Bilge Az
Hikaye sırasıyla 1934, 1939 ve 1945’te New Jersey’de bir gölün kıyısında, Princeton’da sürgünde yaşayan Einstein ile bir evsiz arasında geçiyor. Yazar Eric-Emmanuel Schmitt’in bir berduş ile Einstein’ın dostluğunu anlatan bu oyunu, Einstein’ın gerçek hayatında da fizikle ilgili çalışmalarını azaltarak halkla ve özellikle de berduşlarla iletişim kurmayı kendisine yeni bir uğraş edindiği bir dönemini konu alarak yazmıştır. Diyalog yazımında da o dönem evsizlerle kurduğu gerçek diyaloglar (kayıtlarda kalabilen) üzerinden yola çıkmıştır.
Oyunda bolca Einstein gibi dünyaca ünlü bir dehanın çelişkileri, başarısızlıkları ve üzüntüleri üzerinden 20. yüzyılda yaşatılan insanlık suçları anlatılır. Bu oyun isminden sanılacağı gibi felsefi veya tarihi değildir. Bazen mizahi, bazen de şiirsel bir yolla varoluşu, insanlığı, ilkeleri ve insan olarak önceliklerimizi sorgulatıyor.
Oyunun başlangıcında dalgalı suda bir yelkenlinin sürekli batma noktasına gelecek kadar sağa sola savrulmasını, sahneyi kuşatan tül perde üzerine yansıtılan video yerleştirmede izleriz. Üzerinde de bir silüet vardır. Silüet videonun üzerinde o köşeden bu köşeye endişeli hareketler yapmaktadır. Silüet oyunun iki ana karakterinden birisi olan evsiz-berduş karaktere aittir. Kendisini perdenin arkasında sahnede görsek de biz video yerleştirme üzerine düşen gölgesi ile daha çok ilgileniriz. Çünkü önceden kaydedilmiş videonun üzerinde canlı oynayan gölge ile oyunun giriş hikayesini anlatan görsel, bir destekleyici öğeden öteye taşmıştır. Seyirlik bir görüntü olarak gereğinden fazla lezzetlidir. Oyunda bu teknikle üretilmiş bunun benzeri, efektif video yerleştirmeler göreceğiz ama daha farklı ışık oyunları ile videolar üzerinde yapılan değişiklerle üretilmiş çarpıcı video yerleştirmeler ve animasyonlar da göreceğiz. Oyunda göreceğimiz video yerleştirmeler ve videolar içine entegre edilen animasyonlar anlatılan hikayeyi görsel olarak desteklerken videonun üzerine silüet ve ışık ile yapılan oyunlar, videoların içerisinde yeni bir katman oluşturmuştur. Video üzerine o an yapılan müdahaleler, gerçekten video üzerinde olmadıklarını, o anki oluşumlarını hiç belli etmez. Sanki videoyu tasarlayan videocunun elinden bu şekilde çıkmış gibidir. Bu görseller ile oyunda daha dinamik bir anlatım tekniğine gidilir. Bu da modern tiyatronun sadece oyuncu performansları, müzik gibi öğelerle sınırlı kalmadığını, daha farklı disiplinlerden de beslendiğini; bu şekilde de seyirciye, seyir keyfi çok daha yüksek eserler sunduğunun ispatıdır. Tiyatroadam ekibi de sadece bu oyununda değil, sahneledikleri oyunlarda bu tip destekleyici öğeleri bolca ve en vurucu şekilde kullanmaktadır. Bu oyunda ise video yerleştirmeler sayıca azdır ama hepsi görsel olarak çok lezzetli, hikaye anlatıcısı olarak da çok vurucudur. Bu oyundaki video&animasyon tasarımcı da diğer oyunlarında olduğu gibi Erdal Devrim Aydın’dır
İlk video yerleştirmenin görevi bittikten sonra her tarafı ıslanmış halde Einstein sahneye çıkar. Evsiz onunla “Bir fil baleye ne kadar yakışıyorsa siz de bu yelkenliye o kadar yakışıyorsunuz işte” diyerek alay eder. Ardından da onu gerçekten Einstein olduğunu anlayamaz, sudan çıkmış Einstein’a “Siz o dil çıkartan bilim adamına ne kadar benziyorsunuz” der. Söz konusu kişinin dünyaca ünlü, Nobel ödüllü bir bilim adamı olduğunu bildiğimiz için, seyirci olarak ilk başta Einstein’ın kibirli davranmasını, karşısındaki evsizi hakir görmesini bekleriz. Einstein ise kibirli davranmak bir yana onunla konuşmaya çalışır “Bunu en az elli kişi söyledi şimdiye kadar” der. Burada anlarız ki Einstein, sınıf ayrımı yapmaksızın sürekli halkın arasına karışıp onlarla iletişim kurmaktadır.
