Geçen Mevsimin En İyi Oyunları – I

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Erdoğan Mitrani

Her tiyatro mevsimi sonunda arşiv çalışması olarak sezon boyunca izlediğim en iyi oyunlara kısaca değindiğim yazılara, İKSV Tiyatro Festivali´nin ve DasDas´ın bu yıl hayata geçirdiği İO Uluslararası Tiyatro Festivali´nin birbirinden ilginç yabancı konuklarıyla başlıyorum.

İKSV Festivali, direktörlükten küratörlüğe geçişin getirdiği aksaklıkların çoğunu bu sene aşarak alışık olduğumuz düzeyine yaklaşan bir iş çıkarırken, mütevazı bütçesine, arkasında koskoca bir kurum olmamasına karşın İO, direktörü Leman Yılmaz’ın deneyiminin de desteğiyle bizlere müthiş heyecan verici yapımlar izletti. İki festivalin en iyi yabancı oyunlarını kişisel beğenime göre sıraladım:

‘La Reprise’

1977 doğumlu İsviçreli yazar, yönetmen, siyasal eylemci Milo Rau’nun ‘Histoire(s) du Theatre’ dizisinin ilk oyunu ‘La Reprise’ ekibin 20 yıllık sanatsal yolculuğunun temel sorunsalında, şiddetin ve travmatik olayların sahnede canlandırılmasında yeni bir aşama.

Liege’de yaşayan 30 yaşındaki Arap kökenli eşcinsel Ihsane Jarfi, 2012 Nisanında, bir gay kulübünün çıkışında dört genç adamla sohbet ederek arabalarına biner…

İki hafta sonra, saatlerce işkence ve şiddet gördükten sonra gencin cesedi ormanın kıyısında bulunur. Bütün kenti sarsan cinayetle, katillerin 2014’teki duruşmaları, ‘Rau’nun 2018’de sahnelenmesinin ardından sayısız ödül almış olan, İO Tiyatro Festivali’nin açılışını yapan ‘La Reprise’inde tüm ayrıntılarıyla yeniden kurgulanırken özellikle yaşanmış olayla, sahnelenmiş olay, cinayetle, cinayeti canlandırma arasındaki bulanıklığa dikkat çekilir.

Metni, sahnelenmesi, oyunculuklarıyla kusursuzu yakalayan La Reprise, varoluşundan bu yana, ölümü sahnede canlandırıp, günahları ve toplumsal travmaları ritüelleştirmiş tiyatronun evriminde, tiyatroyu yeniden tarif eden biçemiyle, seyirciyi yarının tiyatrosuna doğru yola çıkaran olağanüstü bir başyapıt.

‘Soeurs/ Kız Kardeşler’          

Oyunları dünyanın en önemli tiyatrolarında sahnelenen, sayısız ödül sahibi 1968 Lübnan doğumlu oyun yazarı, aktör, yönetmen Wajdi Mouawad’ın kişisel ve tarihsel gelişimini aile bireyleri üzerinden yansıttığı beşlemesinin, yazdığı, yönettiği, oynadığı ilk oyunu ‘Seuls / Yalnız’, 2017 İKSV Festivali’nin unutulmazıydı. Bu kez festivale, serinin ikincisi ‘Sœurs / Kız Kardeşler’le konuk oldu.

Ellilerindeki Montrealli avukat Geneviève, bir konferans için geldiği Ottawa’da, yapay zekâ kontrolündeki aşırı teknolojik otel odasında tüm sistem sadece İngilizceye cevap verdiğinde, ana dili Fransızcanın ve Fransız kimliğinin hâlâ aşağılandığını hissederek çığırından çıkar. Odayı tarumar eden Geneviève, ertesi sabah hasar tespiti için gelen sigorta eksperi Layla Bintwarda ile karşılaşır.

