Geçen Mevsimin En İyi Oyunları – V

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Erdoğan Mitrani

Pandemi sonrası çok artan tek kişilik ´monodramalar´, geçen sezonda da çok sayıda sahnelendi. Kişisel beğenime göre en iyilerini kısaca anımsamadan önce, geçen sezonun keşfedilmeyi çok hak eden, tür ve tarz olarak son derece ilginç ve ayrıksı bir disiplinler arası performanstan söz etmek istiyorum.

Geçen Mevsimin En İyi Oyunları - V

displaced’

‘displaced’, gerçek bir olaydan esinlenerek, mültecilerin Rusya-Norveç arasındaki Storskog sınırından, ruhsatsız tek araç olan bisikletle geçebilmesi temel alınarak hazırlanmış, bedenler arası diyalogun dans tiyatrosunu anımsatırcasına öne çıktığı, diyalogsuz bir mültidisipliner yerleştirme performansı.

Proje danışmanlığını Ozan Ömer Akgül’ün yaptığı, Ertürk Erkek’in William Saroyan’dan esinlenerek tasarlayıp yönettiği, Ezgi Adanç’la birlikte oynadığı, kadim göç meselesinin küçük bir noktasından hareketle üretilmiş eserde yol, sınır, koparılan ya da koparılamayan bağlar, geçmiş, gelecek, umut, keder kavramları başarıyla ele alınıyordu.

Oğuzhan Akalın’ın ses ve efekt tasarımı eşliğinde, tiyatro mekânı olmayan oyun alanlarında sahnelenen gösteriye dış ses olarak Tara Demircioğlu (Ermenice) ve Yeğya Akgün (İngilizce) katılıyorlardı.

Gösterinin ardından, performansın devamı olarak ekibin izleyicilerle yaptığı, göç / iltica konularının öne çıktığı söyleşiler en azından oyunun kendisi kadar etkileyici bir deneyime dönüşüyordu.

Akgül-Erkek ikilisinin çok ilginç yeni çalışması ‘Soğuklar’ da, yaz sıcağında hâlâ devam eden sezonda prömiyer yaptı. Ozan Ömer Akgül’ün yazdığı ve yönettiği, Ertürk Erkek’in oynadığı tek kişilik oyun bu kez meyhanede geçiyor. Meyhanenin müdavimi olarak yiyip içerek izlenebilen bu farklı çalışma, 31 Temmuz Fıccın’da ve sezonda İstanbul Meyhanelerinde olacak.

‘Tut!Bırak!’  

Brüksel’de Flamanca, Fransızca ve Türkçe oyunlar sahneleyen Theater Antract, anavatanda tiyatro yapmak için geldiği İstanbul’a konsepti ve yönetmenliği Hüseyin Umaysız’a, dramaturgisi Mesut Arslan’a ait ‘Tut! Bırak!’ ile geldi.

Deniz Kaptan’ın ‘Kadın Hikâyeleri’ kitabından üç monologdan oluşan, farklı sınıf, kültür ile çevreden kadınları tek bedende buluşturan oyunda, Belçika’da yaşayan Türk oyuncu Layla Önlen erkek egemen dünyada birey olarak var olmaya, kendilerini aramaya, bulmaya çabalayan, bizlere yalnızca tanımadığınız insanlarla paylaşılan sır türünden hikâyeler anlatan üç kadının güçlü ve renkli direnişlerini performans, hikâye, dans ve enstalasyonu ustalıkla harmanlayan biçemle yansıtıyordu.

Fiziksel sınırlarını sonuna kadar zorlayan müthiş etkileyici performansı olağanüstüydü.

‘Saatleri Ayarlama Enstitüsü’

Doğu-batı, eski-yeni, geleneksel-modern arasında gidip gelen ‘Saatleri Ayarlama Enstitüsü’ romanının, ince mizahı, derinlikli tahlilleri, sağlam gözlemleriyle Ahmet Hamdi Tanpınar’ın eserleri arasında özel yeri vardır.