Ardından berduş, Einstein’a “Onu bir yakalarsam kulağını çekip kıçına tekmeyi basacağım!” diyerek hakarette bulunsa da Einstein yine de kızmaz hatta aksine kendisi ile alay ederek dalgaya vurur. Sonra evsiz, karşısındakinin gerçekten de Einstein olduğunu anladığı an ettiği hakaretten dolayı pişman olmadan önce Einstein’ın kendisi ile iletişim kurmasını anlamlandıramaz. O kimdir ki? Göl kenarında kendi kurduğu derme çatma barakada yaşayan bir berduştur (Amerika’daki tanımıyla Homeless). Einstein gibi popüler bir bilim insanı neden onunla iletişime geçsin ki? Einstein ise “Hadi ne istersen yap! Kıçıma tekme mi, yoksa kulaklarımı mı çekeceksin” diyerek alaya vurur. Sonrasında da Einstein’ın kendisine gösterdiği ilgiye, arkadaşlığa karşılık ettiği hakaretten gerçekten pişman olur.
İlk tanışmalarında Einstein, karşısındaki berduşu hakir görmeden ona kendi keşfi kütle-enerji denkliği formülü olan E:mc2′den bahsetse de oyunda fiziğe dair hiçbir kavrama yer verilmez. Einstein sadece bir sahnede teorilerini fizik terimleri kullanmadan her insanın anlayabileceği evrensel bir dille açıklar. Tabii bir de berduş dostuna üretilen bombalardan bahsederken hammaddeleri olan uranyum ve benzeri maddeleri formüllerini sayarak anlatır. Ama berduş arkadaşı anlamaz. Einstein yine de karşısındaki insanı hor görmez ve anlatmaya devam eder.
Berduş ve Einstein’ın vurucu diyaloglarına değinecek olursak da oyundan çıktığım zaman aklımdan çıkmayan diyaloglar içinde berduş ve Einstein arasında ilk geçen diyalog şöyledir: berduş, savaşı ve savaşta ölenleri gururlar över. Einstein; önce koyun taklidi yaparak onun duyduğu her şeye kanmasını irdeler. Berduş; ısrarla savaşı sanki çok matah bir şeymiş gibi övmeye devam eder. Einstein ise sonuna kadar savaşa karşıdır. Berduş; savaşı övebilmek için savaşta ölen oğlundan bahseder ve oğlunu da kahraman olarak anar. Einstein ise savaşın kirliliğinden bahsetmek için ona “Bir hiç uğruna ölmüş bir kahraman yerine yaşayan bir kahraman daha iyi olmaz mıydı?” der.
Oyunun gelişiminde Einstein ve berduş farklı görüşlere sahip olmalarına rağmen birbirlerine çok ısınırlar. Sürekli beraber vakit geçirirler. Einstein tüm gündemini, tüm duygu ve düşüncelerini berduş arkadaşı ile paylaşmaktadır. Zaman olarak 11 seneye yayılan oyunda, Einstein ve serseri giderek birbirlerine daha çok bağlanır ve aralarında geçen komik, karanlık ve içten konuşmalar bizi 20. yüzyılın bilimsel, sosyolojik ve politik tarihinde bir yolculuğa çıkarır.