Biri Batı’nın güvenli Kanada’sından, diğeri iç savaşla parçalanmış Lübnan’dan gelen iki kadın, kişisel sürgünlerini, kaybettikleri gelecek umutlarını, Winnipeg’le Beyrut’ta aynı şiddetle esen ürkünç rüzgârların parçaladığı düşlerini paylaşırlar. Kurdukları kardeşlik, onları kendilerinden daha büyük bir tarihin parçası yaparak akıp giden zamanın gaddarlığına meydan okuyacaktır…

‘Kız Kardeşler’in komikle trajiği harmanlayan metni, Mouawad için 20. Yüzyılın Shakespeare’i diyen eleştirmenleri haklı çıkaracak mükemmellikte. Yönetmen olarak her tür yeniliğe açık Mouawad, etkileyici video tasarımları, imgeler, sesler ve nesnelerle çoksesli, evrensel bir görsel işitsel olay yaratır. 130 dakika boyunca temposunu hiç düşürmeden, ustaca ayrıştırdığı iki çok farklı kadına tek başına hayat verirken, birkaç yan karakteri de canlandıran Kanada’nın en önemli oyuncularından Annick Bergeron’u sahnede izlemek büyük bir ayrıcalık.

‘The Republic of Baklava/ Baklava Cumhuriyeti’

Yunan Ulusal Tiyatrosu 1. Deneysel Sahnesi’nin direktörü, 1978 Selanik doğumlu Anestis Azas, İKSV Festivali’ne Gerasimos Bekas ve Michalis Pitidis’le birlikte yazdığı, yönettiği ‘The Republic of Baklava / Baklava Cumhuriyeti’ ile katıldı.

Londra’da öğrenciyken tanışıp âşık olan, Yunanistan’a yerleşen Fatih ve Sofiya, girişimci yatırımcı Sofiya sayesinde dünya çapında ünlenen füzyon baklavalarıyla, hatırı sayılır bir servet edinirler. Adını Meze koydukları 9 yaşındaki oğulları, okulunda milliyetçi husumetle karşılaşınca, kendi bağımsız devletlerini kurmaya karar verirler. Çağdaş Yunan toplumunun çelişkileriyle, ulus kimliğinin sorunsallarıyla, küresel ölçekte dijital tek bir ulustan oluşacak olası bir geleceğin ütopik gerçeğiyle yüzleştiklerinde Türk-Yunan çift Baklava Cumhuriyeti’nin, başından başarısızlığa mahkûm, romantik bir girişim olduğunu anlarlar…

Azas’ın dinamik ve yenilikçi sahnelemesi, keskin siyasi eleştiriyi, acımasız toplumsal hicvi ve iç burkucu komediyi ustalıkla harmanlayarak, insanların bir arada yaşamalarını siyasallaştıran yapay çatışmaları ve mitleri sorgulayan, önyargılara meydan okuyan sözde-belgesel ‘Baklava Cumhuriyeti’ni eğlenceli, dokunaklı, hınzır ve düşündürücü bir trajikomik müzikli gösteriye dönüştürür.

Yunancası ve hafif aksanlı İngilizcesiyle Katerina Mavroyorgi, oyunculuğu ve beden diliyle sayısız farklı karakteri canlandıran Yorgos Katsis, aktörlükle müzisyenliği ustalıkla iç içe geçiren Gary Salomon müthiş başarılı. Sahnede, beyaz perdede ve ekranda hep aynı yüksek düzeyi tutturan doğuştan oyuncu Cem Yiğit Üzümoğlu kusursuz İngilizcesi, doğru Yunanca telaffuzu, ilk kez keşfettiğimiz usta şarkıcılığı ve benzersiz doğallığıyla olağanüstü bir Fatih.

‘İO’

IO Uluslararası Tiyatro Festivali Kasım programında, Attis Tiyatrosu’ndan, Theodoros Terzopoulos’un yönettiği ve Aglaia Pappa’yla birlikte sahnede olduğu ‘İo’yu izledik.

