Post Dramatik Anlatım Teknikleri İle Otobiyografi

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Bilge Az

Oyunu seyrimize oyuncuyu sahnede değil camın arkasında görerek başlıyoruz. Oyun sahne üzerinden oyunlar ile değil kalın bir camın arkasından daha efektif daha farklı ve modern yöntemler kullanılarak anlatılacaktır. Bu yönüyle oyunun yapısına post dramatik diyebiliriz. Ama oyunu post dramatik yapan tek sebep de bu değildir elbette.

Oyun Moda Sahnesi’nin iki sahnesinde de değil ufak sahnesine ait olduğunu düşündüğüm bir camın arkasında oynanırken seyirciler de tiyatro sahnesindeki koltuklara değil antre alanına dizilmiş sandalyelere oturmaktadırlar.

***

Oyuna gitmeden evvel çok şaşalı bir hikaye duyacağınızı düşünerek giderseniz çok büyük hayal kırıklığına uğrayacaksınız. Oyuncu Melek Ceylan, Dramaturg Yaşam Özlem Gülseven ve Yönetmen Salih Usta ne kadar olağanüstü bir hikaye anlatıyor gibi gözükseler de kuşağındaki birçok kişi gibi Melek Ceylan’ın da anlatacak olağanüstü bir hikayesi söyleyecek çok aykırı bir sözü yok (en azından bu oyunda). Oyunu yaratan ekip, oyun yaratan birçok kişinin-ekibin aksine hikayenin merkezindeki oyuncunun yaşadığı marjinal hikayeleri, olağanüstü otobiyografisini değil başından geçen sıradan şeyleri anlatmayı seçmiş diyebiliriz.

Anlattıklarının temelde sıradan şeyler olmasına karşılık özgürlüğü, bireyin kendi bedeni üzerindeki haklarını, gücü, ahlaki değerleri, Türk geleneklerini ve aile yapısını sorgulayarak irdeler. Ama ne var ki bunu yapmaya genç yaşlarında başlamamış. Ancak orta yaşlara geldikten sonra geçmişine bakarak hayatında olan bitenin muhasebesini kalın camın arkasından seyirciye haykırışları ile sesini duyurmaya çalışarak anlatmaya çalışmaktadır. Anlattıklarında ne kadar bir toplumsallık olsa ve bunları oyunun post dramatik yapısının gücüne sığınarak olabildiğince derin ve farklı bir şekilde anlatmayı başarsa da sonuç olarak anlatılan hikaye oyuncunun/yazarın kendi hayat hikayesidir. Sadece hayat hikayesini anlatırken toplumda kanayan belirli yaralara basmayı başarabilmiştir.

Hikayesini anlatırken, derdini aktarırken “Şu oldu”, ”Bu oldu”, “Şu şöyledir”, “Bu böyledir” gibi didaktik sözleri terk etmeyi gerçek anlamda başarabilmiştir -Otobiyografi dinlemenin esas lezzeti burada değil mi aslında-. Basmakalıp bir şekilde olanı özetlemek veya edebi bir dil kullanarak yaşanmış olayları bir öyküye dökmek; bir de öyküyü Melek Ceylan ve ekibinin bu oyunda yaptığı gibi hiç alışılmamış post modern teknikler kullanarak anlatmak…

***

Oyuncu, kalın camın arkasından sesini duyurmaya çalışır. Duyuramaz. Sesini duyuramaması aslında oyunun derdidir (en azından bu yarıya kadar olan bölümüm). Kendisini anlatırken sesini duyurmaya çalışıp duyuramayan bir kadını canlandırıyor bunun için de haykırıyor. Bu duyamadığımız sadece onun değil şiddete ve tacize maruz kalan yüzlerce belki binlerce kadının sesidir(Burada bu metafor verilmiştir.). Sesini çıkartmak isteyip de çıkartamayan bir kadını gösterirken aslında binlercesini özetlemektedir.

Anlatmak isteyip de sesini duyuramadığı şeyleri ise ilk başta haykıra haykıra ve mimler yoluyla izleyiciye aktarıyor. Bu coğrafyada kadın olmanın zorluklarından bahsedeceğini haykırırken dahi sesi çok zor duyulmaktadır. Kalın camın arkasından sesi gerçekten zor duyulsa da aslında sesinin duyulmaması-zor duyulması bir ironidir. Anlatılmaya çalışılan şiddete ve tacize maruz kalan kadınların haykırsalar dahi sesinin duyulmadığıdır.

***

Önce sesini duyurmaya alışır, duyuramaz. Sonra bağırarak sesini duyurmaya başladığı anda önce bağıra bağıra kendisini tanıtır. Anlatacaklarına öncelikle kendi hikayesini anlatarak başlar.  Kendisini anlatırken tüm ev eşyalarını saymaya başlar. Bu alışkanlık yaşadığımız coğrafyada genelde dul kalmış yaşlı kadınlara ait bir alışkanlık olarak bilinir. Oysa ki oyunda anlattığı kadarıyla kendisi bekardır.