Berduş sorar: “Bay Einstein siz Tanrı’ya inanıyor musunuz” , Einstein’ın cevabı “Önce siz Tanrı’dan ne anladığınızı söyleyin ona göre cevap vereyim” olur. Sohbetin devamında “Eğer bu Tanrı’ya olan inanç bilinmeyene karşı tutku uyandırıyorsa evet inanıyorum.”
Berduş dostu ile girdikleri diyaloglarda ikisi de çok alçakgönüllüdürler ama Einstein zaman zaman kinayeli cümleler sarf eder. Bir gün ay ışığında göl kenarında bira içerler. Berduş, Einstein’a bu güzel manzaranın kendisine ait olduğunu, ayı kendisinin çizdiğini söyler. Einstein da yarattığı bu güzellik için arkadaşını kutlar. Ayı da gölü de ay ışığını da video yerleştirmede net bir şekilde görürüz. Ve ışık tasarım da bu manzarayı çok iyi destekler. Seyirci olarak oturduğumuz koltuklarda sanki göl kenarında ay ışığında oturuyormuş gibi hissederiz. Işık tasarımı Uğur Aksu’ya aittir.
Berduş, gökteki ayı Einstein’a on dolara satar. Ve der ki “Bay Einstein siz gerçekten çok bonkörsünüz. Oysa benimle pazarlığa girseydiniz onu beş dolara bile alabilirdiniz.” Einstein’ın cevabı daha alçakgönüllüdür: “Esas siz çok alçakgönüllüsünüz.”, “Nedenmiş?”, “Çünkü benimle pazarlığa girmiş olsaydınız bu güzellik için tüm servetimi vermeye razıydım.”. Ardından dolunay altında uzun uzun savaş ve barışı, henüz üretilmeyen ama üretilmesi yakın olan nükleer silahları, kitlesel ve bireysel silahlanmayı konuşurlar. Einstein, berduş dostunu fizik formülleri ile değil barışı överek insani değerler ile eğitmektedir. Ardından berduş, Einstein’a sorar: ”Ben buluş yapmadım, bilimden de anlamam, ilkokuldan sonra okumadım da. Siz neden benimle arkadaşlık yapıyorsunuz”. Einstein’ın cevabı açık değil kinayelidir: “Ölümden sonra hayat var mı bilinmez ama ölümden sonra nereye gideceksen git oraya iki şekilde gidenler vardır. Çığlık atanlar ve nihai derin bir nefes çekenler. Ben nefes çekenlerden olmak istiyorum. Bu yüzden sizinle arkadaşım.” . Berduş dostu Einstein’ın cevabını anlayamaz tabii ki.
***
Einstein bir yandan da FBI ajanları tarafından izlenmektedir. Buradaki amaç Amerika Birleşik Devletleri’ne ihanet edip etmediğini anlamaktır. Onun Alman casusu olduğundan şüphelenmektedirler. FBI ajanı, aralarındaki dostluğa dayanarak berduşu Einstein’ı takip etmekle görevlendirir. Berduş bunu kabul etmeyince ajan, bu görevi kabul ettirmek için de berduşa işlediği suçlar neticesinde alacağı hapis cezasından bahseder. Berduş göğsünü kabartarak hiçbir suçu olmadığını söylediğinde ise FBI ajanı O’Neil onun göl kenarına, kamu alanına izinsiz kurduğu barakayı gösterir. Ardından da senelerce devlete ait kaynağın(gölün) suyunu bedel ödemeksizin çamaşırlarını yıkamak, suyunu içmek, yıkanmak şeklinde bedelsiz olarak kullandığını ve bunun da Amerikan Hükümeti Anayasasında hangi suça ve kaç sene hapis cezasına tekabül ettiğini söyleyerek berduşa görevi kabul ettirir.
