Uluslararası Tiyatro Enstitüsü’nün (ITI) Dünya Tiyatro Günü uluslararası bildirisini Norveçli oyun yazarı Jon Fosse kaleme aldı. Metni, Esra Dicle’nin çevirisi ile okurlarımızla paylaşıyoruz.
Çeviri: Esra Dicle
Her insan benzersizdir ve yine de diğer herkese benzer. Elbette dış görünüşümüz başkalarından farklıdır, bu tabii ki iyidir, ancak içimizde, her birimizin sadece kendisine ait olan bir şey vardır -kişiye özgü olan. Bunu kişilerin özü ya da ruhu olarak adlandırabiliriz. Ya da kelimelerle hiç etiketlemeden, onu rahat bırakabiliriz.
Fakat ne kadar birbirimizden farklı olursak olalım, aynı zamanda birbirimize benziyoruz da. Hangi dili konuşursak konuşalım, hangi ten rengine, hangi saç rengine sahip olursak olalım, dünyanın her yerindeki insanlar temelde benzerdir. Aynı anda tamamen aynı ve tamamen farklı oluşumuz belki bir paradoks gibi görünebilir. Belki de insan temelde paradoksal bir varlıktır; beden ve ruhun bir aradalığı ile -hem bu dünyaya ait somut varoluşa temellenen hem de bu dünyaya ait maddi sınırları aşan bir şeyi aynı anda kapsarız.
Sanat, iyi sanat, eşsiz olanla evrensel olanı harika bir şekilde birleştirmeyi başarır. Bizim için farklı olanı -yabancı da diyebiliriz- evrensel olarak anlamamızı sağlar. Bunu yaparak diller, coğrafi bölgeler, ülkeler arasındaki sınırları yıkar. Sanat sadece insanların bireysel özelliklerini değil, başka bir anlamda, her topluluğun, mesela her ulusun özel niteliklerini de bir araya getirir. Sanat bunu, farklılıkları ortadan kaldırarak ve her şeyi aynı hale getirerek değil, tam tersine, neyin bizden farklı, bizim için tuhaf ve yabancı olduğunu göstererek yapar. Tüm iyi sanatlar tam da bunu içerir: yabancı bir şeyi, tam olarak anlayamadığımız ve aynı zamanda bir şekilde anladığımız bir şeyi. Bunun bir tür gizem olduğunu söyleyebiliriz. Bizi büyüler, sınırlarımızı aşmaya zorlar, böylece tüm sanatların hem içinde barınan hem de bize yol gösteren aşkınlığı yaratır.
Zıtlıkları bir araya getirmenin daha iyi bir yolunu bilmiyorum. Bu yol, dünyada sıklıkla gördüğümüz, genellikle teknolojinin bize sunduğu en insanlık dışı icatları kullanarak farklı, özgün, yabancı olan her şeyi imha etme eğilimine saplanan şiddetli çatışmaların tam tersi bir yaklaşımı içerir. Dünyada terör var. Dünyada savaş var. İnsanların başkalarını, yabancıları, büyüleyici bir gizem gibi görmektense kendi varoluşu için tehdit sayma içgüdüsü tarafından yönlendirilen hayvani bir tarafı var. Bu benzersizlik -hepimizin görebildiği farklılıklar- ardında farklı olan her şeyin kökünün kurutulması gereken bir tehdit olarak görüldüğü bir kolektif aynılık bırakarak kaybolup gidiyor. Dışarıdan, örneğin din veya siyasi ideolojide, farklılık olarak görülen bir şey, yenilmesi ve yok edilmesi gereken bir şeye dönüşüyor. Savaş hepimizin içinde yatan, benzersiz olan şeye karşı yürütülüyor. Ve bu aynı zamanda sanata, tüm sanatların içinde yatan şeye karşı bir savaş.
Burada genel olarak sanattan bahsettim, özel olarak tiyatro veya oyun yazarlığından bahsetmedim, ancak dediğim gibi tüm iyi sanatlar derinlerde aynı şeyle ilgilidir: tamamen benzersiz olanı, tamamen özgün olanı evrensel hale getirmekle. Sanatsal ifade aracılığıyla özel olanı evrensel olanla birleştirmek, özgünlüğünü ortadan kaldırmak değil, aksine özgünlüğü vurgulamak, yabancı ve tanıdık olmayanın açıkça parlamasına izin vermekle.
Savaş ve sanat birbirine karşıttır, savaş ve barış birbirine karşıttır -bu kadar basit.
Sanat barıştır.