Cehennem Sirki: Bir Richard “Gösterisi”

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Ferhan Petek

Var olan bir tiyatro metnini önce metin olarak daha sonra ise kendi dönemi, koşulları ve toplumsal özellikleri ile ele aldıktan sonra öne çıkartılmak istenen derdi ya da temayı belirlemek uyarlamanın temel adımlarından ikisi kabul edilir. Ancak tiyatro oyunu alınıp bir gösteriye dönüştürüldüğünde yeni metni daha yakından inceleme gereksinimi doğabilir. Tıpkı Bayülgen’in Richard’ı gibi.

Eski metinlere çağdaş dokunuşlar, farklı bakış açıları, metinler arası yolculuklar, zamansal gidip gelmeler ve daha bir sürü… Her biri birbirinden değerli ve tiyatro adına son derece besleyici eylemeler. Farklı fikirler, yenilikler, akla aniden gelen ve belki de dünyayı değiştirebilecek kurgular, hikâyeler, öneriler… Tamam da ya uygulama…

Farklı bir dramaturjik müdahale ve metinler arası çalışma ile yeniden düzenlenen Richard, Okan Bayülgen adının marka gücü ile tiyatro seyircisini bambaşka bir boyutsal yolculuğa çıkarıyor. William Shakespeare’in dehası ile başyapıt niteliğinde bir tiyatro oyunu olan Richard, Bayülgen’in adı ve ekibinin dokunuşları ile farklı bir “gösteri”ye dönüşürken tiyatrodan hayli uzaklaşmış gibi hissettiriyor. Bildiğimiz Richard ile başlamak ve Shakespeare’in metnine kısaca bakmak gerekirse “oyun” olan Richard; 3. Richard’ın iki yıllık krallık döneminde İngiltere tarihinin en çok konuşulan, en sorunlu, en olaylı kişileri arasında yer alır. Ağabeyinin ölümünden sonra yeğenlerini katletmiş ve başa geçmiştir. Öldürme eylemi bir kez başladıktan sonra gözü doymayan Richard, iktidarı ile arasına giren her şeyi gözü dönmüş bir katil gibi yok etmekten kaçınmaz. Richard öyle güçlü bir figür olmuştur ki hem gerçek hayatta hem de Shakespeare’in oyununda insanları da onu haklı bulan ve onun katlini isteyen kişiler olarak ikiye ayırmıştır. Richard, yüzlerce yıl sonra yapılan otopsilerin sonucu ortaya çıkan raporlarda aksi ispat edilene kadar kötü görünüşlü, kambur, sakat biri olarak bilindiğinden oyunda da böyle geçiyor. Richard, Shakespeare’in anti kahramanı olarak ele alınırken tüm kötü yönleri ile yerin dibine sokuluyor ve sonunda beklenen yıkıma uğruyor. Ancak Bayülgen’in Richard’ı Bayülgen’in şovunun bir parçası olarak sona eriyor ve karar seyircisine bırakılıyor. Shakespeare’in Richard’ı cezasını bulurken ve alabildiğine kötülenirken Bayülgen’in Richard’ı anlaşılmaya değer bulunmuş olacak ki neredeyse oyun boyunca güzelleniyor ve yüceltiliyor.

Oyunu uyarlayan, yazan, yöneten, yetmeyince bir de oynayan hatta gözümüze soka soka gösteren Bayülgen, oyundan sonraki söyleşilerinde ve konu ile ilgili yaptığı röportajlarda bu işin çok özel bir iş olduğunun altını çiziyor. Ayrıca bu işin sadece bir tiyatro oyunu değil tarihsel bir tartışmayı da gün yüzüne çıkaran özel bir çalışma olduğunu ifade ediyor. Bence de tam olarak öyle. Bayülgen’in Richard’ı, kötü olarak etiketlenen Richard’ı değil ötekilik, kötülük, suçluluk kavramlarını sorguluyor. Richard’ın Richard olmaktan başka çaresi olmadığını, ona başka çare bırakılmadığını bağıra bağıra söyleyen oyun hem orijinal döneminde hem de kendi zamanının içinde bir Richard kurgusu ile iki zamanı ve iki Richard’ı anlatıyor. Oyunda daha doğrusu gösteride Okan Bayülgen’in performansı daima ön planda tutuluyor. Kalabalık bir kadrosu olmasına rağmen Bayülgen tek başına oynuyor da diğer oyuncular figüran olarak sadece sahneyi doldurma görevi üstleniyor gibi hissettiriyor. Dekorun görkemliliği, tüyleri diken diken eden müziklerin tam da olması gerektiği zamanda duyularak sahneyi kabartması ve seyirciyi içine çekmesi gösterinin olumlu yönleri arasında yer alıyor. Ancak seyirci tam bir anın içine girecekken bambaşka bir an ile seyirci sahnede olanlara ve konuşulanlara yabancılaştırıyor ve bu yabancılaştırma epik tiyatro ile ya da absürt tiyatro ile uzaktan yakından bir bağ taşımıyor. Bayülgen’in uluslararası standartlarda yaptığını iddia ettiği iş ayrıca interaktif özelliği ile seyirciyi de gösteriye dâhil ediyor. Özellikle de abartının zirve yaptığı finalinde Bayülgen seyirci arasında girerken söyledikleri ile gerçek tiyatro seyircisini oldukça geriyor ve zorluyor. Sahneye gelen bir kadın -ki tatlı bir ek bilgi olarak o da Okan Bayülgen’in öz be öz kızıymış- “deus ex machina” olarak onunla konuşuyor ve ondan kendini öldürmesini istiyor. Richard öteki ve kral oluşu arasında kalışını vurgulayan tiradını bir süre yerlerde debelenerek attıktan, tüm duyguları arka arkaya oynayabildiğini, yaş alsa da sahnede daha uzun yıllar kalabileceğini bir oturup bir kalkarak ispatladığından emin olduktan sonra “Suçlu Richard” nidasını tekrar ederek seyircinin arasına giriyor. Onlara zorla bu sözü söyleterek telefonları ile kendini çekmelerini istiyor. İyi tarafından bakınca güzel bir günümüz eleştirisi diye düşünmemek elde değil zira artık tiyatroya su dışında bir yiyecek ve içecek dışında girilmemesi gerektiği dahi kimsenin umurunda değil. Oyunun sonunda da aslında bir nevi bu Richard’a kıyılamıyor ve katli erteleniyor. Bu Richard ölümü ancak kendi isterse alabileceği şeklinde gösteriliyor ancak onda da deus ex machina ona bunun sadece bir tiyatro oyunu olduğunu ve gerçekten ölemeyeceğini söylüyor.