FBI ajanı O’Neil Einstein’ın başkan Roosevelt’e yazdığı ve insanlığa ihaneti olan mektuptan dolayı Almanlar’a karşı olduğunu öğrendiği zaman ise onun Nazi olmayan Almanlar için çalıştığını, bombayı Amerika’ya yaptırdıktan sonra çalarak Stalin’e vereceğini düşünerek berduş dostu vasıtasıyla takip etmeyi sürdürür.
Bir bilim adamı, bir berduş ve bir FBI ajanı arasında geçen diyaloglarda, bir yüzyılın ve İkinci Dünya Savaşı’nın, çökmüş demokrasilerin, popüler bir bilim insanının Nazi soykırımına karşı mücadelesinin ve bunu da üretilme akabinde olan cehennem silahı bombalara önayak olması ile yaptığını izleyeceksiniz. Aynı zamanda bilimsel ilerlemenin tarihinin kalbinde yer alan üç yönlü bir diyalog, üçgen bir çatışmadır bu. Doğrusuyla veya yanlışıyla, iyisiyle veya kötüsüyle, savaşlarla aynı temele sahip olduğu da apaçık görünüyor bence…
İnternetten videolarına baktığım kadarıyla oyunun sahne tasarımı, oyunun yabancı yorumlarındaki sahne tasarımları ile benzerlik göstermektedir. Ama yine de berduşun barakası da göl kenarı atmosferi de uygulanan sahne tasarımı ile çok gerçekçi olarak verilmiştir. Sahne tasarımcısı ise oyunun aynı zamanda yönetmeni olan ve oyunda da Einstein rolünü oynayan Deniz Özmen’dir. Oyundaki Berduşu oynayan oyuncu Berk Yaygın, oyunu Fransızcadan Türkçeye çeviren tercüman İpek Özgüven’dir.
***
Pasifist Einstein, Nazilerin atom bombası yapmaya başladıklarını düşünür ve kendisinin bu bomba üzerine yaptığı çalışmaları Başkan Roosevelt’e o meşhur mektubunda yazar. İşte o mektup Einstein’in hem insanlığa hem de kendi ideolojilerine olan ihanetidir. -Berduş ve Einstein’in bu hikayesi bir gerçeklikten yola çıksa da kurgudur ama bu mektup gerçektir.- Çünkü Einstein, Amerikan ordusunun cehennem silahını kullanmasına önayak olmuştur. Aslında onun esas amacı Alman Nazi bilim adamlarının bunu yapmasının önüne geçmektir. Ama bu gücün Nazi Alman ordusundan önce Amerikan ordusunun eline geçmesine sebep olmuştur. Ve Einstein da bazı röportajlarında söz konusu mektupla insanlığa yaptığı ihaneti kendi cümleleri ile açıklamıştır. Başkan Roosevelt’in bu mektuptan yola çıkarak başlattığı Manhattan Projesi, Openheimer öncülüğündeki bir ekiple atom bombasının icadına kadar gidecek ama bunu Naziler üzerinde kullanmak yerine Nagazaki ve Hiroşima’ya yerle bir etmesiyle son bulacaktır… Japonya’ya atılan bombadan dolayı büyük bir vicdan azabı çeken Einstein’ın iç çatışmalarını da oyunda bolca görürüz. Einstein, fikir olarak kendisine zıt düşünen çoğunluğa rağmen değil, kendisine rağmen dünyayı yok edecek makinenin mucidi olur.
