Erdoğan Mitrani
‘Jogging’
“Günümüzün yırtılmış, bölünmüş Beyrut’unda kimdir Medea? Tiyatroda tragedya çağı bitmişse, ben neden Beyrut sokaklarında her koştuğumda facia kokusu alıyorum?”
Ataşehir’de kurulduğundan bu yana, kapalı gişe oyunları, konserleri ve stand-up gösterileriyle önemli bir sanat merkezine dönüşen DasDas, sezona proje direktörlüğünü Leman Yılmaz’ın üstlendiği İO Uluslararası Tiyatro Festivali ile girmişti. Yıl boyunca devam edecek festivalin kapsamında bu kez ünlü Lübnanlı performans sanatçısı Hanane Hajj Ali’nin ‘Jogging’ adlı tek kişilik gösterisini izledik.
Anadolu Ajansı, tasarladığı ve yazdığı performansı tüm dünya festivallerinde sergileyen Hajj Ali’nin ilk kez Türkiye’de sanatseverlerle buluşacağını belirtmiş de olsa, Eric Deniaud tarafından yönetilen, dramaturgisi Abdullah Alkafri’ye ait ‘Jogging’, Türkiye’de ilk kez Mayıs 2018’de A Corner in the World Festivali kapsamında sahnelenmişti. Bu, altı yıl sonra ülkemize ve kentimize ikinci gelişi.
Hanane Hajj Ali, Şii Müslüman bir ailenin kızı olarak 1958’de Beyrut banliyösünde doğmuş. 1975’te Hanane henüz yeniyetmeyken, batı yanlısı Hıristiyan Marunilerle, Arap taraftarları ve Müslümanlar arasında 15 yıl sürecek olan iç savaş patlamış. Filistin Kurtuluş Örgütü, Suriye ve İsrail’in savaşa katılmasıyla Beyrut bir kan ve ateş kentine dönüşmüş. Babasının ısrarına rağmen, hâlen de yaşamayı sürdürdüğü Beyrut’u terk etmeyen Hanane, kimi zaman abisiyle günlerce sığınaklarda yaşamak zorunda kalmış. Bu süreçte siyasi ve toplumsal açıdan bilinçlenmiş, tiyatro ve dans yeteneğini keşfetmiş.
Batı dünyasınca, gezegenin her tarafında ayakta alkışlanmış çok ödüllü oyunu ‘Jogging’ ile bilinen Hajj Ali, aslında çok yönlü bir yaratıcı sanatçı; tiyatro ve sinema yazarı, yönetmen, oyuncu ve eğitmen. Kişisel ve toplumsal riskler almaktan, tabuları yıkmaktan çekinmeyen bir eş, anne ve feminist bir aktivist. 2019’da kokuşmuş yönetime karşı sivil ayaklanmada sokaklara çıkarak duyarsız ve beceriksiz rejime sesini duyurmuş; 2020’de büyük çapta hükümetin ihmalinin sebep olduğu Beyrut limanındaki patlamada, komşularına, arkadaşlarına, tiyatrocu meslektaşlarına sağ kalmaları ve kenti yeniden inşa etmeleri amacıyla destek vermek için yine sokaklara inmiş
Gelelim yıllardır sürdürdüğü ünlü gösterisine:
Seyirciler içeri alındığında, siyahlar giymiş Hanane Hajj Ali oyun alanında ses açma, gerilme ve ısınma hareketleri yapmaktadır. Her gün stresten, depresyondan, kemik erimesinden korunmak amacıyla Beyrut sokaklarında yaptığı gibi, oyununa koşarak başlar.
Hanane’nin bu Jogging sırasında seyirciyle paylaşımları giderek, sağlık amaçlı bir idmandan en mahrem duygu ve korkularının derinlerine indiği, arada Arap dünyasının kadına bakışına meydan okuduğu bir eyleme dönüşür.
Lübnan ve Ortadoğu’daki ürkünç koşullar giderek zorlaştığı, daha beter duruma geldiği için Hajj Ali, hiç sözünü sakınmadan Lübnan’ın ve dünyanın her tarafında hâlâ Jogging yapmayı sürdürmektedir. Bu Jogging hem yöreyi kasıp kavuran anlamsız savaşların devam etmesine, hem de içinde yaşadığı, çok dilli, dinli, mezhepli, kültürlü, ama hep erkek egemen toplumda kadının yok ya da ikincil sayılmasına fiili bir başkaldırıdır.
Kimi zaman trajik, kimi zaman komik, zaman zaman karanlık gösterisinde Hanane Hall Ali birbirinden çok farklı dört Lübnanlı kadının kimliğine bürünerek, izleyiciyi onların düşlerinde, arzularında, umutlarında yolculuğa çıkarır. Kadınların ilki, “kadın, anne, aktris, vatandaş” olarak kendisidir. Samimiyetle kişiliğini, mücadelelerini ve gündelik yaşamını paylaşan Hanane, 7 yaşındaki küçük oğlu kanser olduğunda, acı çekmemesi için onu öldürmeyi bile düşündüğünü aktarırken kendini nasıl bir Medea gibi hissettiğini anlatır.
Ardından söz edeceği üç kadın, takıntı hâline getirmiş olduğu bu karakterin üç çeşitlemesidir: Biri, Evripides’in tragedyasının kahramanı; biri çocuklarını zehirledikten sonra intihar eden Yvonne; diğeri üç oğlunu Lübnan’ı kasıp kavuran savaşlara kurban veren Zehra’dır…
Ülkesinin bitmez tükenmez iç savaşlarla paramparça edildiğinin, benzeri görülmemiş bir ekonomik krizin altında ezildiğinin tanığı Hajj Ali, tutkulu, lirik, hem neşeli hem trajik olağanüstü gösterisinde acıları ve çekilenleri yansıtırken, geleceğe özgürleştirici ve umutlu bakışını da duyumsatır.
