Dilan Kater
Kimsenin değinmek istemediği yerdir çöplük… Tarihi geçenlerin yeri, artıkların biriktirildiği; insan eliyle yaratılmış olsa da yine aynı insanın unutmak istediklerini topladığı bir atık yığınıdır. Kimse ona yaklaşmak istemez çünkü geçmişin, ötekinin yeridir. Geçmiş unutulmak için, öteki de dışlanmak için vardır sonuçta… İşte Turgay Nar’ın oyunu böyle bir mekanda geçiyor. Görmeye bile tahammül edilemeyeni sahneye taşıyarak modern (kalıplara bağlı) insana, farklı bir estetik anlayışı getiriyor.
Çöplük, Turgay Nar tarafından yazılan ve çeşitli illerde, çeşitli tiyatrolarda sayısız kez oynanan, mistik atmosfere ve politik eleştirilere dayanan bir oyun. Sırada İzmir var; İzmir Devlet Tiyatroları, Murat Çidamlı’nın yönetmeliğinde Çöplük oyununu sahnelemekte. Aymelek’i Mina Yorulmaz, İsrafil’i Mustafa Çolak ve Haço’yu Uğurcan Özfuruncu canlandırmakta. Aynı zamanda Turgay Nar’ın oyununda da belirttiği üzere Lacivet Gölgeler adı altında, tamamen performansa dayalı dört oyun kişisi daha yer almaktadır. Adeta çöplüğün lanetli yaratıklarını andıran bu gölgelerin başında, bir de orkestra şefi bulunmakta. Orkestra Şefi gölgelerin eylemlerini yalnızca bir el hareketiyle kontrol etmekte ve giderek karanlık bir hal alan atmosferi betimlemektedir. Tam olarak hangi kavramı temsil ettiği bir tartışma konusudur ve oyun içindeki yerleşim biçimine bakılırsa, herkes için farklı bir anlamı çağrıştırabilir niteliktedir. Kapitalizmin yarattığı yeni dünya, tüm kötülükleri üstlenen bir şeytan ya da kaosun ta kendisi… Orkestra şefinin asıl metinde yer almadığını ve bunun rejinin yorumu olduğunu söylemek gerekir. Anlaşılan o ki reji, giderek kaotik hale gelen atmosferi tanımlayabilmek için bir kavrama (bir motife) yer vermek istemiş.
Çöplük oyunu, ağabey- kardeş olan Haço ile Aymelek ve aralarına sonradan katılan amca oğulları İsrafil etrafında gelişen olayları anlatır. Ön oyunda sahneye İsrafil ve Haço’nun rüyası taşınır. Arkada Aymelek çarmıha gerili şekilde doğum yapmaktadır, onun çığlıklarına uyanan Lacivert Gölgeler bebeği annesinden ayırıp İsrafil ile Haço’ya verirler. Daha ilk sahnede, hatta ön oyun denilebilecek bölümde oyunun gidişatı hakkında bilgi verilir. Aymelek’in çarmıha gerilmesi, İsa’nın tüm insanların günahını üstlenerek kurban edilmesiyle örtüşür. Aymelek, isminden de anlaşılacağı üzere günahsız, saf insanı temsil eder. Ancak o da, aynı İsa gibi başkalarının günahlarının kurbanı olacaktır. Haço ve İsrafil bebeği aldıklarında Aymelek bir anda yok olur:
İSRAFİL:(…) Tut şu bebeği de su getireyim.
HAÇO: O’na da getir.
İSRAFİL: Aymelek’e… (HAÇO, AYMELEK’e döner, ama AYMELEK çarmıhıyla yok olmuştur… İSRAFİL de HAÇO’nun baktığı yöne bakar, hiçbir şey göremez. HAÇO, az önce, kasıklarından bebeğini aldığı AYMELEK’i sanki hiç bilmiyormuş gibi şaşkınlık içindedir…) (Nar, 1997, 24).
