Erdoğan Mitrani
‘Ayak Bacak Fabrikası’
Geçmişte, derebeylerinin yönetimindeki bilinmeyen bir ülkede, müthiş bir kıtlık olmuş,
Sonrasında ülkedeki büyük göl için için kaynamaya başlamış, tüm ülkeyi bereket sarmış. Gölün artık tapınak, balıklarının da kutsal olarak görüldüğü ülkede o yıl bolluk olmuş, halk emeğinin karşılığını bol bol buğdayla almış. Köylüler keyifle türkü çağırıp sabahlara kadar oynarken, kara tohum stokları ambarlarda çürüme tehlikesiyle karşı karşıya kalan derebeyleri hiç ama hiç mutlu olmamışlar.
Ama ne gam… Güç onların ellerinde olduğundan, çare de ellerindeymiş. Çıkarları için devletin tüm kademelerini, halkın dinî duygularını kullanmışlar, üretilen buğdaylara el koyarak halkı kara tohumla beslenmeye zorlamışlar.
Kendileri sadece buğday tükettiklerinden, kara tohumla beslenmenin köylüleri kötürüm bırakmasını, tabii ki dert etmemişler. Hatta, ayak bacak fabrikası kurma vaatleriyle, sakat bıraktıkları halkın sevgi ve saygısını kazanmayı bile başarmışlar.
Ama günün birinde… Yok artık! gerisini sahnede izlersiniz.
1929’da doğan, 1970’te İstanbul Sanat Tiyatrosu‘nda yeniden sahneleyeceği ödüllü oyunu ‘Ayak Bacak Fabrikası’nın provaları sırasında geçirdiği bir kalp krizi sonucunda ölen, araştırmacı yazar, kuramcı ve uygulamacı tiyatro insanı Sermet Çağan’ı tiyatro yazarlığına yeni başladığında yitirdiğimizden, genç, hatta orta kuşak tiyatro severler yeteri kadar bilmezler.
Çağan’ın gerçek bir olaydan, Anadolu’da bir köyün, kendilerine tohumluk olarak verilen ilaçlı / zehirli buğdayı açlık nedeniyle yemeleri sonucunda köyce sakat kalmalarından yola çıkarak 1962’de yazdığı, ilk kez 1964’te sahnelendiğinde müthiş ilgi görmüş, teatral ve toplumsal bir olaya dönüşmüştü.
Köy seyirlik oyunlarının soyutlama ögeleriyle groteski ve kara mizahı başarıyla iç içe geçiren, orta oyununun yabancılaştırmasını çağcıllaştıran, şarkılı türkülü, izleyiciyle bire bir iletişim kuran gelenekseli güncelleştiren biçemiyle, ‘Ayak Bacak Fabrikası’, çağcıl tiyatromuzun temel taşlarından biridir. Seyirciye düşünme, yargılama ve karar verme olanağı sağlayan toplumcu gerçekçi konusuyla Türkiye’de epik tiyatronun da öncülüdür.
Bu epik bakış kişilerin karakter olarak değil, toplumsal sınıfsallaşmanın çeşitli kesimlerinin simgeleri olmalarıyla öne çıkar. Şef derebeylerinin / toprak ağalarının yönettiği bir kukladır; Ağalar ülkenin hem yargıcı, hem polisi hem politikacısıdır; başyardımcıları Papaz, dini inançları kullanarak dine ihanet eden bir yardakçıdır. Halk, sömürülmeye yatkın bilinçsiz bir kitle, Halkı bilinçlendirebilecek tek yaratık bilge ve sağduyulu Öküz’dür. Olası tehlikeleri sezen, Halkı pek anlayamadığı bir dille uyaran, ancak hiçbir çözüm öneremeyen Öküz, aslında halktan kopmuş aydının simgesidir.
İlk izlediğimde, baskıcı dönemin ardından gelen özgür geleceğe inanmış yirmili yaşlarında bir üniversite mezunu olarak oyundan müthiş etkilenmiş, Öküzün nakarat gibi tekrarladığı “öküz gibi yaşayabileceği bir ülke” arayışında başarılı olacağına umutlanmıştım.