Richardlar arası yapılan bu çalışmada merkezde Shakespeare’in Richard’ı var gibi görünüyor ama aslında bugünün, modern çağın insanının içinde kıvrandığı kavramları, ikilemleri öne çıkartıyor. Ha kambur Richard bir şekilde kral olmuş ha nereden geldiği belirsiz ve polisin de peşinde olduğu gizemli bir Richard sığındığı bir tiyatroyu ele geçirmiş ve o tiyatronun başrol oyuncusu olmuş fark etmiyor. Gösteri, seyircisinin sürekli odakta kalmasını, takipte olmasını isteyen zaman atlamaları da yapıyor. Ayrıca üst insan olarak çizilmiş bu Richard’ın çok okuyan, bildiği her şeyi kitaplardan öğrenen bu sayede diğer insanları yönetmeyi başaran biri olduğunun da altı çiziliyor. Bu Richard herkesi idare edecek çok yönlülüğe ulaşmaya çalışıyor bunu başarıyor ancak bu kez de kendi kimliğini oluşturamıyor. Tıpkı günümüz insanının maruz kaldığı ona dayatılan hayatı ve teknolojileri yaşamaya çalışırken kendinden olması ve kendini inşa edememesi gibi.

Bayülgen’in gösterisinde göze parmak durumlardan biri de işlevinin net ve tam olarak anlaşılmasının çok da mümkün olmadığı drag queen kullanımı olarak karşımıza çıkıyor. Meslek olarak son derece önemli olan drag queen’e yer verilmesi renkli bir tercih olarak görülse de neyi temsil ettiğini ve neden gösteriye dâhil olduğunu tam olarak ifade etmek zor. Zira diyaloglara ve mizansene bakıldığında mesleki ve sanatsal olarak değil de daha çok trans bireylerle ilgili mesaj kaygıları bu karakter üzerinden verilmeye çalışılmış gibi hissettiriyor. Belki de öyledir, bu konudaki duyarlılığın haykırışıdır o oyun kişisi bilemem ama öyleyse de o yönüne vurgu yapılabilir, altı biraz daha doldurulabilirdi sanki. Mademki o da bir “öteki” mademki bu konu gerçekten de bu kadar önemli o zaman sırf olsun diye kondurulmuş gibi görünecek şekilde bırakılmasa daha iyiydi.

Sonuç olarak;

Bayülgen’in Richard’ı gerçekten keyifli, gayet de izlenesi bir “gösteri”. Katmanlarıyla, seyirciyi her an tetikte ve canlı tutan hızıyla, gerçek ve kurgu arası gidiş gelişlerinin canlılığıyla dikkat çeken bu iş Okan Bayülgen’in işi. Top onun, kime isterse oynatır, kimi isterse oyuna dâhil eder belki ondandır eyvallah da gösterisinin etkileyiciliği bir yana koyulup tiyatro açısından ele alındığında hayal kırıklıklarını toplaya toplaya ilerliyor gerçek tiyatro seyircisi koltuğunda. Suçlu olan Richard mı onu bu hale getiren mi bilemedim. Metinler arası çalışmalar, uyarlamalar, eski metinlere güncel, tematik ve yeni bakış açıları getirerek sahnelemeler son derece kıymetli ve değerlendirilesi. Ancak farklı olmak adına, mevcut ismin marka değeri ile ticari kaygı güdülerek, sırf olsun diye yapılan bu tarz işler sanata ve tiyatroya darbe vuran cinsten işler. Bayülgen’in Richard’ı da gerçek bir tiyatro seyircisinin bu endişelerini tetikliyor. Sırf isim için o gösteriye gidenler ise zaten halinden memnun, telefonlarını hafızalarında tüm oyunu çekebilecekleri kadar yer var ve Bayülgen’e / sahneye “Buraya da gelin! Selfie alacağız, sahneden inin, yaklaşın biraz!” diyebilecek kadar yüzsüz, dertsiz, gamsız. Tiyatro adına endişe ettirecek bu durumlar da tiyatronun her şeye rağmen bugüne kadar gelebildiğini, dijitalleştirerek değersizleştirme çabalarına rağmen varlığı ile direnebildiğini hatırlayınca dağılıp gidiyor.

 

 

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Ferhan Petek

Yanıtla