Göç, Sanatta Yer Bulamıyor

Pinterest LinkedIn Tumblr +

(Deniz Burak Bayrak’ın Yusuf Onur Aydın ile yaptığı ve Birgün’de yayımlanan söyleşinin bir kısmını okurlarımızla paylaşıyoruz.)

Tiyatro Watt’ın geçmişten bugüne, dünya genelinde öznelerin değiştiği ama nüvelerin hep aynı kaldığı ayrıştırıcı meseleleri irdelediği ‘Gölge Otobanı’ oyunu, bu meselelerle yüzleşme yolculuğuna çıkan farklı kültürlerden üç kişiyi, bir arabanın içinde, seyirciyle buluşturuyor. ‘Karşılaşmalar’ temasıyla yola çıkan bir serinin ikinci halkası olan oyun, tesadüfen karşılaşan, birbirlerinin hayatlarını etkileyen ve bir bilinmeze doğru yola çıkan insanları sinematografik, realist ve duygusal bir dille masaya yatırıyor.

Yusuf Onur Aydın’ın incelikli ve derinlikli bir biçimle yazıp yönettiği oyunda canlandırdığı karaktere Tahir Yılmaz ve Yaşar Nebioğlu eşlik ediyor. Yaşadıkları bir olayın yolculuğun seyrini değiştirmesiyle hareketlenen oyun; göç, umut, bilinmezlik, aidiyet gibi modern insanın içsel sorunlarını gün yüzüne çıkarıyor. Senaryo, reji, oyun yetisi ve teknik unsurlarıyla dikkat çeken deneysel oyun Gölge Otobanı’nı konuşmak için Aydın’la bir araya geldik.

Bellek, hayal, umut, bilinmezlik, aidiyet ve göç oyununuzun temel izlekleri. Sizi bu temaları irdeleyen bir oyun kaleme almaya iten sebep ne oldu?

Sahnenin bir bellek olduğunu düşünen biriyim; tiyatro sahnesi tekrar tekrar yeniden canlandırma ve hatırlatma alanıdır. Bireysel ve toplumsal belleğin zayıfladığı çağımızda hatırlamak, hatırlayarak hayal etmek ve umudunu taşımak o kadar azaldı ki, sahne bunları sergilemek ve hatırlatmak için muazzam bir yer.

Göç üzerine uzunca bir süredir bir şeyler yazmak istiyordum. Buraya göç edenler, buradan gidenler, gidip tutunamayanlar ve geri dönenler. O kadar içindeyiz ki. Peki o süreçte neler yaşanıyor? Biri göç etmeye nasıl karar veriyor? Ya geride bıraktıkları, hayalleri, aşkları… Toplum olarak göçü o kadar normalleştiriyor ve unutuyoruz ki artık mültecileri taşıyan bir teknenin batması eskisi kadar haber niteliği bile taşımıyor! Ve bu konuda sanatsal olarak yeteri kadar iş yapılmadığını düşünüyorum. Göçe ve beraberinde gelen aidiyet meselesine hep makro bakıyoruz; temelde bireysel sebeplere ve sonuçlara odaklanmak istedim. Ve hikâyenin genelinde bilinmezliklere, boşluklara yer vermek istedim çünkü izleyen herkesin bir şekilde bağ kurarak kendince tamamlamasını arzu ettim. Doğruların, durumların ve sonların net olmadığını, seyircinin zihninde onun belleğiyle, hayalleri ve umutlarıyla bir hakikate erdiğini düşünüyorum.

DİL BİZİ BİRLEŞTİRİR

Üç karakter de farklı kültürlerden geliyor ama bu farklılıklar müşterek bir paydada birleşiyor. İktidar tarafından kutuplaştırılan toplum, bir arada yaşama kültürünün nüvelerini içinde barındırdığının farkında mı sizce?

İnsan sürekli bildiğini unutmak ister. Özellikle içinde bulunduğumuz ve sizin de bahsettiğiniz kutuplaşmış bir toplumdayken. Yoksa bunca ayrım ve beraberinde getirdiği birçok sorunla yaşamamız mümkün değil. Biz insanın en temel ve ortak özelliğinde birleşmeye çalıştık: hikâye anlatımı. Dil ile kurulan ilişki bizi birleştiren tek şey. Hikâyemizde zorunlu olarak bir arabada, küçücük bir alanda bulunan insanlar ne kadar farklı olsalar, ne kadar iletişim kurmak istemeseler de elbet anlatacaklar ve ortak bir paydada buluşacaklar.

Sizin canlandırdığınız Murat’ın travmatik bir geçmişi olduğunu hem beden dili hem de kurduğu cümleler ele veriyor: “Fazla umutlu olmak hüsrana götürüyor”, “Boşluğun yerine hiçliği koy” gibi. Hasan ise onun zıttı bir karakter; sorguluyor ama yine de umutlu olduğunu duyumsatıyor. Katılır mısınız?

Kesinlikle. Hasan oyundaki köprü karakter; yaşadığı savaşa, tanık olduğu kayıplara, zorunlu göçe rağmen umudunu yamalı cebinde taşıyan biri. Geçmişinden kaçan Murat’ın ve geçmişine saplanıp kalmış İsmail’in farketmesini, dönüşmesini sağlıyor. Ve bunu sadece anlatarak yapıyor, değişim belki de gerçekten dinleyerek olabilecek bir şeydir.

FAŞİZM KORKUTUCU

Yazar Isabel Allende bir söyleşimizde “Kaçmak milyonlarca insanın kaderidir; konfor alanından vazgeçmek zorunda olmayan insanların bunu anlaması zor” demişti. Ne dersiniz?

Bitmeyen savaşlar, göçler, artan faşizan tutumlar, dünyanın geleceğine dair hep iyi niyetlerde olup bunların bir yandan tarih boyunca hiç bitmediğini ve aynı ilkellikte devam etmekte olduğunu görmek oldukça korkutucu. Buna yüzünü çeviren insanlar var: Allende’nin bahsettiği gibi konfor alanından çıkmak zorunda olmayanlar. Yapılması gerekenin az önce de bahsettiğim gibi ve Allende’nin de yaptığı gibi tarihsel gerçeklerle bunları hatırlatmak, birlikte hatırlamak ve unutmamak olduğuna inanıyorum. Ve Brecht’in de tarihselcilik yaklaşımıyla açıkladığı gibi bu gerçekleri ortaya serip, bunların değişebilir olduğunu vurgulamak. Kader olarak kabul etmeden, değiştirilebilir olduğunu anlatmak gerektiğini düşünüyorum.

Deneysel tiyatro ülkemizde ne durumda?

Belli gruplar, bazı iyi çalışmalar var. Daha da artması gerektiğini düşünüyorum. Burada ekonomik faktörler çok etkili, ödenekli kurumlara veya yapımcıları olan prodüksiyon tiyatrolarına sağlanan imkânların bu gruplara da sağlanması gerekiyor.

Devamı için tıklayın.

Paylaş.

Yanıtla