Yenilikçi ve araştırmacı yönetmen Serdar Biliş tiyatroya uyarladığı oyunu, büyük sahnede, hibrit bir yapım olarak, tek oyuncusunu kalabalık bir kadroya dönüştürerek yönetmiş. Sahnede durmaksızın kılık, saç, bıyık değiştiren, bedeni canlandırdığı her karakterle dönüşen Serkan Keskin, güncel teknoloji ve ustalıklı bilgisayar efektleri sayesinde, ekrandaki film aracılığıyla oyunun tüm kişilerini de ‘klonlanmış Keskin’ler’ olarak canlandırıyordu.

 

‘Ben Çoktan Gidersiniz Sanmıştım’

Absürde yatkın tematiği, yaratıcılığı, insancıllığı, alçakgönüllülüğü ile çoklukla Beckett’ten esinlendiği söylenen Will Eno’nun 2004’te yazıldığından 20 yıl sonra gücünü ve etkisini yitirmeyen zamansız monoloğu ‘Thom Pain (Hiçbir Şey Hakkında)’İbrahim Çiçek’in ‘Ben Çoktan Gidersiniz Sanmıştım’ adıyla yönettiği, Hakan Kurtaş’ın müthiş etkileyici yorumuyla sahnelenmişti. Boş sahnede, takım elbise giymiş, karizmatik, dudaklarından hiç silinmeyen muzip gülümsemesiyle seyirciyle interaktif iletişim kuran genç adam bir şeyler anlatmak niyetindedir ama nasıl başlayacağına, konuya nasıl gireceğine karar verememektedir. Yavaş yavaş çocuklukta yaşanmış, kocaman gözleri olan köpekle bağlantılı travma, arılarla ilgili bir anı, çok sevilen kadınla yürümemiş ilişki açığa çıkar gibi olur. İbrahim Çiçek ve Hakan Kurtaş’ın büyük başarısı, oyuncuyla seyirci arasında kusursuz bir duygusal yansıma kurarak, tüm kaybedilenlerin acısını adamın göz pınarlarından her an taşmaya hazır gözyaşlarını devamlı geriye iten o gülümsemeyle izleyicinin ta içine akıtmalarındadır.                         

‘Uykusuz Bir Rüya, Salim’

‘Uykusuz Bir Rüya, Salim’, kapatıldığı hücrede uykusuz rüyalar gören Adanalı Salim’in, İstanbul’a amcasının yanına gönderildikten sonra başına gelenleri, belleğinde gidip gelerek, rüyalarını ve karabasanlarını paylaşarak izleyiciye aktardığı yoğun ve etkileyici bir monolog.

Yönetmen Yiğit Sertdemir Berkay Ateş’in derinlikli edebi metnini usta işi bir teatral boyut katarak sahnelemişti. Metni yaratan, her sözcüğünü her cümlesini yaşayarak aktaran Berkay Ateş, olağanüstü yorumu ve bitmez tükenmez enerjisiyle Salim’i sahnede fiilen var etti.

 

‘Mahallemiz Eşrafından’

Türklerle Rumların bir arda yaşadığı bir adada (Bozcaada? Gökçeada?) geçen ‘Mahallemiz Eşrafından’Berfin Ertan’ın Kadir Has Üniversitesi mezuniyet projesi olarak tasarladığı metni genişleterek yazdığı, oynadığı, okuldaki danışman hocası Hakan Emre Ünal ile birlikte yönettiği cinsiyet kavramından bağımsız, kuir anlatıyı barındıran bir monodramaydı.

Berfin Ertan, nefis bir sesle okuduğu Selâ ile girdiği oyunda, benzersiz doğallık ve samimiyetle, ailesinin Rumlarla geçmiş deneyiminin de verdiği inandırıcılıkla, bir yandan o ortak yaşamın ayrıntılarını aktarırken, diğer yandan da sevgi ve duygularının derinlerine inerek, iki gencecik kız arasında filizlenen, cinsiyetin ya da cinselliğin ikinci planda olduğu bir aşk hikâyesi anlatıyordu.