‘Öbür: Sonsuza Kadar’
‘Öbür: Sonsuza Kadar’, 2016’dan bu yana disiplinler arası üretimler yapmayı sürdüren Proje Difüzyon ekibinin vampirlik temasından yola çıkarak metin üretimi ve sahneleme süreçlerinde güncel anlatım olanaklarını araştıran yeni tiyatro oyunu.
Sonbaharda gerçekleşen dramaturgi çalışmalarında, sinema, edebiyat, çağdaş sanat alanlarından konuklar eşliğinde vampirlik tartışmaya açılmış, post-hümanizm, toplumsal cinsiyet, kötülük, ölüm, ötekileştirme, melankoli, toplumsal hafıza, göç kavramları üzerinden anlaşılmaya çalışılmış. Ön etüdün ardından ekibin oluşturmuş olduğu ortak metni Onur Karaoğlu yönetiyor. Oyundaki altı karakteri Ayda Akkaya, Enes Has, Aslı İçözü, Yağmur Ruken Kahraman, Dicle Şengül ve Zinnure Türe canlandırıyor.
‘Öbür: Sonsuza Kadar’, günümüzde, 7 Ekim 2023’ü sabaha bağlayan gecenin sonunda, avcının saldırısından hemen sonra Paris merkezinde, vampirlerin takıldığı gece kulübü La Mutinerie’de başlar.
Avcının öldürdüğü iki genç Fransız âşık ölümsüz vampirlere dönüşüp dönüşmediklerini anlamaya çalışırken, ülkelerini terk etmek zorunda kalmış iki Türk kadınla tanışırlar. Bu dörtlü ve kulüpteki diğer iki kadın, gecenin, karanlığın ve gizli arzuların izinde günümüz dünyasında yeni aidiyetler ve kimlikler peşinde koşarak sonsuzluğa geçerler.
Aradan yüzlerce yıl geçer. Herkes sonsuzlukta tekrar buluştuklarında artık zaman yoktur. Zamanı hatırlamak için küçük bir oyun oynarlar ve sonunda kaçınılmaz olarak benzer bir gerçekle yüzleşirler: sonsuz olan gelecek değil, şimdidir.
Onur Karaoğlu, ayrıksı bir fantastik öykü olarak başlattığı oyunu giderek, sanki paralel bir evrende geçen, seyircinin tam olarak algılamasa da heyecanla izlediği etkileyici bir törensel ritüele çevirir.
İzlenmesi, duyumsanması, üzerinde düşünülmesi gereken çok ilginç bir çalışma.
24, 30 Mart, 7, 13, 18 Nisan ve sezon boyunca Bahçe Galata’da
‘Mahallemiz Eşrafından’
“İnsanlar birbirlerine neden ve niçin domates fırlatırlar? Bilenler? Yok.”
“Kalp mi var burada ne? Ay bir de harf var yanında, dur bakayım! ‘S’ var. Vallahi ‘S’ var!” “15 yaşındaydım; öyle bir çarptı ki o domates suratıma, sanki bir daha yüzümden o kırmızılık hiç gitmedi.”
Türklerle Rumların bir arda yaşadığı bir adada (Bozcaada? Gökçeada?) geçen ‘Mahallemiz Eşrafından’, Berfin Ertan’ın Kadir Has Üniversitesi mezuniyet projesi olarak tasarladığı metni genişleterek yazdığı, oynadığı, okuldaki danışman hocası Hakan Emre Ünal ile birlikte yönettiği tek kişilik bir oyun.
Bu dekorsuz, bir tabure, bir sehpa ve eski bir radyo dışında aksesuarsız oyunu, pandemi sonrası karşımıza çıkan, hikâye anlatıcılığına dayanan çok sayıda çalışmadan ayıran önemli özelliği, yeniyetme bir genç kızın yetişkinliğe geçiş sürecini, cinsiyet kavramından bağımsız, kuir anlatıyı barındıran bir ilk aşk öyküsü üzerinden aktarması.
Ertan, nefis bir sesle okuduğu Selâ ile girdiği oyunda, çağdaş bir meddah olarak çok sayıda karakteri ustalıkla canlandırıyor. Benzersiz bir doğallık ve samimiyetle, ailesinin adada, Rumlarla geçmiş deneyiminin de verdiği inandırıcılıkla, bir yandan o ortak yaşamın ayrıntılarını aktarırken, diğer yandan da duygularının ve sevginin derinlerine inerek, iki gencecik kız arasında filizlenen, cinsiyetin ya da cinselliğin ikinci planda olduğu bir aşk hikâyesi anlatıyor.
Adadaki yaşam, kuşağımın bir zamanlar içinde yaşamış olduğu, her etnik gurubun birbirine saygı ve sevgiyle yaklaştığı, dostluk ve komşuluk ettiği, çok dilli, dinli, kültürlü İstanbul’u anımsattığı için oyun bende farklı çağrışımlar da uyandırdı; metni sadece cinsel değil, etnik ve kültürel kimliklerin de ayrıştırılıp ötekileştirilmesine de bir eleştiri olarak algıladım.
25 Mart, 1, 22 Nisan Ara Sahne, 20 Nisan Pax Sahne ve sezonda İstanbul sahnelerinde.
Kaçırmayın derim.
Şalom