Anlattığı hayat hikayesini bir süre mimler yoluyla ve bağırarak anlattıktan sonra cama çizerek de anlatmaya başlar.  Bahsettiğim efektif anlatım yöntemlerinin birisi budur. Bu yönüyle de, tiyatro oyununda anlatılanları cama çizerek desteklemek hatta desteklemekten öte bu şekilde anlatmak da oyunu post dramatik yapan eylemlerdendir.

Cama çizdiği hayat hikayesinde doğduğu şehir ve mahalleden bahsederek başlar. Bir noktaya kadar anlattığı şey sıradan hayat hikayesidir. Bunu ilkokul çocukları gibi basit çizgilerle ev – okul – anne baba çizerek anlatır. Aslında anlattığı hayat hikayesi salt kendi otobiyografisi değildir. Hayat hikayesi olarak cama çizdiklerinin ve yazdıklarının içerisinde politik göndermeler ve sosyolojik anlatımlar da vardır. Yurdumuzda en çok kanayan yaralara değinir. Kadına ve çocuğa taciz konusunun epeyce üzerinde durur. Cama yazıp çizerek anlattıklarının içerisinde en belirgin olanı da çocukluğunda bir aile yakınlarının kendisine yaptığı tacizdir. Çocuğa taciz sorunundan bahsederken camın ardından en gür ses tonuyla türkü de çığırır. Burada kalın camın ardından kendini duyurma çabası tacize uğrayarak sesini duyurmaya çalışan ama kendini çok zor duyuran çocuk ve kadınların çığlığını anlatmaktadır.

Bu anlattıkları akabinde halen kanayan başka bir yaraya değinir. Alevi- sünni- kürt- çerkez şeklinde toplumuzda etnik grupların parçalanarak birbirlerine düşman edilmesinden de bahseder.

***

Yaşı epeyce ilerlemiş olmasına karşın hiçbir şeye sahip olmamasına rağmen, çocukların tacize uğradığı, etnik kökenlerin ayrıştırıldığı, kadınların öldürüldüğü bu coğrafyada olanları anlatmaktan uzak duramayacak, kendi ideallerinin peşinde, imkansızı elde etmek uğruna, pek çok sanatçının yaptığı gibi yaşantısını kendine cehenneme çevirecektir. Ancak yine bir çok sanatçının (belki de her sanatçının) yaptığı gibi bu cehennemde yaşamaktan da keyif alacaktır çünkü kendi istediği şeyi –sanat- yapacaktır.

Oyun bu aşamasına kadar Melek Ceylan’ın otobiyografisi olsa ve otobiyografisinin içerisinde toplumda kanayan yaralara dokunması üzerinde yürüdüyse de bu aşamasından sonra oyuncuların, özellikle de tiyatro oyuncularının yaşam tarzını ve sıkıntılarını anlatmaya başlar. Aslında konunun buraya geleceğinin sinyalini en baştan belli bir yaşa geldiği halde halen daha sigortasının veya herhangi bir sosyal güvencesinin olmadığını söyleyerek vermektedir.

Anlatımlarının içerisinde camın arkasından olanca gür bir ses tonu ile Candan Erçetin’in “Yalan” şarkısına vokal yaparak silgi alanını değiştirir ve akışı daha da renklendirir. Oysa ki söz konusu şarkı da anlattıkları da son derece acıklı ve karamsardır.

Doğduğu evden, mahalleden bahsettikten sonra hayat hikayesinin gelişimini aktarırken tiyatroda pek de alışılmamış bir şekilde bolca cama çizerek anlatırken bir yanda da mimlerle destekler ve bağırır.

Konu genelden özele geçer. Daha ciddi, toplumda kanayan yara haline gelmiş konulardan bahsederken oyun bir anda yön değiştirir, ilk aşamasındaki ciddiyetinden ve toplumsallığından hiçbir eser kalmaz. Sadece hayat hikayesinden ve yaşam şeklinden bahsetmeye başlar. Oyunun bu aşamasından sonrası yer yer komik öğeler, anlatımların içerisinde komik mimikler de barındırmaktadır.

Kendisinin gelişip yaşadığı şehirden çıktığı, İstanbul’a taşındığı zamanı anlatmaya başladığında o zamana kadar söylediği yanık türküler yerini bir dönem oldukça popüler olmuş, gece kulübü ve kafeteryalarda çok fazla çalınmış post modern ve klişe haline gelmiş pop müziklerine bırakır. Cama çizdiği müzik setine dokunarak çalan pop müziklerinde dans ederek anlattığı hayat hikayesini destekler.

İstanbul’a taşınma serüveni ile beraber adeta “Ben gidiyorum artık Mersin. Bu yaşantıdan bıktım usandım. Bu genç yaşıma hatta bu çocuk yaşıma kadar gördüklerim bana yetti artık seninle daha fazlasını görmek istemiyorum. ” der. Ancak İstanbul’a gelmesi ve oyunculuk serüveni ile beraber çok daha fazlasını görecektir.