Saflığın, mutlak iyiliğin timsali Aymelek gitmiştir, artık yeni doğan bebek, çıkarcılığın boy gezdiği yozlaşan dünyada her türlü amel için kullanılabilecektir. Nitekim öyle de olur; İsrafil ve Haço, bebeği kiliseye götürerek İsa’nın geldiğini müjdelemeye karar verirler. Böylelikle karınlarını doyurabileceklerdir. Karın doyurmanın karşılanabilir bir ihtiyaçtan çok daha ötesine evrildiği düşünülürse, Haço ve İsrafil’in bu kandırma kararı makul görülebilir. Aslında İsrafil’in “ …hangimizin anası bizi çöplük dışında doğurdu ki…” (Nar, 1997, 24) cümlesi her şeyi anlatmaktadır. Eğer dünyamızda çöplük, pisliğin, yalanın, kötücül olan her şeyin karşılığıysa, tüm dünya kocaman bir çöplüğün parçası demektir. Ve bu çöplükte hayatta kalabilmek için bazı kurallar vardır!
Yazılı olmayan kuralların en belirgin işlendiği sahne, İsrafil ve Haço’nun şişme balonu çöplükteki insanlara pazarlamaya çalıştıkları bölümdür. Yalnızca kağıt toplamalarına izin verilen, diğer tüm mallara İdris’in adamlarının el koyduğu çöplükte para kazanmak için yapılan bir eylemdir bu. Fikri ortaya atan İsrafil’dir. Her açıdan Haço’dan daha atılgan ve vurdumduymaz olan İsrafil, yozlaşan dünya düzenine ayak uydurmaya çalıştıkça o dünya düzeninin ta kendisi olan insanın temsilidir. Haço ise aşağılanmayı, ezilmeyi ve efendilerin yanındaki köle olmayı çoktan kabul etmiştir. Korkaktır, dayatılan düzeni karşı çıkmadan yaşayıp gider.
Sahnelemede dikkat çeken unsurlardan biri; Haço ve İsrafil’in ikili konuşmalarında, arkada onların gölgelerini tasvir eden iki silüetin bulunmasıdır. Tam olarak belli olmamakla birlikte bu silüetlerin, Haço ve İsrafil’in görünmeyen yüzünü, karanlık tarafını simgelediğini düşünmekteyim. Her iki oyun kişisi de, oyun içindeki eylemleriyle yavaş yavaş kirli ve kötücül bir tarafa çekilecektir. Anlaşılan o ki gölge silüetler de insanın bu kötücüllüğünü vurgulamak istemiş. Ancak bunlar, sahne mekaniğine ve ritmine pek de uymamış. Dikkati dağıtan bir etmen olduğu gibi senkronizasyon uyuşmazlığıyla sahne bütünlüğünü bozmakta.
Turgay Nar Çöplük oyununda, metindeki derin anlamı vurgulayabilmek adına motiflere başvurur. Aynı Aymelek gibi, İsrafil’in isminde de onun yazgısını belirleyen bir motif bulunmaktadır. İsrafil, kıyamet günü Tanrı’nın emriyle dünyayı yok edeceğine inanılan meleğin ismidir. Yok oluşun timsali olduğundan, insanlar için karanlık bir tasvirdir. Oyun içindeki tavırları ve eylemleri yıkımın habercisidir. Önce İdris’in adamlarından iki kişiyi öldürür. Kaos yalnızca bununla da kalmaz, Aymelek’e tecavüz ederek kendi ailesini, ailedeki sevgiyi ve her şeye rağmen birlikte olmaktan zevk duyduğu, birlikte kahkahalar attığı kişileri yok eder.