‘Karşınızda Yalnız Kadın’

Oyunlarındaki güncel temalar sebebiyle tiyatro karikatürcüsü, toplumsal ajitatör ve radikal palyaço olarak da nitelendirilen Dario Fo (1926-2016) ile 1954’te evlendiği tiyatrocu, oyun yazarı aktivist Franca Rame (1929-2013) tiyatro, yazı, resim, müzik ve siyasal aktivizmle şekillenen sanat hayatlarında pek çok oyuna imza attılar. Fo’nun 1997’de Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülen Kadın Oyunları serisinin ‘Yalnız Kadın’ adlı oyunu, güncelleşmiş biçemiyle, ‘Karşınızda Yalnız Kadın’ adıyla, Tuğrul Tülek’in yönettiği ve Şenay Gürler’in oynadığı güncel yorumuyla sahnelenmişti. Kapanmaya razı olduğu evinde çocukları, kocası ve bakıma muhtaç kayınbiraderiyle yalnız yaşayan, intihara kalkışmış, çıldıran ya da çıldırmanın eşiğinde nefes almaya çalışan, erkeklerine ve tenine mahkûm edilmiş kadının öyküsü, günümüzde, özellikle de Türkiye’de ataerkil sistemin baskısının kadınlara yaşattıklarının hâlâ değişmediğini kanıtlıyordu.

‘Ben Eskiden Çok Ünlüydüm’

Gökhan Erarslan’ın yazdığı ve yönettiği ‘Ben Eskiden Çok Ünlüydüm’, küçük Mavi’nin saflığı, televizyon tutkusu, hevesleri, kurduğu hayalleriyle 1990’larda başlayan, hayal kırıklıkları, geçmişle hesaplaşma çabaları, ideallerine ulaşamayışıyla günümüze kadar uzanan öyküsünü anlatıyordu. 90’lı yılları, Mavi’nin çocukluğunun, ilk gençlik yıllarının, saf, temiz, hayalci olduğu zamanların nostaljik bakışıyla ele almakla yetinmiyor, siyasi cinayetlerden katliamlara, rant kavgasından hileli iflaslara, banka vurgunlarından mafya hesaplaşmalarına kadar, yaşadığımız sosyo-politik düzlemin, toplumsal dejenerasyonun ve kör oportünizmin temellerinin o yıllarda atılmaya başlandığını anımsayarak geçmişle yüzleşmeye çalışıyordu.

Erarslan’ın usta işi metninin gücünü, büyük başarıyla yönettiği Büyükpınar Erarslan’ın benzersiz oyunculuğu daha da pekiştiriyordu.

‘Çarpışma’

Müge Oskay’ın yazdığı, Kubilay Karslıoğlu’nun yönettiği, Can Atak’ın sahnede tek başına olduğu İstanbul Devlet Tiyatrosu yapımı ‘Çarpışma’ bu yıl Afife Jale adaylıklarında epey ses getirmişti. Sezonun son derce ilginç metinleri arasında favorilerimin arasında yer almasa da Oskay’ın klasik müzik orkestrasında zil çalan bir gencin, ayrıldığı eşini ve oğlunu davet ettiği bir konser öncesinde ve sırasında düşündüklerini, konser boyu belki sadece tek bir vuruş yapacak bile olsa, orkestranın ruhuna ve uyumuna getireceği katkıyı, tüm duyumsadıklarını izleyiciyle paylaştığı yalın metni epey başarılıydı. Tüm geniş sahneyi ustalıkla kullanan, zilciye odaklanırken, arada şefi ve sopranoyu da canlandıran Can Atak’ın, belirli bir mizah duygusu da taşıyan hüzünlü, heyecanlı yorumu da iyiydi. Ancak, duygu yoğunluğunun sesin iyice yükselterek verilmesi, oyuncunun yorumunu negatif yönde etkiliyordu.

Beğendiğim monodramalarla ilgili izlenimlerim bu kadar. Gelecek yazımda sezonun en iyi yapımlarıyla devam edeceğim.

Şalom

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Erdoğan Mitrani

Yanıtla