Institute of Culture. Barcelona City Council
Helsinki 19 2018  City of Helsinki
Hong Kong 16 2019  LCSD
Lisbon 17 2018  Câmara Municipal de Lisboa — Only public rehearsal spaces
London 86 2018  Greater London Authority
Los Angeles 659 2018  SpacefinderLA — This includes all spaces in the SpacefinderLA database.
Melbourne 38 2018  Yellow Pages, Creative Spaces
Montréal 90 2018  Ville de Montréal, Direction du développement culturel
Paris 1,100 2018  L’IAU a une base avec les Lieux de pratique artistique…More +
San Francisco 166 2018  Bay Area Performing Arts Spaces
Stockholm 250 2018  Culture Administration of Stockholm — Estimate; Data concerns Stockholm
Taipei 44 2017  Department of Cultural Affairs, Taipei City Government
Toronto 749 2018  City of Toronto — Open Data Catalogue – Cultural Spaces…More +

Kaynak: WCCF ( World Cities Culture Forum)

İstanbul’da prova alanı istatistiği tabloda yoktur. Bunun nedeni büyük bir ihtimalle böyle bir verinin Türk makamları tarafından tutulmuyor oluşudur. Bizim gözlemimiz prova alanları oluşturulması ya da inşa edilmesi yönünde bir çabanın bu zamana kadar yeterli düzeyde gösterilmemiş olmasıdır.  Bu olgu, üzerinde ciddiyetle durulması gereken bir konudur.

Kaynak

Akdede, S.H. 2022, Kültür ve Sanat Ekonomisi, Ekin Yayınevi.

Akdede, S.H. 2023, Kültür-Sanat vs Sermaye-İktidar, Alfa Yayınları

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Sacit Hadi Akdede

Yanıtla