Einstein bir deha da olsa savaşı ve Hitler’i önlemek adına kendince ürettiği bu fikir oldukça kötüdür. Bir dâhiyi boş verin böylesi basit bir düşünceye belki sıradan vatandaşlar olan bizler dahi bilincimizde yer vermeyiz. Bir dahi olarak anılmasına, kuantum mekaniğinin gelişiminde önemli rol oynamasına ve bunların yanında atomu parçalamış, izafiyet teorisini ortaya koymuş, fotoelektrik etki yasasını keşfetmiş olsa da Einstein’ın IQ’su sadece 160’tı. Belki de bu yüzden bir adım sonrasını iyi hesap edememekteydi. Elbette 2. Dünya Savaşı çok zorlu bir dönemdi ve Almanya’dan Amerika’ya kaçmak zorundaydı. Daha önemlisi bir bilim insanı olarak da Hitler’i durdurmak zorundaydı. Einstein, atom bombasının icadına önayak olmak istemedi ya da en azından onun yol açacağı hasarı ve Amerikan Hükümeti’nin onu nerede nasıl kullanacağını baştan düşünemedi. Ama sonucu Hiroşima’da yüz kırk bin üç gün sonra ise Nagazaki’de yetmiş bin kişi ölümü ve şehirlerin yerle bir olmasıyla son buldu.
Bombanın atılmasını efektif video yerleştirmeler üzerine yansıtılan silüetler önünde keman çalan Einstein’ın silüeti ile izleriz. Keman çalan diyorum aslında çalmasını değil çalamamasını izleriz. Çünkü Einstein, fizikten arta kalan zamanlarında keman çalmak, resim yapmak gibi uğraşlar edinmeye çalışmıştır. Ama hiçbirinde başarılı olamamıştır. Burada Einstein’ın başarısız bir şekilde keman çalması da bir yandan savaşın kirliliğini, bombanın tahribatını özetlerken diğer yandan da Einstein’ın bu durumunu anlatmaktadır. Daha sonra gelen videoda bomba atıldıktan sonra yerle bir olmuş Nagazaki ve Hiroşima’yı tarif eden görseller vardır. Üstünde de bahsettiğim silüet ve ışık oyunları ile yapılmış oyunlar vardır tabii ki.
Bombanın atılması FBI ajanı ile berduş arasında tartışılırken, Amerika’nın galip gelmesinden dolayı çok sevinçli olan ve tezahüratlarla galibiyeti kutlayan FBI Ajanı Einstein’ı gördüğü zaman saklansa da Einstein onu saklandığı yerden çıkarır. Bombanın atılıp masum binlerce insanın ölmesinden dolayı bu kadar sevinçli olan O’Neil’a Einstein niçin böylesi bir duruma bu kadar sevindiğini sorar. O’Neil Einstein’a Ameirkalı’nın hayatının Japon’un hayatından daha değerli olduğunu ve bir Amerikalı’nın dört Japon’a bedel olduğunu savunur. Einstein ise bomba Amerika’ya düşse beyazların mahallesine mi siyahilerin mahallesine mi düşmesi gerektiğini sorarak yaptığı ırkçılığı irdeler. Ardından ajan da ona Amerikalılar’ın Japonlar’dan ve diğer milletlerden, beyaz Amerikalılar’ın da siyahi Amerikalılar’dan daha üstün insanlar olduğunu savunur. Bu şekilde ırkçılık ve hümanistlik gibi kavramların çatışmasını oyunda bol bol görürüz.
Einstein, berduş arkadaşına bombaya önayak olan yazdığı mektuptan dolayı duyduğu pişmanlıktan bahsettiği anda berduş arkadaşı ona sorar “Peki çalışmalarınızı yaparken Japonya’ya bomba atılacağını bilseydiniz. Yine de çalışmalarınıza devam eder miydiniz?”. Einstein’in cevabı ise daha keskindir “Dünyanın ve savaşın bu duruma kadar geleceğini bilsem bilime hiç bulaşmaz, gider tesisatçı olurdum. Eminim ki insanlığa çok daha fazla faydam dokunurdu.”
Eric-Emmanuel Schmitt tarafından ustalıkla yazılmış bu ve Tiyatroadam yorumuyla sahnelerimizde can bulan oyun bu tarz diyaloglarla bize gösterdiği Einstein figürü üzerinden bizi bir dâhiden öte bir insanla ve onun çelişkileriyle ya da en azından bireysel sorunlarıyla tanıştırıyor.