Oyun içindeki önemli düğümlerden biri, Aymelek’in rahatsızlandığı sahnedir. Sürekli bir yılan gördüğünü ve yılanın ona saldırmaya çalıştığını sayıklar. Yılan sembolü Haço’nun cümleleriyle anlam bulur:
HAÇO: Bir gün Aymelek ve ben, kapımızın önündeki badem ağacının altına bir yılan gördük!… Yakalayıp öldürdük. (…) Öldürdüğümüz yılanın karnında yavrusu çıktı!… (Nar, 1997, 48).
Haço’nun inancına göre, küçükken kız kardeşiyle birlikte öldürdükleri yılan intikam için kapılarını çalmaktadır. Yılan, Aymelek’in karnına girerek acı çektirmektedir. Tek çare vardır; yılanı Aymelek’in karnından çıkarmak! Sahneleme, yılanın lanet anlamını bolca kullanmış. Büyük bir yılan tasviri, Lacivert Gölgeler’i canlandıran oyuncular tarafından tüm sahneyi dolaşmakta ve Haço’nun anne yılanı öldürdüklerini anlattığı sahnede, arkada dijital bir biçimde yılanın yakut gözleri gösterilmekte. Anlaşılan o ki reji, oyun içindeki motifleri görselleştirerek seyircinin dikkatini çekmek istemekte. Böyle bir reji planı, metnin içindeki örtük anlamı sergilemek için iyi bir ortam yaratabilir; ancak bu sahnelemede, masalsılığın altına gizlenmiş örtük anlam vurgulanmamış, aksine masala dayalı atmosfer yinelenerek metnin asıl anlamı gölgede bırakılmış.
Yılan, yaratılışta Adem ile Havva’ya yasaklı elmayı veren hayvandır. Tanrı bu yasağın çiğnenmesi üzerine hem yılanı hem de Adem ile Havvayı -tüm insanlığı- lanetler. Günümüz insanının yılana “iğrenç, lanetli, sinsi” gibi etiketler yapıştırması oldukça ilginç bir durumdur aslında. Tanrı, yasağın çiğnenmesiyle birlikte, yılanı olduğu gibi biz insanları da lanetlemiştir; bu konuda yılanla eşdeğer bir yapıya sahibiz. Haço ve Aymelek’in yılan ile yavrusunu öldürmesi aslında kendi sonlarının da habercisidir…
Çöplük aslında çok katmanlı bir oyun. İlk katmana masalsı yapı konulabilir. Lanetler, dinsel ögeler, hatta zaman zaman diyaloglardaki şiirsellik, bu ilk katmanın ürünleridir. İkinci katmanda ise modern dünyanın eleştirisi bulunur. Çöplük, aslında dünyanın ta kendisidir; çöplükte işleyen düzen ile kent yaşamındaki düzen arasında hiçbir fark yoktur. Çöplüğün hakimi olarak İdris, oyun içinde yalnızca adını duysak da bize hiç de yabancı değildir. Belki çöplükte cinayet işlemek daha kolaydır, sonuçta ötekinin yaşadığı bir yere kimse gelip bakmak istemez. Ama çöplükte işlenen cinayetin, sırf daha iyi bir yere gelebilmek uğruna başkalarına acımadığımız, kimseyi düşünmeden, yalnızca kendimizi koruma altına almak için önümüze çıkan herkesi devirdiğimiz (bir nevi herkesi piyonlaştırdığımız) dünyadan pek de bir farkı yok…
Turgay Nar’ın bu oyunda, masalsı üslubu kullanarak günümüze işaret etmek istediği kanısındayım. Bu nedenle metnin anlamını kaybetmemesi için sahnelemede, denge iyi kurulmalı. İzmir Devlet Tiyatroları’ndaki gösterim sırtını tamamen masalsılığa dayamış ve bu masalsılık rejiyle, sahne plastiğiyle tekrar tekrar vurgulanmış. “Bu vurgulamaya gerek var mıydı, metinde asıl olan bu muydu, anlatım bu şekilde mi işlemeliydi?” soruları ise önemli bir tartışma konusu yaratıyor…