Jannis Kounellis’in yalın ve minimalist dekorunda, elinde tekst, sandalyeye oturmuş Terzopoulos’un uzun bir sessizliğin ardından mırıldanmaya başladığı İo,İo ağıtıyla başlayan ‘Io’, insanları terk etmiş ya da unutmuş tüm tanrılara adanmış, duaya ve tefekküre yatkın, yalın ve kişisel bir tapınakta, insanlığa çektirilen eziyet ve çilelere bir ağıt, bilinmeyen bir tanrıya tapınmanın ritüeli gibi gerçekleşen müthiş etkileyici bir performanstı.

Terzopoulos’un birkaç metre ötede, kum döşenmiş bir platformda dimdik ayakta duran İo/Aglaia Pappa’ya kâh metinden okuduklarıyla, kâh şarkıcı eşlikçi olarak katıldığı gösteride, Pappa’nın bulunduğu yerden hiç ayrılmadan, az duyulan nefesi ve zar zor anlaşılan ego, İo / ben, io’ ile başladığı, oyun boyunca hem bedeni, hem müzikal leitmotif olarak tekrarlayacağı bu tümceyle şiirsel metnin kıtalarını, nefesini ve sesini pianissimo’dan piano’ya, piano’dan forte ve fortissimo’ya taşıyarak aktaran yorumu olağanüstüdür.

‘Double Murder: Clowns & The Fix/ Çifte Cinayet: Palyaçolar & Çözüm’

 

Modern dansın dünya çapında yıldızlarından, Londra’da yaşayan 1975 doğumlu İsrailli koreograf, dansçı, besteci Hofesh Shechter adını taşıyan topluluğuyla ilk kez geldiği İstanbul’da, farklı iki bölümden oluşan yeni koreografisi ‘Double Murder / Çifte Cinayet’i sahneledi.

Yapıtın şehvet ve hırs dolu ilk bölümü ‘Clowns / Palyaçolar’, giderek artan şiddete duyarsızlığımızı, eğlence adı altında şiddette ne kadar ileri gidebileceğimizi, müthiş tempolu başlangıcından uzun ve keyifli müzikal selamına koreografik anarşinin hüküm sürdüğü kapkaranlık bir komedi olarak aktaran, kasırga gibi bir yıkım gösterisidir. Shechter’in dansçılarını tek bir varlığın organlarına dönüştüren koreografisi, etkileyici müziği, Lee Curran ve Richard Godin’in aydınlığı, alacakaranlığı ve kapkaranlığı ustalıkla bağdaştıran ışık tasarımı ile çılgın bir görsel işitsel dans tiyatrosu olayıdır.

İkinci bölüm ‘The Fix / Çözüm’ün sahneye getirdiği kırılgan ve şefkatli enerji, izleyicileri gündelik yaşamın saldırı ve şiddet güçlerinden koruyacak bir sipere dönüşür. Grup devinimlerini bireysel dansa yeğleyen Shechter, bu bölümde de yedi dansçısını canlı tablolara dönüştürür, tek bir varlık gibi sembiyotik ilişkiye sokar. Onlara kırılgan olabilme, insani duygularını açabilme fırsatı yaratan ‘Çözüm’ fırtınaya yakalanmış köhne bir teknede, acele toparlanmış, dağılmak üzere olan dengesiz mürettebatın bir arada kalma çabasını anımsatan bir girişle başlar. Finaldeyse seyircisiyle çok az dans gösterisinde rastlanabilen bir yakınlık kurarak onu sevecenlikle sarmalayan sımsıcak bir sevgi ve şefkat sığınağı olarak sona erer. Sahne boşalır, tüm dansçılar izleyicilere karışır, salon kimi dansçının bir ya da iki seyirciye sarıldığı, kimininse sarıldıklarıyla daha geniş bir grup oluşturduğu kümelerle büyük bir sevgi yumağına dönüşür…

Haftaya yabancı konuklarımızla devam etmek üzere…

Şalom

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Erdoğan Mitrani

Yanıtla