***

Anlatımlarında bir süre geçtikten sonra elbisesini üzerinden çıkarttıktan sonra anlatımlarının tamamını mimlerle yapar. Burada uyguladığı performans oyunculardan çok performans sanatçılarının aksiyonlarına yakındır. Modern sanatın tiyatrodaki yansıması olan post dramatik kavramını oyuncunun buradaki performansı ile irdelemektedir.

Anlattığı hikayenin yani kendi hayat hikayesinin gelişiminde kendi oyunculuk serüveni aslında tüm oyuncuların çektiği sıkıntılardır. Bunu kendi özeli üzerinden aktarsa da esas anlattığı tüm oyuncuların yaşadığı bir problemdir. Ve oyunculuk serüveninden, oyunculuk kariyeri boyunca başına gelenlerden, oyuncu olmak için ajanslarda çektiği zorluklardan uzun uzun bahseder. Ajanslarda kendini pazarlayabilmek adına yaptıklarını anlatırken camın arkasından audition vermesi oldukça eğlencelidir. Ne kadar hayatında yaşadığı zorluklardan bahsetse de özellikle uyguladığı eğlenceli mimler sayesinde anlattığı hikaye bu aşamadan sonra baştaki acıklı halinden çıkarak tamamen eğlenceli bir hal alır.

Anlattığı yaşam hikayesinde oyuncu olmak için ajanslara ömür çürütmesi ardından da devlet tiyatrolarına gire serüveni hayatında oldukça zorlu süreçler olsa da bunları anlatımları acıklı değil aksine eğlencelidir. Tabii bu anlatımlarını cama çizerek ve camı kullanarak cam üstünde verdiği mimlerle desteklemeyi de ihmal etmez. Burada oyunu yaratan ekip olarak mizahi anlatımı tercih etmişlerdir. Oyunun özellikle bu bölümünde de bolca kahkaha atacaksınız.

Oyunun finali de bence çok vurucu bir şekilde biter. Burada ne olduğunu anlatmayacağım ama bana göre yok oluşun -bir hayatın bitişinin- metaforu verilmiştir (veya öyle yorumlanabilir). Ve bitişte ayrı bir çatışma yaşayarak bu çatışma içerisinde ayrı bir performans sergiler. Ama size nasıl bittiğini anlatmayacağım. Gidip görmenizi istiyorum. Ne var ki bu kadar vurucu bir şekilde biten finale karşılık finalde cama bitti yazması bana göre oldukça gereksiz durmuş.

***

Hayatımızı kuşatan hikayelerimiz içerisinde hayat bizi belli aksiyonlara veya belli fenomenlere bağımlı hale getirmektedir. Uzun zaman harcayarak edinebileceğimiz iş kariyeri, sanat, spor gibi beceriye dayalı eylemler-meslekler de uğrunda bir dönemimizi değil tüm ömrümüzü feda etmemizi gerektirmektedir. Yaşadığımız bu dönemde de yetkinleşmek (ustalaşmak) veya başarılı olmak ise herkesin harcı olamamaktadır maalesef.

İşte Melek Ceylan da otobiyografisini anlattığı bu oyunda çocukluk anılarından bolca bahsettikten sonra sanat uğruna harcadığı koca bir ömrünü ve bu yolda gelecek kaygılarını aktarmaktadır. Ama  anlatımlarının içerisinde de toplumda kanayan yaralara da parmak basmayı ihmal etmez.

***

Sonuç olarak popüler olabilmiş büyük oyunlar ağırlık olarak anlatımlarında alışılagelmiş anlatımları seçmişlerdir. Hatta birçoğu başarılı yağmalamaları ile var olmuştur. Tarih ve eleştiriler bu oyunların verdiği mesajları çok daha basit yoldan anlatan bu oyunları sever ve seyircinin bundan ötürü (oyunun çok kolay yutulur olmasından dolayı) minnet duymaları gerektiğini varsayarlar. Oysa ki On İkinci Ev anlatım olarak çok daha kapalı bir anlatım ve çok daha karmaşık bir dil seçmiştir. Bu da popüler olabilmesinin önünde bir barikat olabilir. Ancak anlatım şekli ve kurduğu karmaşık dünya ile tiyatromuza yeni bir renk kattığı kesindir.

Kim ne kadar beğenir? Anlatılmak isteneni kim ne kadar algılayabilir? Veya kim nasıl yorumlar? Bunlar tamamen ucu açık sorulardır. Ama şu var ki anlatımdan diline her yönüyle farklılığı sebebiyle her gün aynı şarkıyı dinlemek istemeyenlerin, her gün aynı yemeği yemek istemeyenlerin kesinlikle izlemeyi tercih edecekleri bir oyun olduğunu düşünüyorum.

*Oyunu 22 Haziran 18:30’da Moda Sahnesi’nde izledim

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Bilge Az

Yanıtla