***
Oyunun esas konusu 2. Dünya Savaşında bir dahi ile bir berduşun dostluğu gibi görünse de yazar Schmitt bu oyunda dünyayı yok etme makinesinin kendi isteği dışında da olsa mucidi olan bir dâhinin ahlaki çatışmasını temel almıştır. Yazar Schmitt’in kalemini kıvrak kullanarak yazdığı metin, tarihi öğeler ve dram öğeleri barındığı kadar komedi öğeleri de barındırmaktadır.
Berduş ve Albert çatışma halinde olsalar da birbirini tamamlıyorlar. Birisi popüler bir bilim insanı olarak görünüşüne önem vermez, sadece bilim insanları ile değil herkesle iletişim halindedir. Berduş ise hijyenine ve görüntüsüne hiç önem vermese de oyunun devamında aydınlanacak, bir aydın olarak değil bir serseri olarak savaşın ve devlet otoritesinin kirli yüzünü görecektir…
***
Amerikan hükümeti atom bombasından sonra hidrojen bombası üretmeye başlar. Einstein bunu artık savaşın olmayacağını söyleyerek telaşla anlatır. “Artık savaş olmayacak, çünkü insan diye bir şey kalmayacak. Bilim, medeniyet insanlığa çağdaşlık yolunda hizmet edecekken aksine insanlığı barbarlık yoluna itti.”. Berduşun olanlara karşı tüm içtenliği ve korkusuyla istemsizce sarf ettiği “Aman Tanrım!” sözünü Einstein soruyla cevaplar “Hani o tanrın nerede? Bizim laboratuvarlara pek uğramıyor da kendisi.”. Önceden savaşı destekleyen, serseri-alkolik-cahil berduş da isyan ederek sorar sonunda : “Bu nedir artık? Hidrojen bombaları, atom bombaları… Bu medeniyet değil düpedüz barbarlık. Ben bir dâhiden mi korkmalıyım? Bir aptaldan mı?” Burada ilginç olan bu tespiti oyunun başından beri savaş karşıtı- pasifist duruş sergileyen Einstein değil oyunun başında savaşı öven berduş yapmıştır. Bu an oyunun anagnorisisidir. Yani berduş karakterin aydınlanma yaşadığı, bilgisizlikten bilgiye geçtiği andır.
FBI ajanı O’Neil, berduşu Einstein ile ilgili tekrar sıkıştırmaya geldiği an berduş sonunda isyan eder. Ve belki de buradaki haklı isyanları oyunun en anlamlı diyaloglarıdır. Der ki: “Ulan bu adamı tam on küsür senedir takip ediyorsun, azıcık da olsa bir şey öğrenemedin mi? Bu adamı azıcık takip edenler şimdi üniversitelerde profesör oldu. Sen hala yok Alman casusuymuş da yok Amerika’ya ihanet ediyormuş yok bombayı Stalin’e verecekmiş gibi saçma sapan şeylerin peşinde koşuyorsun…”. Evet bu sözler belki de oyunun en anlamlı sözleridir. Çünkü bu sözleri ile devlet otoritesinin, devletin kolluk güçlerinin ve derin devletin sadece savaştan, insanları yargılamaktan, toplumdaki kitleleri dikte etmekten ve zor kullanmaktan anladığını ve bilime, eğitime, ne kadar uzak olduğunu bir dâhinin veya eğitimli bir vatandaşın ağzından değil evsiz bir serserinin ağzından duyarız. Einstein ile geçirdiği süreçte ciddi bir aydınlanma yaşamıştır bu berduş.
Einstein, berduşa son vedasını ettiği zaman berduş dostunun ağzından çıkmadan zaten FBI ajanlarının kendisini sürekli takip ettiğini ve berduşun da bir FBI ajanına yardımcı olduğunu bildiğini söyler. Ve son vedasını yine göl kenarında ay ışığı altında bira içerek yapar. Bu sefer izlediğimiz göl ve ay ışığı manzarası ilkine göre daha romantik ve iç açıcıdır. Einstein son repliklerin gökyüzünün sonsuz ve ayrımsız olması ile insanların yaptığı din-dil-ırk ayrımını kıyaslar der ki: “Ne harika değil mi? Gökyüzüne baktığınızda hiç sınır görmüyorsunuz. Pasaportunuz yok. Ten renklerinin, konuştuğun dilin, mensubu olduğun dinin ve milliyetin, ırkının hiçbir önemi yok. Her şey sonsuz. Peki insanlar neden birbirini bu şekilde ayırıyor ki?”