60 yıl sonra yeniden izlediğimde, boyunca ezenlerin, ezilenler üzerinde kurduğu otorite, baskı ve kandırmacanın maalesef hâlâ değişmediğini düşündüm. O zaman aklımıza bile gelmeyen “tüm devrimlerin yozlaşacağı” olgusunu Çağan’ın kâhin gibi öngörmesine hayran oldum. En çok artık dünyanın hiçbir yerinde öküzlerin “öküz gibi yaşayabilecekleri” bir yer kalmayışına hayıflandım.
‘Ayak Bacak Fabrikası’, yönetmen Murat Karasu’nun kalabalık kadrosundan kusursuz bir ekip oyunculuğu alarak yönettiği, etkileyici Dekor, Işık, Kostüm tasarımları, çok başarılı Koreografisi ve Müziğiyle dört dörtlük bir seyirlik olarak Eskişehir BBT’de sahneleniyor. Başarılı yorumu için Eskişehir’e gitmeye değer ama, haberiniz ola önümüzdeki hafta İstanbul’dalar.
Sermet Çağan’ın ruhunu şad eden, tiyatro tarihimizde çığır açmış metne hak ettiği parlak sahnelemeyle bakan, kaçırılmaması gereken bir oyun. 14, 17 Şubat 15.00 ve 20.30 – 15,16 Şubat 20.30 Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesinde.
NOT: Yıllardır büyük özveriyle tiyatro eğitimi veren Cihangir Atölye Sahnesi’nin Konservatuar bölümünde de Muhammet Uzuner’in yönettiği çok başarılı bir ‘Ayak Bacak Fabrikası’ sahneleniyor. Onu da kaçırmayın derim.
‘Ben Çoktan Gidersiniz Sanmıştım’
“Sizin çocukluğunuz ne zaman bitti? Ne kadar kötü incindiniz, ne zamandı bu, daha bu kadarcıkken, bu küçücük, hemen incinebilir şeyken; iki büyük gözden, bir kalpten, birkaç yüz kelimeden başka bir şey değilken? Asla iyileşmememiz mükemmel değil mi? Yaralanmalarımız, yaralarımız, hanımlar beyler. Hafife alınmalarımız, suistimal edilmelerimiz, ah, cennet cennet. Korku içinde yaşamak, acıyı ihtiyaçlarımıza uygun hale getirmek. Ciddiyim. Ne mutlu bir hayat. Ne güzel bir oyun.”
Hayatta olmak müthiş bir şey değil mi?
Bilmem.
Belki.
Absürde yatkın tematiği, yaratıcılığı, insancıllığı, alçakgönüllülüğü ile çoklukla Beckett’ten esinlendiği söylenen 1965 doğumlu ödüllü Amerikalı oyun yazarı Will Eno’nun 2004’de kaleme aldığı, “trajik ve varoluşsal bir stand-up” olarak nitelendirilen, yazıldığından 20 yıl sonra bile gücünü ve etkisini yitirmemiş olan zamansız monoloğu ‘Thom Pain /Hiçbir şey
Hakkında’ bu kez İbrahim Çiçek’in ‘Ben Çoktan Gidersiniz Sanmıştım’ adıyla yönettiği, uzun zamandır özlediğimiz Hakan Kurtaş’ın müthiş etkileyici yorumuyla sahnelerimizde.