Sahneden çıkmadan evvel Einstein’ın son sözü “Hayat bir boşluktur. Tüm hayatınız boyunca bu denklemi çözmek için uğraşır dururuz. Çözesiye kadar da gözümüzün önündeki tüm güzellikleri kaçırırız. İşte bu güzellik de şu manzaradır, insandır. Ama bu denklemi çözmeden de olmuyor ki…” olur
Oyunun vermek istediği esas mesaj berduş dostuun Einstein’dan çok şey öğrendiğidir. Ve onun ardından ciddi bir özlem duyduğu anları ise sadece oyuncunun jestleri ile değil video yerleştirmelerdeki Einstein görselleri ile de anlarız.
***
Oyuna dair çıkarılacak nihai sonuca gelirsek Einstein, tüm dünyaca ünlü bir bilim insanı, E=mc2 formülüyle, ortaya attığı izafiyet teorisi ve fotoelektrik yasasının keşfiyle 20. yüzyılda devrim yaratan bir kişiydi. Ama her şeyden önce bir insandı. Yani popüler bilim insanı olmasının yanında şüpheleri ve kaygılarıyla herkes gibiydi… Üstelik son derece hümanistti. Burada, Albert Einstein’ı ay ışığı ve göl manzarasından bahsederken aynı zamanda Hitler’in iktidara gelişi akabinde yaptığı soykırım, işgal gibi çok daha derin sorunlara da değinen bir bilim insanı olarak tanırız. Ve berduş dostu ile arasında geçen bir dolu diyalog daha var (aslında İkinci Dünya Savaşı’nın arifesinde başlayan oyun savaşın sonuçlanmasına kadar devam eder). FBI hala onun Almanya adına soruşturma yapacak bir casus olduğundan şüphelense bile, Einstein kendini hiçbir millete-dine-ırka ait görmemektedir. Sadece Amerika Birleşik Devletleri’nin Princeton şehrinde sürgüne gitmeye zorlandığından beri özellikle Avrupa’daki Yahudiler için endişeli hissetmektedir. Dolayısıyla bu oyunda onun varlığı da var. Hepsinden de önemlisi atom bombasının keşfi ve atılması. Einstein bilgisini Başkan Roosevelt’e aktarmakla doğru mu yaptı, yanlış mı? Irk ayrımcılığı ya da insan katliamı, modern zamanlarda bilimin insanları medeniyete değil barbarlığa yöneltmesi gibi günümüzde hala daha hassas olan konuları ele alan oyun herkesin çok rahatlıkla izleyerek anlayabileceği, hafif bir yapıya sahip. Oyunda gördüğünüz esas önemli olansa bazı konular üzerinden geçen uzun senelere rağmen hâlâ güncel, bazı konular ise güncel olmasına karşın geçici olacaktır.
Einstein’in İhaneti 2021 senesinden beri çeşitli sahnelerde oynamaya devam etmekte ve hatta zaman zaman İstanbul dışına turnelere de çıkmaktadır. Fiziğe ve İkinci Dünya Savaşı tarihine dair bir bilginiz olmasa dahi oyunun anlaşılması gayet kolaydır. Çünkü verdiği tüm bilgiler herkesin anlayacağı şekilde ikilinin diyalogları içerisinde açıklanmaktadır. Ben çok beğendiğim için iki defa seyrettim. Size tavsiyem de bu oyunu kesinlikle görmeniz yönündedir.
*Oyunu 30 Mart’ta Alan Kadıköy’de seyrettim