Oyun, zifiri karanlıkta, bizleri “görmekten” ne kadar mutlu olduğunu söyleyen bir erkek sesiyle başlar. Işıklar yandığında boş sahnede, takım elbise giymiş, karizmatik, dudaklarından hiç silinmeyen muzip gülümsemesiyle seyirciyle interaktif iletişim kuran genç bir adam vardır. İzleyiciye her zaman cevaplama olanağı tanımadığı sorular sorar, şakalaşır, girerken dağıtılan kartlarla çekiliş yapacağını, ardından çekilişin olmayacağını söyleyerek dalga geçer. Bir şeyler anlatmak niyetindedir ama kafası karışıktır, sanki nasıl başlayacağına, konuya nasıl gireceğine karar verememektedir. Yavaş yavaş çocuklukta yaşanmış, kocaman gözleri olan köpekle bağlantılı travma, arılarla ilgili bir anı, çok sevilen bir kadınla yürümemiş ilişki açığa çıkar gibi olur ama, kafasının karışıklığı, seyirci aracılığıyla kendi geçmişiyle yüzleşirken dikkatinin sürekli dağılmasıyla ne hikâyesini bitirebilir ne de derdini anlatabilir.
Ya da tam aksine bunu gerçekten başarır.
İbrahim Çiçek ve Hakan Kurtaş’ın büyük başarısı, oyuncuyla seyirci arasında kusursuz bir duygusal yansıma kurarak, tüm kaybedilenlerin acısını adamın göz pınarlarından her an taşmaya hazır gözyaşlarını devamlı geriye iten o gülümsemeyle, izleyicinin ta içine akıtabilmelerindedir.
Çok sağlam bir metnin bu çok başarılı sahnelenmesi yılın en iyi oyunlarından biri. Kaçırmayın. 20 Şubat 20.30 Alan Kadıköy, 17 Mart 19.30 Zorlu PSM ve sezon boyunca İstanbul sahnelerinde.
‘Sevgi Soysal Yaşamakta Israr Ediyor’
“Kadın doğumu bilir, yani hayatın ölüme, bereketin kısırlığa, ilerlemenin durgunluğa olan tartışılmaz üstünlüğünü bilir. Kısaca emekçidir o. Hayatın emekçisi. Budur en büyük gücü kadının” Sevgi Soysal
Kadın hareketinin önemli isimlerini sahneye taşıyan Boğaziçi Gösteri Sanatları Merkezi, ‘Zabel’den altı yıl sonra, yaşadığı dönemin tanıklığını kendi üslubunu oluşturarak edebiyata aktarmış olan yazar, çevirmen, radyo programcısı Sevgi Soysal’ın günümüze ilham veren hikâyesini yine altı kadının elinden çıkma yeni oyunuyla anlatıyor.
Duygu Dalyanoğlu’nun yazdığı, Aysel Yıldırım’ın yönettiği ‘Sevgi Soysal Yaşamakta Israr Ediyor’da, Sevgi Soysal’ı canlandıran Zeynep Okan’a diğer bütün kişileri değişe değişe canlandıran Banu Açıkdeniz, Burcu İsra Kanbakoğlu, Duygu Dalyanoğlu ve Nihal Albayrak eşlik ediyorlar. ‘Zabel’dekine benzer yaklaşımla, 1936-1976 arasında yaşamış olan Sevgi Soysal’ın yaşam öyküsü, ülke tarihindeki köşe taşlarına ve bir aydının bu tarihi dönemeçlerdeki rolüne değinilerek yansıtılıyor.
Henüz kırk yaşındayken meme kanserinden ölen, değişen Ankara, dönüşen İmroz adası, çeşitli kadınlık deneyimleri, sınıf çatışması, toplumda 12 Mart öncesi ve sonrası ruh hali, hapis ve gözaltı deneyimleri gibi birçok durumu bizzat yaşayan ve gözlemleyen bir kadın olarak Sevgi Soysal’ın edebiyat yolculuğu, aynen Zabel’inki gibi yaşadığı dönemin de tanıklığını yapıyor.
Sağlam bir belgesel biyografik metnin çok ustalıklı yorumu. Mutlaka izleyin derim.
9 Şubat Atakent Kültür ve Sanat Merkezi, 24 Şubat ve 15 Mart Sahne Pulchérie, 27 Şubat Fişekhane, 25 Mart Moda Sahnesi ve sezonda Türkiye sahnelerinde.